AKP-MHP Kavgası ve Muhalefet-II

İşin ilginç tarafı MHP ile İYİ Parti’nin ve yine ABD ile İngiltere’nin ne yapmak istediğini Erdoğan’ın çok iyi bilmesidir. Erdoğan süreci çok dikkatli bir şekilde okumaktadır ve kendisine karşı geliştirilen bu darbe mekaniğini boşa çıkartmak için belirli bir plan dahilinde çalışmaktadır. Erdoğan’ın geliştirmiş olduğu bazı politikalardan onun nasıl bir strateji ile hareket ettiğinin şifrelerini çözmek mümkündür.

AKP-MHP Kavgası ve Muhalefet-II

AKP-MHP Kavgası ve Muhalefet-II

Kemal Erdem


Erdoğan ve
AKP

İşin ilginç tarafı MHP ile İYİ Parti’nin ve yine ABD ile İngiltere’nin ne yapmak istediğini Erdoğan’ın çok iyi bilmesidir. Erdoğan süreci çok dikkatli bir şekilde okumaktadır ve kendisine karşı geliştirilen bu darbe mekaniğini boşa çıkartmak için belirli bir plan dahilinde çalışmaktadır. Erdoğan’ın geliştirmiş olduğu bazı politikalardan onun nasıl bir strateji ile hareket ettiğinin şifrelerini çözmek mümkündür.

Erdoğan Biden başkan seçildiği andan itibaren manevraya başladı ve bu noktayageçmişte bir çok makalede değindik (2). Manevranın temel hedefi, “iç güçler ile dış güçlerin birbirlerini destekleyecek şekilde hizalanmasını olanaksız hale getirmektir. Erdoğan hem iç hem de dış politikada iyi mevzilenmiş bir rejimi, ne iç ne de dış güçlerin tek kendi olanaklarıyla yıkabileceğini ancak ve ancak bu iki gücün güçlü bir ittifaklık ilişkisi temelinde bunu yapabileceğini çok iyi bilmektedir. Üstelik Batı’nın Rusya ve Çin’e karşı bir dünya savaşı stratejisi ile hareket ettiğini ve bu noktada Türkiye’ye olan ihtiyaçlarını da bildiği için, kendi rejimine karşı bir darbenin alttan altta hazırlandığını da çok iyi bilmektedir. Bundan dolayı Erdoğan’ın temel stratejisi, bu iki gün bir tek noktada kesişmesini ve yıkıcı bir darbe oluşturmasını engellemek üzerine oturmaktadır. Bunun için de hem iç hem de dış politikada çok geniş hareket etmektedir ya da geniş adımlar atmaktadır.

Madem Erdoğan’ın stratejisi, iç ve dış güçlerin birbirlerini destekleyerek bir sinerji ve bu temelde bir darbe mekaniği yaratmasını önlemektedir, o zaman bunu nasıl gerçekleştirmektedir?

Bu noktada Erdoğan oldukça karmaşık bir politika uygulamaktadır. Ama özünde uyguladığı politika, her iki güç arasında “ritm bozukluğu” yaratmak, her iki gücün arasına girerek direk birleşmelerini engellemek, onları oyalamak ve her ikisinin dengesini bozacak paralel ilişkiler kurarak zamanı geldiğinde darbe vurmak olarak özetlenebilir.

Erdoğan bir güç ile ittifaklık ilişkisine girdiği zaman bunu her zaman bir çıkış stratejisine göre yapmaktadır. Daha ilişkinin başında bu ittifaklık ilişkisinden nasıl kurtulabileceğini de öngörmektedir. Aksi taktirde başarısız olacak ve olaylar kendi kontrolünden çıkacaktır. Bu ittifak ilişkilerini kendi rejimini oturtma ya da tamamlama perspektifine bağlamaktadır. Rejimi tam oturttuğu ve bu temelde toplumun sosyolojisini büyük bir dönüşüme uğrattığı andan itibaren, bu ittifaklık ilişkilerine de ihtiyacı kalmayacaktır. Ama bu hedeften şimdilik çok uzaktadır.

Erdoğan’ın bundan sonra nasıl bir yöntem izleyeceği, onun Gülen Cemaati ile kopuşması sırasında izlemiş olduğu yol ve yöntemlerden hareketle belirlenebilir ama bu noktada dogmatik de olmamak gerekir. Bugün rejim çok daha farklı bir yerde ve düzeydedir ve de bugün seçim sistemini de devlet olanaklarıyla manipüle edebilecek bir yapıya kavuşmuş durumdadır.Bütün bunların da hesaba katılması gerekmektedir.

