AKP-MHP Kavgası ve Muhalefet-IV
Demokratik hareketin önemli bir potansiyeli CHP ve hinterlandında bulunurken, diğer önemli bir parçası da DEM Parti ile PKK hinterlandında bulunur. Hatta içinde geçilen süreçte PKK’nin silahlı gücü ve bu gücün siyaset üzerindeki etkisi onu daha da önemli hale getirmektedir. Bir CHP-DEM Parti ittifakının, PKK’nin sert güçleri ile dolaylı olarak koordine edilemesi halinde, faşizm üzerinde oldukça büyük ve yıkıcı sonuçları olacaktır.

PKK ve DEM Parti-I
Kemal Erdem
Demokratik hareketin önemli bir potansiyeli CHP ve hinterlandında bulunurken, diğer önemli bir parçası da DEM Parti ile PKK hinterlandında bulunur. Hatta içinde geçilen süreçte PKK’nin silahlı gücü ve bu gücün siyaset üzerindeki etkisi onu daha da önemli hale getirmektedir. Bir CHP-DEM Parti ittifakının, PKK’nin sert güçleri ile dolaylı olarak koordine edilemesi halinde, faşizm üzerinde oldukça büyük ve yıkıcı sonuçları olacaktır.
Ama buradaki temel sorun, yukarıda belirttiğimiz gibi bir yandan CHP’nin yanlış liderlik ve siyasetinden kaynaklanırken, öte yandan da Kürt Hareketi’ndeki yanlış bir devrim anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu iki yanlışlık, Demokratik Ulus güçlerinin dağınık ve parçalı kalmasına neden olarak, her iki tarafın da faşizm karşısında zayıf kaldığı ve ayrı ayrı kafeslendiği bir politik duruma neden olmaktadır. Ama bu düğümün çözümü de yine Kürt Hareketi’nde bulunmaktadır.
Aslında sorunun teorik ve politik çerçevesi, doğru bir şekilde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından koyulmuştur. Ama PKK’nin Kandil Önderliği’nin, Öcalan’ın soruna yaklaşımını ya anlayamamasından ya da bu yaklaşımı “çok reformist” bulmasından dolayı pratikte uygulamaması, Türkiye’de Demokratik Ulus güçlerinin (buna CHP de dahil elbette), dağınık ve parçalı kalmasına ve de bundan dolayı da sürekli darbelenmesine neden olmaktadır.
PKK’nin Kandil Önderliği bizim yaptığımız bu eleştiriyi asla kabul etmemekte ve kendi stratejik pozisyonlarının doğru olduğunda ısrar etmektedir. Barış Süreci’nde Abdullah Öcalan ile Kandil arasındaki ideolojik dekalajın yani uyumsuzluğun ne olduğunu kapsamlı bir şekilde ele aldık (1). Bu ideolojik ve politik uyumsuzluk, Barış Süreci sonunda PKK’nin darbelenmesine ve temel stratejik hedefinin gerçekleşememesine neden olarak PKK’yi, Kürt Hareketi’ni ve genel olarak da Türkiye’de demokratik hareketin faşizm tarafından parçalanarak, baskı altına alınmasına neden olmuştur.
