ABD ile İngiltere’nin “Erdoğan Sorunu” ve MHP-İYİ Parti “Gizli Ajandası”

Bundan önce yayınladığımız bir kaç makalede, spekülatif bir fikir etrafındaMHP ile İYİ Parti’nin politikalarını anlamlandırmaya çalıştık.Bu temelde bu ikipartinin ortak bir “gizli ajanda” etrafında hareket ettiği fikrini ileri sürdük. MHP ile İYİ Parti’nin “gizli ajanda”sını anlamak için olayın dış politik boyutunuanlamak zorunludur.

ABD ile İngiltere’nin “Erdoğan Sorunu” ve MHP-İYİ Parti “Gizli Ajandası”

ABD ile İngiltere’nin Erdoğan Sorunu ve MHP-İYİ Parti Gizli Ajandası

Kemal Erdem 

Bundan önce yayınladığımız bir kaç makalede, spekülatif bir fikir etrafındaMHP ile İYİ Parti’nin politikalarını anlamlandırmaya çalıştık.Bu temelde bu ikipartinin ortak birgizli ajandaetrafında hareket ettiği fikrini ileri sürdük. MHP ile İYİ Parti’ningizli ajanda”sını anlamak için olayın dış politik boyutunuanlamak zorunludur.

Türkiye’de mevcut koşullarda sadece ülke içindeki dinamikleri kullanarakiktidara gelmek mümkün değildir. Aslında Türkiye uzun süreden beri böyle biryapıya sahiptir. Özellikle Türkiye’de 1960’lardan sonraaskeri vesayet” de dahil, iktidarlar tutunmak için güçlü bir dış destek arayışı içinde olmuşlardır. Soğuk Savaş dönemindeki Sovyet tehdidinden dolayı ortaya çıkan askerivesayet yani siyasetin sınırlarının Ordu tarafından çizilmesi ve bu sonuncularında başta ABD olmak üzere NATO’ya dayanarak iktidarlarını sürdürmeleri birpolitik denge ihtiyacının ürünüydü. İçeride seçim sisteminden meşruiyetini alan ve güçlü bir emperyalist blokun desteği ile tamamlanan bir politik hareket tarzı, koşullar farklı olsa da burjuva siyaset açısından günümüzde de geçerlidir.  

2000’li yılların başlarında AKP-Gülen Cemaati ittifakının iktidara yürümesi de böyle olmuştur. Burada sözkonusu olan, belirli bir rejim içerisinde ve bu rejimindeğerlerini paylaşan politik yapıların hareketi değildir. Ama varolan rejimideğiştirmek için hareket eden politik yapıların hareketi sözkonusudur. 

1990’lı yıllarda Türkiye’deki askeri vesayet göreceli olarak , Batı’dan ayrı da hareket etmeye başlamıştı. Özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da tek başına nüfuzpeşinde koşuyordu ve bunu da MHP’li kadroları kullanarak Türkçülüktemelinde yapıyordu. Irak’ın işgaline karşı çıkıyordu. PKK ile savaşta tek askeriseçenekte ısrar eden ve liberal reformları dıştalayan katı Kemalist bir tutumsergiliyordu. Ordu AB ile uyum reformlarını kendisine karşı bir tehdit gibialgılayarak hem MHP gibi hem de Soğuk Savaş politik kalıplarındadüşünüyordu. 

ABD’de Demokrat Parti’nin önderlik ettiği AB üzerinden Türkiye’nin Batı ittifakına bağlanması politikası ilginç bir şekilde Türkiye’de askeri vesayeteçarpıyordu ve bu vesayet liberal bir şekilde esneyerek reform yapamıyordu. Bu durum ABD’nin askeri vesayetten umudunu kesmesine ve başka politikarayışlara girmesine neden oldu. İşte ABD’nin bu yeni politik yönelimini ilkfarkeden Fethullah Gülen Cemaati oldu. 