Erdoğan’ın Gülen Cemaati ile kopması 2013’teki 17-25 Aralık olayları ile başlamadı. Aslında bu daha 2010 yılında başlayan bir süreçtir ve bu süreç 2013 yılında sadece doruğa ulaşmıştır. Erdoğan’ın Cemaat ile kopuşmadan önce bir plan yaptığından ve bu planı sürekli güncellediğinden şüphe yoktur. Erdoğan’ın planı, PKK ile açılım politikası yaparak ve bu temelde bir ateşkes elde ederek, Cemaat’in üzerine gitmek için nefes molası elde etmek, Kemalistleri tecrit etmek ve ABD’yi de yine açılım politikaları ile oyalayarak içerideki seçimleri meşruiyet sorunu yaşanmadan atlatmaktı.

Erdoğan bir ittifaklık ilişkisini sonlandırırken, bütün güçleri aynı anda karşısına almamaya büyük bir önem göstermektedir. Her güç ile teke tek karşılaşmaya özellikle dikkat etmektedir. Çünkü bütün güçler ile aynı anda mücadeleye girmek kaybetmekle eş anlamlıdır. Bundan dolayı ittifak ilişkilerini, taktik adımlarını ve bu adımların çerçevesini oldukça dikkatli bir şekilde oluşturmaktadır. MHP ile de kopuşurken aynısını farklı bir biçim içerisinde yapmaya çalışacaktır ama bu süreci başarıp ya da başaramayacağı daha ortadadır yani zaferi daha kesin değildir.

O halde Erdoğan MHP ile kopuş sürecinde nasıl bir yöntem izleyebilir?

Bu soruya cevap vermeden önce bir noktanın altını tekrar çizerek analizimize devam edelim. Okur şöyle bir soru sorabilir: Erdoğan MHP ile niçin kopuşsun, zaten bütün istekleri onun tarafından kabul ediliyor?

Soruna bu şekilde bakış, yüzeysel ve uzun dönemli bir perspektiften yoksun olunduğunun bir göstergesidir. Siyasi hareketler belirli bir tarihsel politik amacın taşıyıcısıdırlar ve bu hedefe gitmeyi bıraktıkları andan itibaren politik olarak dağılmaları kaçınılmazdır. AKP pan-İslamist bir dünya görüşüne ve bu temelde oluşturulmuş bir politik ve ekonomik çıkarlar birliğine sahipken, MHP pan-Türkist bir şekilde oluşturulmuş bir politik ve ekonomik çıkarlar birliğine sahiptir. İkisi de aynı derecede iktidar olamazlar ve kaldı ki, her ikisinin de Türkiye’yi dünya siyaseti içerisine konumlandırmaları farklıdır. Erdoğan ile AKP, denge siyaseti ile bir dünya savaşı dışında kalarak ve her iki kampın zayıflamasını kendi rejim inşasını güçlendirmek için kullanmak isterken, MHP kendi pan-Türkist amaçlarını gerçekleştirmek için, ABD ile İngiltere’nin yanında Rusya ve Çin’i zayıflatmak için mücadele etmeyi kendisi için daha uygun görmektedir. Bu iki stratejik bakış açısının çatışması kaçınılmazdır. Erdoğan ancak son tahlilde, bir politik bozgun yaşadığı zaman, iktidarı tamamen kaybetmektense MHP iktidarına yamanarak bazı çıkarlarını koruyabilmek için MHP iktidarını kabul edebilir. Ama onun ilk tercihi iktidarını kimse ile paylaşmamak olacaktır, ki MHP ile kopuşmak için harekete geçecektir.

O zaman tekrar yukarıda sorduğumuz soruya dönelim ve cevap vermeye çalışalım. Erdoğan MHP ile nasıl kopuşacaktır?

Bu soruya doğru cevap verebilmek için, öncelikle Erdoğan’ın nasıl bir rejim hedeflediğini ve bu rejimi de nasıl bir dış politika ile birleştirmek istediğini anlamak gerekmektedir.Erdoğan’ın bazı politikaları bunun ipuçlarını vermektedir.