Şimdi tehlike daha önce belirttiğimiz gibi çok daha büyüktür ve hareket 1999 darbesinden de ağır bir fatura ile karşı karşıya kalabilir. PKK’nin hata marjı da artık bitmiş ve olaylar bir tarihsel kırılma noktasına doğru ilerlemektedir. 1915’te Ermenilerin başına gelenler , önümüzdeki süreçte Kürtlerin başına gelebilir ve bu tehlikeyi her küçümseme felaketi çağırma ile eşanlamlıdır. İçine girdiğimiz konjonktür ne 1999’a ne de 2013’e benzemektedir. Çünkü bu konjonktürlerde bir dünya savaşı tehlikesi yoktu ama şimdi bu tehlike kapıdadır ve NATO ittifakı bütün dünyayı saçlarından tutmuş sürükleye sürükleye bu dünya savaşının ortasına doğru götürmektedir. Üstelik zaman da NATO ittifakını baskı altına almış durumdadır ve bu durum ittifakın çok acımasız hareket etmesine neden olmaktadır. Bundan dolayı asla PKK’ye ve Kürt Hareketi’ne acımayacaklardır. Bir karşılaştırma yaparsak eğer, bugünkü konjonktür Birinci Dünya Savaşı öncesi 1912-1913 dönemine benzemektedir ve bu dünya savaşının patlak vermesinden az öncesidir.Bundan dolayı PKK’nin hata yapma marjı yoktur: ya PKK geliştireceği doğru bir strateji ve taktik bir bütünlük ile Türkiye’de faşizmin yıkılmasına götürecek bir mücadeleye dolaylı olarak önderlik edecek ya da büyük bir darbe yiyerek ve genel olarak demokratik hareketin savunmasız kalmasına neden olarak büyük bir toplumsal kıyımın yaşanmasına neden olacaktır.
O halde PKK’nin hatalarının nerelerde düğümlendiğini açık ve net olarak belirtmemiz gerekir. Çünkü bu hataların devam etmesi halinde, yekpare olarak Demokratik Ulus ittifakı çıkmaza girecek ve demokratik cephe faşizmden gelecek darbeleri karşılamayacak durumda olacaktır. Hem MHP odaklı gelişecek hem de AKP’nin MHP’yi tasfiye ettiği ve rejimini kurtararak demokratik hareketi tamamen ezmek için harekete geçtiği bir faşist rejim karşısında dayanabilmek ve bu rejimleri yıkacak toplumsal güce ulaşabilmek için, PKK’nin bugüne kadar yapmış olduğu hatalardan vazgeçmesi gerekmektedir, ki bu hatalar Barış Süreci sonunda PKK’yi büyük bir darboğaza sürüklemiştir.
O halde bu hataların ne olduğunu kısaca belirtelim:
1-Stratejik Denge Konumu teorisini yanlış uygulaması;
2-Stratejik öncelik sorununu yanlış ele alması;
3-Rojava sorununu özel olarak Kürdistan ve Ortadoğu, genel olarak da dünya siyaseti içerisine yanlış konumlandırması;
4-Ulusal Kongre ve KDP sorununu yanlış ele alması;
5-Faşizmin yıkılışını genel bir Demokratik Cumhuriyet söylemi ve stratejisi temelinde yaparak bütün demokratik güçleri bu tarihsel zeminde toplamak yerine, bu demokratik hareketin parçalanmasına ve dağınık kalmasına neden olan Kürt Özerkliği söylemi temelinde soruna yaklaşması.
Neredeyse PKK çizgisinin genelinde bir sorun bulunmaktadır! Ama Kandil bu sorunların varlığını kabul etmemektedir ya da bu sorunlarda doğru davrandığını iddia etmektedir. İlk dört nokta ile ilgili olarak farklı çalışmalarda detaylı analizler yaptık ve burada tekrar etmeye gerek yoktur. Ama konumuz ile direk bağlantılı olduğu için beşinci şıktaki sorunu ele almaya çalışalım. Kaldı ki, bu son nokta ile ilgili olarak Öcalan’ın da Kandil’e ciddi uyarıları olmuştur ve Kandil’in soruna yaklaşımını reddetmiştir. Ama Kandil bu noktadaki yaklaşımında ısrar ederek ve üstelik 2015’teki Demokratik Özerklik Atılımı faciasına imza atarak sorunu daha da ağırlaştırmıştır.