Burada bir noktanın altını önemle çizmek gerekir: Aslında Ordu da düşünselolarak AB üyesi olarak Türkiye’nin normalleşmesini istiyordu. Ama gerek KürtHareketi’nin özellikle de PKK’nin silahlı mücadelesi ve politik İslamın giderekyükselmesi, Ordu’nun liberal reformlar karşısında tutucu olmasına nedenoluyordu. 1997 yılında Türkiye’de ilk defa Ordu ile sivil siyaset arasında AB’yeüye olma politik amacı etrafında bir ortaklaşma ortaya çıktı ama gerekliadımların atılması noktasında hep direnç ve ayak sürme sözkonusuydu. Bu politik zaman kaybı, gelecekte büyük bir tasfiyeye neden olacaktı. 

Kemalistlerin liberal reformları devlet için bir tehdit gibi gördüğü ve bu alanı politik olarak boş bıraktığı bir durumda, politik İslamın bir kesimi (AKP-Gülen Cemaati ittifakı), muhafazakar-liberal bir politik çizgi oluşturarak, dış politikada ABD, Avrupa Birliği ve İsrail ile politikada da bir zamanlar TurgutÖzal’ın ANAP’ının yaptığı gibi dört eğilimi birleştiren (milliyetçi, muhafazakar, islamcı, liberal) bir politika izleyerek özellikle de Ordu ile ulusalcı Kemalistlerihalkın geniş kesimlerinden tecrit eden bir politika oluşturdu. 

Burada sihirli sözcük liberal sözcüğüydü. Çünkü liberal görüntü bir çok kesimibirbirine bağlamanın temel ekseniydi. Muhafazakar-liberal çizginin, liberal yönüABD’yi,AB’yi, İsrail’i, islamcıyı, muhafazakarı, liberalin solu ve sağını, Kürthareketini ve hatta sosyalistlerin bir kısmını neredeyse tek bir politik blok olarakbir araya getirmişti. Bütün bu kesimler özellikle  Türkiye’nin AB üyesi olmasınıve bu temelde özgürlüklerin alanının genişletilmesini istiyorlardı. 

Bu temelde 2002 seçimlerine gidildi ve bir yandan ekonomik kriz öte yandan da seçim sisteminin anti-demokratik yapısı da kullanılarak tek başına hükümetolundu. AKP-Gülen Cemaati iki aşamalı olan bir strateji benimsemişti. Önce seçim sistemi aracılığıyla hükümet olunacak ve meşruiyet zırhı eldeedilecekti. Sonra da hükümet ve yine Cemaat’in devlet içindeki imkanlarıkullanılarak askeri vesayet bastırılacaktı. Bu bastırma sırasında da ErgenekonKomplosu Ordu’nun direncinin kırılmasında bir kaldıraç olarak kullanıldı. 

Meseleye daha yakından bakıldığında, AKP ile Cemaat’in niyetinin gerçektenliberal bir demokrasiyi oturtmak olmadığı (Ordu buna dünden razıydı ve birkomploya gerek yoktu !), amagizli bir ajandaya sahip olarak, otoriter ve dincibir sistem kurulması yönünde hareket ettikleri, bugün gelinen noktada açıkçaortaya çıkmıştır. AKP ile Cemaat liberalizmi kullanarak yıkıyordu, muhafazakarlığı kullanarak da inşa ediyordu. 

Bir kez askeri vesayete Cemaat ile birlikte darbe vuran AKP, kendisini sürekliolarak Batı’ya bağlamaya çalışan Cemaat ile de kopuşarak Tek Adam Diktatörlüğü’ne yöneldi ve rejimini inşa etmek için Denge Stratejisi’ne sarıldı. AKP için rejimin inşası ve korunması ile denge siyaseti neredeyseeşanlamlıdır ya da içe geçmiş durumdadır. Ama bu denge siyaseti bugünABD ile İngiltere’nin başını çektiği Batı emperyalist ittifakının Rusya,Çin veİran rejimlerini yıkmayı öngören küresel stratejisi ile tezatlık halindedir. 