Erdoğan düşmanlarını bastırırken dahi, attığı taktik adımları sürekli olarak yeni rejimi ilerletmek ve konsolide etmek için kullanmaktadır. Politik aldatma bu noktada temel bir yere sahiptir ve taktik adımların bir görünen kısmi bir de pratikte görünmeyen kısmı vardır. Çok “demokratik” olarak lanse edilen bir adım, pratikte demokrasinin de kırıntlarının yokolduğu bir duruma neden olmaktadır ya da rejimin gizli ajandasını ilerletmek için kullanılabilmektedir.  Önümüzdeki süreçte de bunun böyle olacağından şüphe yoktur.

Erdoğan’ın MHP’yi bastırabilmesi için, PKK ile bir ateşkese ve yine aynı şekilde DEM Parti ile de bir politik yumuşamaya ihtiyacı bulunmaktadır.Ama bunun çerçevesini öyle bir şekilde ayarlamalıdır ki, MHP’yi tasfiye ettikten sonra da, hızlı bir şekilde PKK ile DEM Parti’ye karşı dönerek onları da tasfiye edebilsin. Kısacası MHP bastırılırken, PKK ile DEM’in elde edeceği kazanımlar, AKP iktidarını tehdit edemeyecek ve kısa dönem içerisinde de eriyebilecek düzeyde olacaktır. AKP’nin rejim inşasında sağda ve solda olan bütün düşmanların bastırılması ve rejimi tehdit edemeyecek düzeye getirilmeleri öngörülmektedir. Sağdaki kesimler, MHP yani faşist-milliyetçi, ulusalcı ve yine eski “merkez sağ” denen kesimlerdir. Soldaki kesimler ise CHP’den başlayarak DEM, sosyalist partiler ve PKK’dir.

Bu iki tarafın politik olarak “düzlenmesi”, rejimin tamamlanması ile eşanlamlıdır. AKP için “düzlenmesi gereken” dört politik merkez bulunmaktadır: MHP ve uzantıları (İYİ parti de bunun içindedir), CHP ve uzantıları, DEM ve uzantıları ile PKK ile uzantılarıdır. Bu son ikisi birlikte de düşünülebilir. Bunun için ise yapması gereken şey, MHP ile kopuşurken, PKK ve DEM ile geçici bir anlaşma yaparak, CHP’yi hareketsiz tutmaktır. CHP zaten politik olarak DEM ile İYİ Parti arasına politik olarak sıkışmıştır, İmamoğlu-Özel ikilisi bu sıkışmanın politik ifadeleridir. Devlet gücünün AKP tarafından kullanılması CHP’nin bu süreçte hareketsiz tutulması için yeterlidir.Çünkü diğer partilerden farklı olarak CHP’nin geri planda dayanmış olduğu “sert güçleri” yoktur ve bu durum onu politik olarak savunmasız kılmaktadır. CHP’nin rejim tarafından kontrolü için sadece devlet gücü yeterli ve caydırıcı olmaktadır.  

AKP’nin MHP üzerine giderken, CHP’yi hareketsiz tutup, PKK ve DEM Parti ile geçici anlaşması, aynı zamanda kendi karşısındaki cephenin de dağınık tutulması ve daha sonra yeni bir stratejik aşamaya geçerken de zorlanmamak anlamına gelmektedir. PKK ve DEM Parti ile yapılacak politik anlaşmalar “havuç” olacaktır ama PKK ile DEM’e de bu havuçlar gereklidir. PKK ile DEM AKP ile taktik bir anlaşma yapmak zorundadırlar ve bundan kaçamazlar. Onlar da bu taktik anlaşmaya mecburdurlar. Siyasetin büyük kayalarını yerinden söküp atmak ve güç dengelerini değiştirmek için bu zorunludur. PKK ile DEM’in AKP ile taktik bir anlaşmadan kaçınmaları, onların politik yıkımı ile eşanlamlıdır! (PKK ve DEM ile ilgili bölümde bu noktayı daha da açacağız).

Önce AKP’nin MHP karşısında nasıl bir tutum belirleyeceğini ve onunla nasıl kopuşacağını ele almaya çalışalım. 