Faşizme karşı mücadelenin genel bir demokratik cumhuriyet söylemi altında değil de bir Kürt özerkliği temelinde yürütülmesi, Türkiye’de (aslında bu İran ve Suriye için de geçerlidir) Demokratik Ulus güçlerinin tek bir cephe içerisinde birleştirilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Bunu bilen Öcalan, Barış Süreci’nde Kandil’in ısrarla özerklik söylemini devlete dayatmak için bastırmasını her seferinde geri çevirerek reddetmiştir. Böyle bir politika, DEM (geçmişte HDP idi) üzerinden CHP ve diğer demokratik güçler ile giderek gelişen ve güçlenen bir ittifaklık ilişkisini çıkmaza sokardı, ki soktu da. Böylece demokratik güçler dağınık ve parçalı kalarak, ilkel ve etkisiz bir politikanın bağımsız halkalarına dönüştüler.
Bir hareket kendi düşmanlarından da öğrenmelidir. Bir insanın en büyük öğretmeni yine kendi düşmanıdır. Bu noktada AKP bir çok dersler ile doludur. Daha başından itibaren teokratik bir devlet yaratmak için kodlanan bu parti, hedefine yaklaşmış iken dahi bu dinci devleti direk olarak hedeflediğini ilan etmemektedir.AKP liberalizmi yani genel bir demokrasi söylemini kullanarak Kemalist rejimi yıkmış ama dinci rejimi inşaa ederken de pratikte bunu “çaktırmadan” ilerletmeye dikkat ederek ve açıktan bu rejimi hedeflediğini belirtmeyerek esnek bir politikayı benimsemiştir. Bu esnek politika ise onun için bir savunma kalkanı görevi görmektedir. Günümüzün modern siyaset dünyasında bu tür hedefler önceden açıkça söylenmez ve sadece toplum dikkatli bir şekilde genel bir demokratik söylem içerisinde bu noktaya doğru yönlendirilir ve gerekli bilinç birikimi oluşunca da resmilik kazandırılır.
PKK Rojava’da özerklik şiarı ile mi iktidar oldu? Hayır! Baas rejiminin içsavaştan dolayı çekilmesi sonucunda Rojava halkını korumak için oraya yerleşti ve zamanla da bunu yanlış bir şekilde özerkliğe çevirdi! Biliyorum bundan dolayı bize kızılacak ama Suriye’de dahi özerklik yanlış bir politikaydı! Bugün PKK’yi Rojava’da çıkmaza sürükleyen de bu zamansız özerklik politikası olmuştur (Az ileride tekrar döneceğiz bu konuya).
Bu genel değerlendirmeden sonra, biz yine konumuza dönersek, AKP-MHP kavgasında PKK ile DEM Parti’nin tutumu ne olmalıdır?
Konjonktürün evrimi ile ilgili olarak yaptığımız analizden de görüldüğü gibi, AKP ile PKK’nin çıkarları kısa dönemli olarak kesişmektedir (Lenin ile Kerenski’nin çıkarlarının Kornilov karşısında kısa bir dönem kesişmesi gibi). AKP MHP’yi bastırmak için PKK ve DEM ile geçici bir anlaşmaya mahkumdur. PKK ise Kandil ve Rojava’da ezilmemek için aynı şekilde MHP’nin bastırılmasında çıkarı bulunmaktadır. AKP MHP karşısında iktidarını korurken, geçici ve dolaylı olarak istemeden PKK’yi de belirli bir süre korumuş olacaktır.Bu küçük fark asla küçümsenmemeli ve yok sayılmamalıdır. Çünkü aksi taktirde sonuçları faleket olacaktır.
PKK orta dönemde AKP ile varoluşsal bir mücadele tutuşacakken, MHP’nin AKP’yi Batı’nın desteği ile iktidardan indirmesi durumunda kısa dönemde varoluşsal bir mücadeleye tutuşmak zorunda kalacaktır. PKK’nin zamana ihtiyacı bulunmaktadır ve bu zamanı da en verimli şekilde yani AKP demokratik muhalefete dönene kadar da oldukça verimli kullanmak zorundadır.