ABD neredeyse yirmi yıl boyunca AKP’yi AB üzerinden Batı’ya bağlamayaçalışmış ve Erdoğan ile AKP sürekli olarak aldatma siyaseti ile bu stratejikhedeften kendilerini uzak tutmayı başararak varolan rejimi oluşturmuşlardır. Aslında ABD Türkiye noktasında başa dönmüştür ve askeri vesayetten dahakötü bir müttefiklik ilişkisi ile karşı karşı kalmıştır. O zaman da askeri vesayetABD’den kısmi olarak ayrı hareket eden bir yapıdaydı . Bugün de AKP, ABD ve İngiltere ile stratejik olarak örtüşmeyen bir yapıdadır. İşte o zamanlar nasılGülen Cemaati bunu farkederek, Erdoğan ve AKP ile birlikte , ABD ile askerivesayet  arasına giren bir politika izlemiş ise,  bugün de MHP aynı durumufarkederek ABD ile AKP rejimi arasına giren bir politika izlemektedir. 

Bugün ABD ile İngiltere’nin açıkça NATO’yu bir savaş örgütü olarak Rusya veÇin’e karşı konumlandırdığı, Ukrayna üzerinden dolaylı olarak Rusya’ya karşıbir savaş yürüttüğü, Tayvan üzerinden de aynı politikayı Çin’e karşı uygulamakiçin hazırlık yaptığı bir durumda, Erdoğan’ın denge siyaseti izleyerek Batı’nın bu planlarını baltalaması, Batı açısından asla kabul edilemez bir durumdur. Bu durum devam ederse, Batı büyük bir politik darbe yiyerek müttefiklik ilişkileriparamparça olacak ve ciddi politik kargaşalar içerisine düşecektir. Bütün Batı stratejisinin Erdoğan tarafından bu boşa çıkartılması, Batı açısından asla kabuledilemeyecek bir politikadır. Artık gelinen noktada ABD ile İngiltere açısındanciddi bir şekilde bir “Erdoğan sorunuortaya çıkmış durumdadır ve bu sorununçözümünün büyük bir parçası ise politika içinde bulunmaktadır. 

ABD önderliğinde Batı ittifakının Erdoğan tutumu 2002-2016 arası onu Batı’ya kazanmak için çaba sarfetmekten oluşmaktaydı. Trump ile bu politika Erdoğan’ıtuzağa düşürerek (Rojava’ya düzenlenen Barış Pınarı Harekatı) Batı’ya bağlamaya dönüşmüş; Biden ile bu politika yani Erdoğan’ı tuzağa düşürerek(yine Rojavada Temmuz 2022) Batı’ya bağlama politikasına devam edilmiş vebütün bu politikalardan Erdoğan darbe almadan ve de tuzağa düşmeden çıkmayıbaşarmıştır. Bu durum ise ABD ile İngiltere’nin Erdoğan ile çelişkisini daha daşiddetlendirmiştir. 

Erdoğan’ı kazanma ve tuzağa düşürme politikaları boşa düşen Batı’nın artık tek bir seçeneği kalmıştır : Erdoğan’ı devirme. Ama nasıl ? 

Günümüz dünyasında tek dışarıdan baskı yolu ile bir ülkede iktidar değiştirmemümkün değildir. Hele Türkiye gibi bir ülkede bunu yapmak hiç mümkündeğildir. Bir rejim ancak darbe” ile “dış darbebirbirini tamamlayacakşekilde koordine edilerek vurulursa dengesi sarsılabilir ve insiyatifikaybedebilir. İçeride rejime darbe vurmanın en etkili yolu ise onun meşruiyetinielinden almadır. Bu da AKP’nin tek başına hükümet olamaması ve sürekli birpartiye bağlı olması demektir. Bugün MHP ile olan ilişkisi böyledir ama yine de bu yetmemektedir. 