AKP’nin MHP’ye karşı mücadelesi, ABD ve İngiltere’ye karşı uyguladığı politikadan ayrı düşünülemez ve bu ikisi birbirine bağlıdır. AKP’nin MHP ile kopuşması seçim takvimine bağlıdır (PKK ile yapılan Barış Süreci’nde 7 Haziran 2015 seçimlerinin son seçim olması gibi). Bu noktada son seçimler de 31 Aralık yerel seçimleridir ve bu seçimlerden sonra gerilimin giderek artacağını varsayabiliriz. 

Erdoğan MHP’yi kuşatmaya daha ABD’de Joe Biden başkan seçildiği zaman başlamıştı ve alttan altta MHP ile ilgili dosyaları biriktiriyordu. Gerek Sinan Ateş’in öldürülmesi olayı olsun, gerekse de mafya operasyonları olsun bunların hepsi MHP ile bağlantılı operasyonlardır. Erdoğan’ın ittifak yaptığı partiler ile ilgili önemli bir yöntemi vardır: Onların suç işlemesi için önünü açar ve bunları MİT aracılığı ile belgeler ve de günü geldiği zaman da mahkemede delil olarak kullanarak yargı aracılığıyla tasfiye eder. MHP’ye ittifaklık ilişkisi temelinde güven vererek, onun kadrolarının birçok suça bulaşmasını sağladığı kesindir. Bütün bunları MHP’nin üzerine gittiği zaman devreye sokacağı ve hatta MHP’yi kapatmaya kadar giden bir sürecin yaşanması (bu biraz da MHP’nin tavrına bağlıdır), büyük bir olasılıktır. Süleyman Soylu’nun içişleri bakanlığından alınması ve mafya operasyonlarının yapılması MHP’yi bir tür kuşatma hareketidir. Zaten Sinan Ateş suikasti başlıbaşına bir MİT operasyonudur. 

Erdoğan Biden başkan seçilirken, bir yandan MHP ile ittifaklık ilişkisini yürütürken öte yandan da onu çaktırmadan kuşatıyordu ve iç politikadaki seçim takvimlerinin bitmesini bekliyordu. Ama aynı anda da dış politikada ABD karşısında manevra yaparak mevzileniyordu. Onun dış politikada yapmış olduğu manevra kimse tarafından pek anlaşılmadı ve kaldı ki o da bundan pek memnundu !

Biden’ın seçilmesinden sonra Erdoğan içeride MHP’yi kuşatırken, dışarıda da ABD’nin Biden hükümetinden dolayı sorunlu olduğu ülkelerle de yakınlaşmaya başladı. Bunların başında Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan geliyordu. Bu seriyi Suriye rejimi ile yumuşama takip etti ve en sonunda Mısır ile yumuşama ile de bitti. Çünkü bu ülkelerin ABD’de Demokrat Parti hükümeti ile ciddi çelişkileri bulunuyordu ve böylece bu “memnun olmayan ülkeler birliği” birbirlerine yakın durarak, ABD’nin kendi üzerlerine yapacağı baskıyı hafifletmeye ve hatta durdurmaya çalışıyorlardı. Yine Türkiye bu açılımı, Rusya ve İran ile de sorun yaşamama ve onlarla çatışmama politikası ile birleştirerek, ABD ile İngiltere’nin kendi şahsına karşı yapacağı yaptırımları çıkmaza sokuyordu. Erdoğan, ABD ile İngiltere’nin kendisini şahsi olarak yargılayarak devletin başında uzaklaştırmak istediklerini bildiği için, onlara karşı çok geniş bir diplomasi yürüterek, böyle bir durumda tamamen Rusya,Çin ve İran’ın yanına geçeceği şantajını dolaylı olarak yapmaktadır. Bu geniş diplomasi, ABD ile İngiltere üzerinde bir tür caydırıcılık oluşturmaktadır. Bu caydırıcılık ise sürekli olarak Erdoğan’ın siyasi olarak güçlü olmasını gerektirmektedir. 