PKK’nin AKP iktidarı karşısındaki tutumu, “AKP’nin ne olursa olsun hemen yıkılması gerekir” şeklinde olamaz. Dünya siyasetinin analizi, bizim bu şekilde düşünmemize engel oluşturmaktadır. Çünkü AKP rejiminin hemen devrilmesi durumunda iktidara gelecek olanlar bellidir yani MHP odaklı bir faşist rejim ortaya çıkacaktır.Bundan dolayı AKP’yi hemen yıkmak için harekete geçmek, MHP-İYİ Parti ile ABD ve İngiltere’nin ekmeğine yağ sürmek demektir.Bunun direk sonucu olarak PKK Kandil ve Rojava’da ezilecektir.
PKK’nin bölge ve dünya devletleriyle ilişkilerinin doğası, Türk iç siyasetindeki güç ilişkilerinin yapısına bağlı hale gelmiştir ve bu güç ilişkilerinin yapısından hareketle dış ilişkileri ayarlamak gerekmektedir.İç politikada yapılacak bir hata, dış güçler ile ilişkilerin de yanlış ele alınmasına neden olacaktır. Bundan dolayı PKK’nin AKP-MHP kavgasında ilk seçeneği, AKP’nin MHP’yi bastırması olmalıdır. Ama nasıl AKP MHP’yi bastırırken de, PKK ile DEM’i tasfiye için hazırlık yaparken, PKK de AKP’nin MHP’yi bastırmasını sağlarken, onun iktidarını yıkmak için de hazırlık yapmalıdır.Ama bütün bunların planlaması da doğru ve isabetli olmalıdır. 2013-2015 arasına benzememelidir.
PKK için gerekli olan hareket planı, hangi seçenek ortaya çıkarsa çıksın sürekli olarak güçlü pozisyonda kalınacak bir hareket planı olmalıdır. Bu da Türk iç politikasındaki güç ilişkilerine doğru bağlanarak, bu güç ilişkilerindeki değişimin gerektirdiği dış manevraları zamanında ve yerinde yapmakla mümkündür.
O halde AKP ve MHP iktidarlarında KCK’nin nasıl hareket edebileceği ihtimallerini ele alarak sorunu daha da netleştirmeye çalışalım. Önce AKP’nin MHP’yi tasfiye ederken ve ettikten sonra PKK ve DEM’in neler yapabileceklerini belirlemeye çalışalım.Unutmamak gerekir ki, Abdullah Öcalan Barış Süreci’nde bu politikanın genel hatlarını ortaya koymuştu ama bu politikanın günümüz koşullarında tekrar güncellenerek geliştirilmesi gerekmektedir.
PKK ile DEM Parti’nin AKP karşısında nasıl bir tutum alması gerektiği sorununa geçmeden önce bir noktanın yine aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. O da Barış Süreci’nde AKP’nin ülke, bölge ve dünya siyaseti içindeki konumu ile günümüzdeki konumu arasındaki farktır. Bu fark yeterince bilince çıkarılmadan çok ince taktiklerin uygulanması mümkün değildir.
AKP’nin 2013-2015 arasında, İran ve Suriye ile ilişkilerinin boyutu ile günümüzdeki boyutu birbirinden farklıdır. Bu farklılık rejimin kendisine olan tehditleri algılama farklılığından kaynaklandığı gibi, geçen on yıl zarfında ortaya çıkan siyasi evrimin yapısından da kaynaklanmaktadır. Günümüzde Batı İttifakı 2013-2015’ten farklı olarak, artık AKP rejimini kendi tarafına kazanma umudunu tamamen yitirmiş durumdadır ve rejimi ya aldatarak tuzağa düşürmek için ya da iç politikada bir denge kaybı yaratmak ve de Erdoğan’ı devletin başından uzaklaştırmak için çalışmaktadır. Bu durum ise AKP’nin daha fazla Doğu bloku ülkelerinin yanına kaymasına neden olmuştur/olmaktadır.AKP rejimi artık güvenliğini İran ile daha da yakınlaşma ve onun üzerinden Suriye ile de belirli bir denge arama üzerine kurmuş durumdadır.