MHP’nin stratejisi AKP’yi her ne şekilde olursa olsun yıkmak değildir. Soladoğru kayacak bir iktidar değişimini asla istememektedir. Çünkü böyle birdurum onun bugüne kadarki kazanımlarını yokedeceği gibi, ileriye dönükplanlarını da zora sokacaktır.Böyle bir durumda mevcut durumun devamındanyanadır. MHP ne AKP eksenli ne de CHP eksenli bir iktidarın oluşmasınıistemektedir. Bütün siyasi partilerin ne yaparsa yapsın iktidar olamadığı amakendisinin etkili bir koalisyon ile iktidar olabileceği bir kombinezonu politikaldatmaya dayanarak oluşturmak istemektedir. Bunun için etkili bir hareket tarzıoluşturmuştur. 

Bütün göstergeler Devlet Bahçeli’nin Meral Akşener ile gizli bir şekilde birplan üzerinde anlaştığını ve iki partinin de farklı bir şekilde bu planın farklı parçalarını uyguladığını göstermektedir. MHP AKP ile ittifağısayesinde bir yandan AKP’yi sınırlayarak onun başka partiler ile yakınlaşmasınıönlerken  öte yandan da devlet içinde kadrolaşmaktadır. İYİ Parti ise Millet İttifakı içinde yeralarak ve bu ittifakı içten çökerten bir politika izleyereközellikle CHP’yi zayıflatan ama öte yandan da onun ne AKP’ye ne de HEDEP’e (DEM) yaklaşmasına izin veren bir politika izleyerek, MHP’nin diğer uçtaki politikasını tamamlamaktadır. Böylece iki parti bütün politikayı dağınık tutan bir politika izlemektedir.  

İYİ Parti’nin misyonlarından birisi de Millet ittifakının başarısızlığını CHP’niniçinde Ekrem İmamoğlu eksenli bir muhafazakar dönüşüme bağlayarak CHP’desağa doğru bir eksen kayması sağlamaktır. İYİ Parti’nin amacı çaktırmadan birMHP-İYİP-CHP koalisyonu kuracak ve karşı tarafın da hiçbir şekilde hükümetkuramayacak bir düzeye gelmesini sağlamaktır. İYİP böyle bir koalisyonunancak CHP’nin daha fazla zayıflaması ve kendisinin de bu temelde büyümesiyleolacağını varsaymaktadır. Bundan dolayı CHP’nin güçlü kalmasına neden olanbüyükşehir belediyelerinin kaybedilmesi başlıca hedefleri arasındadır. MHP-İYİP planına göre, CHP’nin gelecekte kritik bir dönemde kendilerini izlemesiiçin, CHP’nin zayıflaması ve diğer partiler için bir çekim merkezi durumununyokolması ile İYİP’in de kısmi büyümesi gereklidir. 

Meral Akşener yerel seçimlerde CHP ile işbirliğinin reddedilmesinden sonrayaptığı değerlendirmede iki ittifak blokunun dışında alternatif birüçüncü yolaradığını belirtmiştir ki, bu alternatif ancak MHP ve CHP ile ortaya çıkacak biralternatif olabilir. Bunun için CHP’nin yontulması, HEDEP’ten (şimdi DEM)tam kopartılması ve kimliğinin de içten değiştirilmesi gerekmektedir, ki CHP’deki dönüşüm de sola değil sağa doğrudur. Özgür Özel’in sola doğru politikaları bir rahatsızlık kaynağı ve işbirliğinin önündeki engel olarakdamgalanıp, İmamoğlu’na boğdurtulmaya çalışılacaktır. Eğer İYİP bu CHP operasyonunu gerçekleştirirse ve onu bir MHP-İYİP-CHP koalisyonukıvamına getirirse, ABD ile  İngiltere’nin Erdoğan operasyonuna da politiktemel hazırlamış olacaktır. 