Erdoğan Biden ilk seçildiğinde, Batı’ya yanaşacağı izlenimi veren bazı taktik söylemler geliştirdi. AB üyeliğinin canlandırılması ve yine hükümette revizyon vs. gibi. Ama Biden Erdoğan’ın bu tuzaklarına gelmeyince, Erdoğan bu sefer ona karşı uluslararası alanda daha önce sorun yaşadığı ülkeler ile yakınlaşma siyasetine geçti ve bunu  pekiştirmek için de Suriye ile yakınlaşmaya başladı. ABD önce Trump ile daha sonra da Biden ile Türkiye’yi Rojava üzerinden Suriye rejimi ile savaşa sürüklemek istiyordu.Erdoğan ABD’ye adeta  mesaj verircesine Rusya ve İran üzerinden Suriye rejimi ile anlaşma aradığını gösteriyordu. Bütün bunların anlamı, rejimim için bir tehlike olursa bedelini size ödetirim demekti. Bu bedel ise Türkiye’nin tamamen karşı kampa geçme şantajıdır. Batı’da bu şantaj ciddiye alınmaktadır. 

Erdoğan bir yandan Batı’yı ve MHP’yi bıçak sırtı durumda tutarken öte yandan da kopuşma sırasında ve sonrasındaki siyasi koşulları da daha şimdiden şekillendirmeye çalışmaktadır. MHP ile kopuşma, dış politika bir kenara bırakılırsa üç önemli noktada toplanmaktadır: Yeni bir anayasa yapımı, PKK ve DEM Parti ile taktik anlaşma ve HÜDA-PAR (Hizbullah).

Anayasa tartışmasının AKP açısından çok önemli üç noktası bulunmaktadır: Laikliğin tasfiyesi ve bu temelde eğitimin dincileştirilmesi, seçim sisteminin MHP’den kurtulmak için yüzde 40’a düşürülmesi ve dini rejim altında Güneydoğu’ya İran’daki gibi bir Kürdistan isminin ve kısmi bir özerkliğin verilmesi. MHP’nin bastırılması sırasında Kürtlerin bütünü ile geçici anlaşma, MHP bastırıldıktan sonra, İran ve Suriye ile birlikte PKK ile DEM Parti’nin bastırılmasına dönüşecektir. PKK ile DEM Parti tasfiye edilirken de, HÜDA-PAR ile HİZBULLAH onların yerini alması için bu üç devlet tarafından güçlendirilecektir. AKP Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunu, PKK ile DEM’in tasfiyesi karşılığında İran ile Hizbullah ve Hüda-par üzerinden paylaşacaktır. Bu bir yandan İran’a güven verme politikasının bir aracı olurken öte yandan da Suriye’deki Türkiye yanlısı  cihadçıların İran tarafından kabul edilmesi için de bir denge unsuru olmuş olacaktır. 

AKP İran rejiminin asla düşmemesini istemektedir ve giderek rejim İran ile çok daha boyutlu bir ilişki içerisine çekilmektedir. Bunun nedenlerinden en önemlisinin, rejimin kendisini koruma ve sürdürme refleksinden kaynaklandığından şüphe yoktur. Ama bütün bunlar Batıda çok daha şiddetli karşılık bulacak ve Erdoğan rejiminin tasfiyesi için çok daha kapsamlı politikalara yolaçacaktır.  

Önümüzdeki süreçte anayasanın değiştirilmesi süreci birden olmayacaktır. İlkönce seçim yasasının değiştirilmesi gündeme gelebilir ve sonraki adımlar ise MHP bastırıldıktan sonra tedrici olarak devreye sokulabilir. Teorik olarak dini bir rejimde Kürt özerkliğinin gerçekleştirilmesi, PKK ile DEM’in tasfiyesi ile iç içe geçen bir süreç olacaktır. Aslında bu özerkliğin pratikte hiçbir anlamı olmayacaktır ama İran ve Suriye yine Irak’taki anti-Kürt güçlerin desteği ile PKK ve DEM’in üzerine giden AKP rejimi, bu özerklik söylemi ile Kürt muhafazakarları rejimin yanına çekerek PKK ile DEM’i geniş kitlelerden tecrit ederek zayıflatmaya çalışacaktır. Hiç kuşkusuz bu zayıflatma çabaları belirli bir politik ve askeri çaba ile birlikte gelişecektir.