Bu yeni konjonktür ve bu konjonktür içerisinde konumlanarak rejimini koruma refleksi AKP’yi üç düğümden oluşan bir stratejik problemi çözme sorunu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu düğümlerin her biri farklı bir zaman aralığında bulunmakta ve her seferinde güç ilişkilerinde bir düzenlemeyi gerekli kalmaktadır ki, PKK’ye belirli bir manevra imkanına da olanak sağlamaktadır. Bu üç düğüm sırasıyla : 1-MHP ve uzantılarını bastırmak ; 2- PKK ile DEM Parti’yi bastırmak ; 3- Rojava’yı bastırmaktır.
AKP MHP’yi bastırarak kendi rejimini kurtarmak istemekte, PKK ile DEM Parti’yi İran ile birlikte bastırarak bu rejimi sağlamlaştırmak istemekte ve son olarak da Rojava’yı bastırarak da kendi rejiminin bölgesel güvenliğini kurmak istemektedir. İçeriden dışarıya doğru yönelen ve farklı irtifalarda sürekli ivmelenen bir politik ve askeri vektör söz konusudur.Üç özel bölüme ayrılan bu genel strateji, süreç içerisinde farklı güçler ile darbelerini ortaklaştırma üzerine oturmaktadır: İran, Irak, Suriye ve KDP. Bu sonuncusunun yani KDP’nin durumu son üçünden farklıdır. Aynı durum Suriye için de geçerlidir.
PKK için en önemli mesele, AKP’nin MHP’yi bastırması sırasında ya da olaylar bu yönde ilerlerken, beş gücün (Türkiye, İran, Suriye, Irak ve KDP’nin) ortaklaşa bir şekilde PKK’ye saldırmasını imkansız kılmak olmalıdır. Başka bir deyişle PKK, bu beş gücün güçlerini bölgesel ölçekte koordine etmesini, AKP-MHP kavgası sırasında imkansız hale getirmelidir. Bunun için ise bu farklı güçler arasında ritm bozukluğu yaratmalı ve güçlerin belli bir zamanda eşleşmesini olanaksız kılmalıdır. PKK ancak farklı güçler arasında ritm bozukluğu yaratarak farklı güçlerin birleşmesini önleyebilir ki, bu da farklı güçler arasındaki çelişkilerin doğru analiz edilmesine bağlıdır. Ama bu doğru analiz ise felsefi ve ideolojik derinlik ile yakından bağlantılıdır. Barış Sürecinde (2013-2015 arasında) bu analiz yanlış yapılmıştır ve sonuçları da PKK için yıkıcı olmuştur. PKK’nin ikinci defa aynı yanlışı tekrarlama lüksü yoktur ve bu sefer sonuçlar tek kelimeyle felaket olacaktır.
PKK’nin içinden geçtiğimiz süreçte darbe yemeden çıkışı üç temel prametrenin güçlü birliğine bağlıdır: 1-Stratejik denge konumunun doğru uygulanmasına; 2- Stratejik önceliğin doğru belirlenmesine; ve 3- Doğru belirlenen stratejik önceliğe uygun olarak manevraların doğru ve yerinde yapılmalarına bağlıdır.