Gelinen noktada ABD ile İngiltere için, Erdoğan’ın AB üzerinden kazanılması(2002-2016 arası) ve onun tuzağa düşürülerek kazanılması (2016-2022) politikaları başarısızlıkla sonuçlanmış olup tek seçenek Erdoğan’ın devrilmesipolitikası elde kalmıştır. Ama bu sonuncu politik seçenek için ise, politikadanbaşlayan ve dış politikaya uzanan bir stratejiye gereksinim vardır. İç politikadaise ABD ile İngiltere’nin küresel savaş vizyonlarına uyan tek politik yapı vardır, ki o da MHP’dir.Bundan dolayıdır ki, MHP odaklı bir politik mühendislikzorunludur ve kanımızca bu mühendislik 2020’den itibaren yani MeralAkşener’in sözde tutarsız hareketlerinin başladığı ve Biden’ın Başkan seçildiğidöneme denk gelmektedir. Biden Başkan seçildikten sonra, bir yandanErdoğan’ı tuzağa düşürmek için çalışırken öte yandan da onu politikadanbaşlayan ve dış politika ile tamamlanacak bir devirme planını da devreyesoktuğunu varsayabiliriz.

Günümüzde dış dünyadan tecrit olmadan bir rejimi devirmenin tek bir yoluvardır : Yumuşak güçler ile sert güçlerin birbirlerini az çok tamamladığı vemeşruiyet görünümünün korunduğu bir politik-askeri operasyon kombinezonu. Burada yumuşak güçler seçim sistemi etrafında ve bu sistem içerisindegüçlenerek hatta seçimlerde başarı kazanarak bir meşruiyet zırhının eldeedilmesinden oluşur. Sert güçler ise bu meşruiyetin ortaya çıkması için ya da çıktıktan sonra da korunması için gerekli olan askeri zoru oluşturur. Gericihareketler genellikle yumuşak güçleri bir darbeci zor ile birleştirirken, devrimci-demokratik hareket bir seçim meşruluğunu bir devrimci savaş ile birleştirir. Hatta bazen iktidarın ele geçirilişi yumuşak güçler tarafından o kadar iyihazırlanılır ve uluslararası koşullar da uygun olursa, yenilen rejim şiddete de başvuramayacak duruma gelir.

AKP ile Gülen Cemaati ittifakı, bir seçim zaferini Ergenekon Komplosu ile birleştirerek iktidarı ele geçirmişlerdir. Abdullah Öcalan Barış Süreci’ndeHDP’nin büyütülmesini PKK’nin askeri güçlerinin devlet üzerinde darbeleriylebirleştirerek ilerleyen bir yöntem belirlemişti. Bugün MHP-İYİP de, bir koltukdeğneği de bularak (CHP), bir seçim meşruluğu aracılığıyla önce Erdoğan rejiminin dengesini sarsmak istemektedir, sonra da bu içteki darbeyi ABD-İngiltere önderliğindeki Batı emperyalist ittifakının Erdoğan’a ve çevresineuluslararası alanda vuracağı ve meşruiyetini yokedeceği bir darbe ile birleştirerek tamamlamak istemektedirler. Burada politika ile dış politikanınbirlikteliğinden oluşan birBüyük Plan”ın varlığından gelinen noktada ciddi birşekilde bahsedilebilir.

İlk bakışta bütün bunlar bir komplo teorisi gibi görünebilir ama daha derinlemesine ve başka bir açıyla meselelere bakıldığında bunun hiç de komplo teorisi olmadığı görülecektir. Biz sorunun gizli uluslararası yanını ilk bakışta görmüyoruz diye bu yanı yok sayamayız. Bir çok belirti böyle bir gizli uluslararası yanın olduğunu göstermektedir. Bir kez içeride Erdoğan’ın meşruiyeti seçim sistemi ile darbe yediği andan itibaren, ABD ile İngiltereönderliğinde Erdoğan ve çevresinin kıskaca alındığını, ambargo ve uluslararası alanda yakalama da dahil bir baskının yaşanacağı bir süreci büyük bir ihtimalle göreceğiz. Amaç hem ülke içinde hem de ülke dışında dayanılmaz bir baskı yaratarak Erdoğan’ın devletin ve partinin başında uzaklaşmasını sağlamaktır. İşte Bahçeli ile Akşener’in ilk adımdaki hedefleri budur. Bunun için de CHP’nin bir MHP-İYİP-CHP koalisyonu için uygun bir kıvama getirilmesi gerekmektedir. Mevcut CHP hala daha bu eşikten uzaktadır ve bunun için biraz daha bir dönüşüm geçirmesi gerekmektedir. CHP’nin böyle bir kıvama geldiği bir anda, Devlet Bahçeli Erdoğan’dan desteğini çekerek ülkeyi seçime götürecektir. 