PKK ile DEM Parti, ve dış politikanın evrimi ile bağlantılı olarak, iki gücünkıskacı altındadır :

1-MHP-İYİ Parti darbe mekaniği, ABD ve İngiltere’nin yardımıyla gerçekleşinceve Türkiye Batı’nın yanına tam geçince, Türkiye Rojava üzerinden İran ve Suriye ile savaşa girecektir. Türkiye’nin Batı’ya bağlanmasının ödülü olarak ve PYD ile YPG’nin PKK’den kopartılması için, bir bütün olarak NATO Kandil’de PKK’yi ezmeye çalışacaktır.Bu ezmenin iç politikada tamamlayanı olarak DEM Parti tasfiye edilirken, başta Avrupa olmak üzere NATO’nun etkin olduğu ülkelerde PKK’ye karşı da büyük operasyonlar yapılacaktır. MHP’nin odağında olduğu bir faşist rejimde, Kuzey Kürdistan’da bir Kürt soykırımı hemen hemen kesindir.Bu rejim Kuzey Kürtlerini tehcire tabi tutarak ve yoğun bir Türk ve Arap nüfusu buralara yerleştirerek demografik yapının değiştirilmesi için harekete geçecektir.Kuzey Kürdistan, Suriye ve İran ile savaşta bilerek savaş alanı yapılarak bu soykırım operasyonu yapılacaktır. Türkiye’nin dünya siyasetindeki ağırlığı, Batı’nın elinin-kolunun bağlı kalmasına neden olacaktır. Bu siyasi kilitlenmeyi Türk faşistleri bir soykırım fırsatı için kullanacaklardır. Eğer AKP rejimi hemen yıkılırsa, kısa dönemde ortaya çıkacak olan politik manzara bu olacaktır.Bu durum PKK’nin kısa dönemli olarak altında hemen kalkamayacağı bir yük oluşturacaktır ve bu meseleyi hemen çözecek yani rejimin bu politikalarını durduracak bir gücü de olmayacaktır. 

2-AKP, MHP ve uzantılarını bastırdıktan sonra ve de rejimini tam oturttuktan sonra, İran, Suriye,Irak ve KDP ile PKK ve DEM’i bastırmak için harekete geçecektir. MHP bastırılırken, PKK ile DEM bu üç devlet ile yapılan gizli anlaşmalar ile de kuşatma altına alınacaktır.MHP sorununun halledilmesi ölçüsünde de, PKK ile DEM’e karşı harekete geçmek için uygun bir ortam ya yaratılacak ya da bunun için beklenilecektir. Bu politika ise orta dönemli denebilecek bir politikadır.Burada AKP açısından en önemli sorun, PKK ile DEM’in yerinin nasıl doldurulacağı sorunudur. AKP’nin bunu tek başına çözme olanağı yoktur.Bunun için Kürt sorununda statükodan çıkarı olan devletlerin ve bunlara ek olarak da KDP ile beraber hareket edilmesi zorunludur. PKK ile DEM’in boşluğu, bir yandan Hüda-par ve Hizbullah aracılığıyla, öte yandan KDP aracılığıyla ve yine Arap nüfusun Kuzey’e yerleştirilmesi ile gerçekleştirilmeye çalışılacaktır.

Biri hemen AKP düştüğü zaman kısa dönemde, öteki de AKP iktidarda kaldığı zaman orta dönemde gerçekleşme riski ve tehlikesi olan bu politik manzara karşısında, Türkiye ve Kürdistan devrimci ile demokratik hareketi nasıl hareket etmelidir ?

Hem MHP odaklı hem de AKP odaklı bir rejim, Kuzey Kürdistan’da PKK ile DEM’i tasfiye etmeye çalışırken, Türkiye’de başta CHP olmak üzere bütün sosyalist ve demokratik (muhafazakar demokratlar da dahil) partileri, STK’ları, sendikaları, işçi örgütlerini vs. bastıracak ve de tepeden tırnağa oligarşik bir diktatörlük yaratmaya çalışacaktır.

Devrimci ve demokratik hareketin hata yapma lüksü yoktur. Çünkü bunun sonuçları herkes için felaket olacaktır. Yanlış bir politik hareket tarzının sonucunda, bugün Gazze’de olanlar bizzat Türk faşistleri tarafından Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirilecek, Türkiye’de bütün muhalefet bastırılarak yaprak dahi kıpırdamayacak ve herkes çaresiz bir şekilde bu politik manzarayı izlemek zorunda kalacaktır.

O halde ne yapmalı?