Stratejik denge konumu hem Batı (NATO, İsrail ve bunaların uzantıları) ile hem de Doğu (Rusya,Çin, İran ve Suriye ile bunların uzantıları) ile PKK’nin taktik bir yakınlaşma yapma olanağının sürekli açık bulunması ve zamanında bu yakınlaşma ya da uzaklaşmaların belirlenmesi ile karakterizedir. Hareket tehditin ortaya çıkma yönü ile bağlantılı olarak, taktiksel açıdan karşı tarafa yaklaşma olanağına sahip olmalı ve asla tehditi tek başına göğüsleme çılgınlığına düşmemelidir. Darbenin geldiği ya da geleceği yönünün aksi yönünde bulunan güçler ile taktik yakınlaşma eğer mümkünse onların “arkasına saklanarak”, kendi güvenliğini garanti altına alma şeklinde olmalıdır. “Arkasına saklanma”nın anlamı, kendi stratejik önceliğini farklı güçlere dayatmaktan ziyade, farklı güçlerin stratejik önceliklerine göre pozisyon alarak ve taktik olarak buna angaje olmuş gibi görünerek, kendisine gelen darbeyi siyasi olarak çok geniş bir alana yayarak karşılamadır.
Hem zamanında kamp değiştirmenin hem de bu değişimi yaparken taktik yakınlaşmanın derecesi ve çerçevesinin doğru kurulması gerekmektedir, ki bunun ise tek bir yolu vardır: Belirsiz olmadır. Belirsizlik stratejik güçlülüğün göstergesidir ve siyasi esnekliğin elde bulundurulması ve de gelecekte atılması muhtemel adımların bugünden gizlenmesine hizmet ederek, farklı düşmanların pozisyon almasını olanaksız hale getirir. Bugün bu politikayı çok güçlü bir şekilde AKP ve Erdoğan uygulamaktadır, ki bu onu oldukça tehlikeli yapmaktadır. PKK’nin mutlak suretle AKP gibi belirsizlik konumuna çekilmesi gerekmektedir, ki bunun politik çerçevesini Abdullah Öcalan Kandil’e vermiştir: Demokratik Cumhuriyet.
Soruna yakından bakıldığı zaman Demokratik Cumhuriyet söylemi, PKK’yi bütün Ortadoğu ölçeğinde politik ve stratejik olarak her iki kampın kesişme noktasına yerleştirecektir. Demokratik Cumhuriyet söylemi Kürt Özerkliğinden çok daha güçlü bir söylemdir ve PKK’nin manevrasını kolaylaştırarak, onun karşısındaki düşman cephesinin dağınık kalmasına neden olacaktır. Zamansız bir Kürt Özerkliği söylemi, onun esnekliğini elinden alarak, bölge devletleri ile katı ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır/olacaktır. Türkiye, İran ve Suriye’de Kürt Özerkliği talebi, geniş halk yığınlarında ve yine bu devletlerin yönetimlerinde ve hatta muhalefetlerinde “ülkenin bölünmesi” ve bağımsızlık ile neredeyse eşanlamlı olarak algılanmaktadır. Eğer Robinson Cruzo olsaydık sorun yoktu ama güçlü müttefiklik ilişkilerine ihtiyaç bulunmaktadır ve büyük bir darbe geldiği zaman Hareketi Kürt Özerkliği söylemi değil, güç ilişkileri kurtaracaktır.
Türkiye, İran ve Suriye’de ilk önce Demokratik Cumhuriyet’in ortaya çıkması için mücadele etmek ve bu Demokratik Cumhuriyet söylemi içerisine Kürt reformalarını yerleştirmek ve de bu ülkelerin iç politiklarında daha geniş bir ittifak yapısının oluşumunu kolaylaştırmak,PKK’ye muazzam bir manevra alanı açacaktır. Demokratik Cumhuriyet söylemi hem Batı’nın bu ülkelerdeki otoriter rejimleri devirme politikasına bağlanabilir hem bu ülkelerin muhalefetlerinin demokratikleşme politikalarına bağlanabilir, ilginçtir ama hem de bu otoriter ülkelerin yönetimleri ile de taktik anlaşmalara izin vermektedir. Bu da PKK’den önce başka güçleri kendi aralarında savaşa sürüklemeye izin vererek daha sonra PKK’nin dahil olduğu bir savaşa neden olmaktadır.Şimdi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyeti kendi siyasetinin odağına niçin koyduğunu daha iyi anlıyoruz. Çünkü bu strateji PKK’ye muazzam bir esneklik ve manevra gücü vermektedir.