Ama bu süreç tersten de yaşanabilir.  Devlet Bahçeli ülkeyi seçime götürmedenönce, ABD ile İngiltere önderliğinde Batı emperyalistleri Erdoğan ve çevresine karşı harekete geçebilirler. Ambargo ve uluslararası baskı dayanılmaz bir durum oluşturur ve bu andan itibaren Bahçeli ülkeyi seçime götürür. Erdoğan’ın seçimlere katılmaması için büyük bir baskı ve Anayasa engeli çıkarılır. Erdoğan buna rağmen devam ederse bütün meşruiyetini kaybeder ve seçimler geçerli sayılmaz. Zaten hilenin dışında seçimleri kazanması mümkün değildir ve bu durum da onun aleyhine gelişen bir sürece dönüşür.

Batı emperyalistlerin Erdoğan ve çevresi üzerinde baskı kurmak için ellerinde bir çok dosya vardır. Bazı dosyalar ABD’de  bilerek bekletilmektedir. Halk Bank-Rıza Sarraf dosyası gibi. IŞİD ile Hamas da bunlara eklenebilir. Uyuşturucu parasının Türkiye’de aklanması (Panama devlet başkanı Manuel Noriega’nın başına gelenleri unutmamak lazım), Sezgin Baran Korkmaz davası , Rusya’ya karşı ambargoların delinmesi ve hatta 15 Temmuz sahte darbesi dahi Erdoğan üzerine yıkılarak Erdoğan’ın altından kalkamayacağı bir darbeye dönüşür.

Erdoğan rejiminin yıkılmasında ister “dış darbe”den başlanarak “iç darbe”ye doğru isterse de içten dışa doğru bir yöntem izlensin ve her ikisinin birbirini tamamladığı ve çemberin kapatıldığı bir durum oluşturulsun, Devlet Bahçeli ile MHP bu işte kilit noktadadır.Çünkü Erdoğan’ın sıkıştığı bu durumda Bahçeli Erdoğan’dan desteğini çekerse ülke seçimlere gitmek zorundadır.

Peki bu andan itibaren ne olabilir?

Bu andan itibaren sadece bazı ihtimaller üzerinde durulabilir. Bunları kısaca belirtirsek:

1- Erdoğan seçimleri hile ile tek başına kazanır ve genel bir bastırma yapar. Dış politikada Rusya, Çin ve İran’a doğru dümeni kırar. Ama ülke ekonomisi giderek felç olur. Onun Suriye ile barışmaya çalışması, kendi rejimini koruma noktasında Batı’lı emperyalistlere bir göz dağı vermeyi de içermektedir.

2-Biden’ın ilk göreve gelirken Erdoğan’a yaptığı teklifi yani Erdoğan’a başka bir ülkeye yerleşmesi teklifi Erdoğan tarafından kabul edilir. Erdoğan devletin ve partinin başında ayrılır.Onun yokluğunda parti bölünür. Partinin önemli bir kısmı MHP-İYİP ile birlikte hareket eder. Dönüşüme uğrayan CHP de bunlara eklenir.

3-Erdoğan devletin ve partinin başından ayrılır ve AKP’nin bir kısmı MHP-İYİP’i izler ama CHP izlemez. Ülke tekrar seçime gider.MHP-AKP-İYİP hile ile seçimleri kazanırlar ve bir tür üstü örtülü darbe yaparlar. Batı da bu yeni hükümeti hemen tanır ve olay kapanır.

4-Erdoğan meşruiyetini kaybetmesine rağmen devletin ve partinin başında ayrılmaz. Yurtdışında da fazla bir yere gidemez çünkü ABD ile müttefikleri tarafından her an yakalanma tehlikesi vardır. Ülke içinde kurumlar arasında ayrışmalar başlar ve ciddi bir şekilde bir darbe mekanizması içeride harekete geçer.