Ne yapmalıyı açıklayabilmek için, öncelikle Türkiye’de devrimci ve demokratik hareketin durumunu doğru bir şekilde ortaya koyabilmek gerekir. Bu noktada başta CHP ile DEM’in legal siyaset açısından ve PKK’nin de illegal siyaset açısından doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Ama bundan önce Türkiye’de devrimci siyaset içerisinde yaygın olan ve yaygın olduğu kadar da yanlış olan bir noktanın düzeltilmesi ve de bu temelde analiz yaparak izlenmesi gereken politikanın belirlenmesi gerekmektedir. Bu nokta “siyasi meşruiyet”in genel ülke siyaseti içerisinde nerede yattığı sorunudur. Bu sorunun bugüne kadar yanlış ele alınması, devrimci hareketi kötürüm yapmış (aynı şekilde tersi de yasal hareketi kötürüm yapmıştır) ve bütün politik ve askeri adımlarının yanlış ve isabetsiz olmasına neden olmuştur.

Sorunu eğip ve bükmeden şu soruyu soralım: Siyasi meşruiyet nerede yatmaktadır: seçim sistemi içerisinde mi yoksa burjuva devletin parçalanmasında mı? Bu soruyu başka şekilde de sormak mümkündür: seçim sistemi etrafında yasal ve yasadışı güçlerin birliğinden oluşan ve yasadışı güçlerin yasal güçlerin büyümesini hedefleyerek ele alınan bir strateji mi daha etkilidir yoksa yasal siyaseti tamamen yasadışı siyasete tabi eden bir siyaset mi daha  etkili ve rejimin yıkılmasını olanaklı hale getirir?

Biz birincisinin daha etkili olduğunu ileri sürüyoruz ve bu temelde politik ilişkilerin ve mücadelenin ele alınmasını ileri sürüyoruz. Bu mücadele tarzı ise öyle sanıldığı gibi, kapsamlı bir savaşın geliştirilmesini de dıştalamaz. Hatta tam tersine savaşın daha kapsamlı kurulmasına izin verir. İkinci yol dar bir politik temelde hareket ettiği için hiçbir zaman terörizmin dar ufukunu aşan bir politik ve askeri mücadele ortaya koyamazken, birinci yol tarihsel ve mantıksal sonuçlarına götürüldüğünde Kurtuluş Savaşı dönemindekine benzer kapsamlı bir mücadeleye dönüşebilir.

Bu kısa teorik belirlemeyi yaptıktan sonra asıl konumuza yani AKP-MHP (İYİ Parti) kavgasında, muhalefet nasıl hareket etmelidir sorununa gelelim. Muhalefet AKP ile taktik bir yakınlaşma geliştirerek, onun MHP ve uzantılarını bastırması için elini mi rahatlatmalı yoksa “iki gerici klik arasında bir mücadele” diyerek tarafsız mı kalmalıdır? Yukarıda her ikisinin kazanması durumunda nelerin olacağını kısaca belirttik. O halde nasıl hareket etmek gerekir?

Sorunu doğru çözebilmek için bir tarihsel örnekten yararlanmaya çalışacağız. Her ne kadar yapacağımız benzetme biraz tuhaf görünse de ve her iki dönemin koşulları farklı olsa da, bize bazı politik sonuçlar çıkarma olanağı verecektir. Bugün Türkiye’de ortaya çıkan durum, farklı bir biçimde Rusya’da 1917’nin yaz aylarında ortaya çıkan duruma benzemektedir.

O halde Rusya’da 1917’nin yaz aylarında ne oldu?

Rusya’da Şubat devriminden sonra ortaya bir ikili iktidar çıktı. İlki parlementoda oluşan bir hükümet idi.Kadet,Menşevik ve Sosyalist devrimcilerden oluşuyordu ve adına Geçici Hükümet deniliyordu. İkincisi ise halkın özerk örgütleri olan sovyetlerin oluşturduğu ve kendisini hükümet gibi dayattığı bir Sovyet Hükümeti’ydi. Bu sovyetlerde Bolşevikler örgütlüydüler ve bu sovyetlerin iktidarı tamamen ele geçirmesi yönünde propaganda ve ajitasyon yürütüyorlardı. İki iktidar odağı arasındaki ilişkiler Temmuz 1917’de giderek kötüleşti. Geçici Hükümet’in savaşa devam etmesi ve halkın temel sorunlarını çözememesi sonucunda sovyetlerde etkili olan işçi ve emekçiler Temmuz ayının başlarında Bolşevik Parti’den bağımsız olarak büyük gösterilere başladı. Parti kitlelerden kopmamak için bu gösterilere barışçıl bir biçim verdi ama buna rağmen Geçici Hükümet silah kullanarak 700’e yakın işçiyi katletti. Bu büyük olaylar sonucunda Başbakan Prens Lvov istifa ederek yerini Savaş Bakanı olan Aleksandr Kerenski’ye bıraktı.

Kerenski bu Temuz Olayları’ndan Lenin ve Bolşevik Parti’yi sorumlu tuttu ve parti lider ile kadrolarına karşı yakalamalara başladı. Lenin Finlandiya’ya kaçarak yeraltına çekildi ama başta Troçki olmak üzere birçok üst kadro tutuklandı. Bu olayların temel özelliği, Şubat devrimini yapmış olan ve bu devrimden çıkarı bulunan politik güçlerin ilk defa kendi aralarında böylesine büyük bir kavgaya tutuşmuş olmaları ve de kanlı-bıçaklı hale gelmiş olmalarıydı. Devrimin kendi içerisinde bu bölünmesi, Çarlık Ordusu’nun komutanlarının gözünde kaçmadı ve bu durumu hemen fırsata çevirmek istediler. Çünkü Geçici Hükümet ile pratikte hükümet gibi hareket eden Sovyet Hükümeti arasındaki bölünme, her iki gücü ayrı ayrı ezme fırsatı veriyordu. Çarlık Ordusu’nun saldırısı karşısında ne Geçici Hükümet ne de Bolşevikler tek başına direnebilirdi. Kerenski hükümetini deviren Çarlık Ordusu, kolayca Bolşevikleri de ezerek, onları tekrar yeraltına iterek, kitleler ile bağlarını zayıflatacaktı. Bu da Bolşevikleri iktidardan hedefinden uzaklaştıracak ve belki Ekim Devrimi hiç olmayacaktı.

İşte Temmuz olaylarından yaklaşık bir buçuk ay sonra, Çarlık Ordusu generallerinden General Kornilov, Kerenski hükümetini devirmek için harekete geçti. Bu durum karşısında Bolşevikler temel bir politik problem ile karşı karşıya kaldılar: Kerenski hükümetini Kornilov ordusu karşısında yalnız mı bırakmak lazım yoksa Kerenski’ye direk destek vermeden ama güçleri birleştirerek Kornilov’u yenip ve Kerenski hükümetini geçici bir süre kurtarıp, iktidarı almak için uygun bir anı mı beklemek lazım?

Eğer Lenin bu sorunda yanlış hareket etmiş olsaydı.Biz bugün başka bir dünyada yaşıyor olacaktık! Lenin’in bu noktadaki tutumu tarihin gidişatı üzerinde çok büyük bir etki yapmıştır. Lenin doğru bir karar vererek, direk Kerenski’ye destek vermeden onun hükümetini geçici olarak Kornilov’u beraber yenerek korumuş ama bu korumayı iki ay sonra iktidarın alınmasına bağlamıştır.

Bugün de Türkiye’de, MHP-İYİ Parti ve NATO ittifakı, AKP rejimini devirmek için sinsi bir şekilde harekete geçmiş durumdadır. Erdoğan ile partisinin bu darbeyi tek başına durdurma gücü ya yoktur ya da sınırlıdır. Bundan dolayı özellikle de son dönemlerde PKK ile DEM Parti ile dolaylı bir anlaşma için zemin yoklamaktadır. İşte bu durum karşısında başta CHP olmak üzere, DEM ve PKK’nin nasıl hareket etmesi gerekmektedir?

Hem MHP hem de AKP tehlikesini bertaraf etmek için ne CHP’nin ne DEM ile PKK’nin tek başına gücü yetmemektedir. CHP’den PKK’ye kadar olan geniş bir cephede büyük ve geniş aynı şekilde ortak bir politika zorunludur. PKK ve DEM’siz bir CHP hem AKP’yi hem de MHP’yi durdurmak için yetersiz olacaktır. CHP’siz bir DEM ile PKK yine aynı güçleri durdurmak için “kısa” kalacaktır.

İşte bu noktada CHP’nin rolü ve önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır ve bundan dolayı onun şimdiki durumunu analiz ederek, nasıl bir rol oynayabileceğinoktasında bazı spekülasyonlarda bulunmaya çalışacağız.

DİPNOTLAR:

2-2- Bakınız: http://demokratikbirlik.org/erdogan-joe-biden-ve-manevra