5-Erdoğan meşruiyetini kaybetmesine rağmen devletin başında kalmaya devam eder. Uluslararası alanda tecrite alınır ve zayıf bir anında yurtdışında yakalanarak ABD’ye götürülür ve yargı önüne çıkarılarak ömürboyu hapse mahkum edilir. İçeride de MHP-İYİP eksenli bir rejim sopa ile kurulur.

6-Erdoğan Batı’nın ağır yaptırımları ve MHP’nin içerideki etkili ve kuşatıcı politikası sonucu pes eder. Erdoğan ABD-İngiltere-MHP çizgisine sırf iktidarda kalmak için onay verir. Başka bir deyişle MHP çizgisini kendisi uygular ve bu temelde bir AKP-MHP koalisyonu kurarak ve içerideki muhalefeti de tamamen ezerek yeni rejim Batı’nın yanına geçer. Bu geçişi de Suriye’de İran ve Suriye ile savaşa tutuşarak gösterir. Bu andan itibaren MHP’nin İYİP ile gizli bir strateji temelinde devam etmesine gerek kalmaz (aslında bu başka bir şekilde gerçekleşmiştir), İYİP de bu AKP-MHP koalisyonuna açıktan dahil olur.

Bu seçeneklerin dışında başka bir seçenek yine bulunmaktadır ki, bu seçeneği başka bir makalede ele alacağız. O da CHP ile DEM’in daha ülke seçimlere gitmeden yani şimdiden, dikkatli bir şekilde soldan AKP’ye yanaşmalarıdır. Ama bu politikanın çok hassas yanları bulunmaktadır ve dikkatlice yapılması zorunludur. 

Eğer MHP-İYİP gizli stratejisi karşısında, AKP-CHP-DEM ve yine Millet ittifakının diğer bileşenleri (Saadet-Gelecek-Deva-Demokrat parti), akıllı bir şekilde kapanmazlar ise, Batı Emperyalistlerini arkalarına alan MHP ile İYİP’iorta dönemde durduramazlar. Bu iki parti ve yine Batılı emperyalistler Türk iç politikasında AKP ile bu yukarıda belirttiğimiz partiler arasındaki siyasi ayrılmadan güç almaktadırlar.

İktidarı ele geçiren MHP eksenli yeni milliyetçi koalisyonun yapacağı ilk şey, ya Rojava’ya saldırmak ya da Suriye rejim güçleri ile provakasyon temelli bir çatışma yaratarak Batı’nın yanına tamamen geçtiğini göstermek olacaktır. İşte bundan sonra Batı Türkiye için gerekli kredi musluklarını açarak başta ekonomik olmak üzere, diplomatik, askeri ve politik olarak Türkiye’yi Rusya, İran ve Suriye karşısında destekleyerek onu yeni Ukrayna yapacaktır. MHP ise sürekli olarak Pan-Türkizm rüyası görecek ve bununla avunacaktır ama Türkiye ise baştan sona yıkılacaktır! Deprem felaketi de bu savaş felaketinin üstüne binerse işte o zaman Türkiye’yi Allah dahi gelse kurtaramaz! 

Türkiye’nin denge siyasetini bırakarak tamamen Batı’lı emperyalistlerin yanına geçmesi, Batı emperyalistlerinin Rus-Çin emperyalist ittifakına karşı küresel stratejilerindeki eksik halkanın da tamamlanması ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın fitilinin çekilmesi anlamına gelmektedir.

Bugün Türkiye’de devrimci ve demokratik siyasetçiler çok kritik bir eşikte bulunmaktadırlar. Onların görevi ülkeyi bu felaketten kurtarmak olmalıdır.Ama bunun için önce olayların genel çerçevesi doğru bir şekilde çözümlenmelidir.Sonra da ülkenin yaklaşan bu felaketten çıkışı için doğru bir strateji ve taktik kombinezon oluşturulmalıdır. Ama son dönemlerde, Meral Akşener ve İYİ Parti eksenli yapılan analiz ve değerlendirmeler, muhalefetin pek de sorunun doğasını anladığını göstermemektedir.