Zaten PKK hem Türkiye’de hem de İran’da olayların zorlaması sonucunda pratikte bu noktaya çekilmiş durumdadır. Özellikle Türkiye’de PKK pratiği zorunluluktan dolayı Demokratik Cumhuriyet temelinde yürümektedir. Suriye’de özerklik Batı ile fazla yakınlaşmaya neden olarak taktik çerçevenin zorlanmasına neden olmuş ve Batı ile ilişkilerin Rojava’da taktik mi yoksa stratejik mi olduğu belli değildir. Bu durum yanlış özerklik politikasının sonucudur. Normal koşullarda (Öcalan da aynı fikirdedir) PKK’nin Suriye’de Baas rejimi ile daha da yakınlaşması gerekirken, özerklik politikası nedeniyle uzaklaşmaya ve güvensizliğe neden olarak, geçmişten beri varolan olumlu ilişkilerin zedelenmesine neden olmuştur. Türkiye ve İran’dan faklı olarak Suriye’de müttefiklik ilişkileri Baas rejimi üzerinden yürümelidir ve bu rejimin evrim geçirip Demokratik Cumhuriyete evrilmesi mümkündür. Kürt özerkliği Suriye’de, rejimin düşmanları ortaklaşa bastırıldığı zaman, bunun ortak ödülü olarak ortaya çıkabilir/çıkacaktır.Böylece ikisi arasındaki ilişki vazgeçilmez bir ilişki olacaktır. Suriye’de rejime yaklaşan PKK, İran’da zamanı geldiğinde Molla rejiminin düşüşüne katıldığı zaman, Suriye’deki rejim PKK’ye daha fazla bağımlı hale gelerek, Suriye’deki Kürt özerkliğini daha çok kabul edecek ve destekleyecektir.
Demokratik Cumhuriyetin çiğnenmesinin neden olmuş olduğu bir başka problem de KDP ile ilişkilerin daha da kötüleşmesidir. İlk bakışta bu fikir dışarıdan bakıldığı zaman anlamsız gibi gelebilir, o halde biraz açalım.
Eğer PKK Suriye’de Demokratik Cumhuriyet temelinde soruna yaklaşsaydı, KDP ile ilişkiler çok daha farklı bir şekilde gelişebilirdi. Suriye’de özerklik politikası bir tuzaktı ve PKK bu tuzağa düştü. Özerklik yolunda ilerledikçe, PKK’nin izlediği politika farklı bir biçimde KDP’nin politikalarına benzemeye başladı.
Bugün neredeyse PKK ile KDP arasında dolaylı bir savaş vardır ve sıcak bir savaşa dönüşme potansiyelini içinde barındırmaktadır. Ama kimse bunun niçin böyle olduğunu sorgulamamaktadır. Bugün PKK ile KDP arasındaki sorunun kaynağı Rojava’dır. Rojava noktasında bazı gerçekler kamuoyu tarafından yanlış bilinmektedir ve bu yanlışlık bizzat bu sürecin aktörleri tarafından bilerek oluşturulmuştur.
2014 Ekim’inde IŞİD Batı’lı emperyalistler tarafından Rojava’ya bilerek saldırtılmıştır. ABD Başkanı Barack Obama’nın “çocuğu” olan IŞİD’e, Musul ve Kerkük’e hamle yaptırıldıktan sonra Rojava’ya saldırtılarak, burada bir PKK hakimiyetinin önüne geçilmesi sağlanmıştır. IŞİD’in saldırısının amacı, burayı PKK kontrolünden alarak Batı ve Türkiye ile yakın ilişkilere sahip olan KDP’ye vermekti. Böylece hem Türkiye rahatlatılmış olacaktı hem de KDP’nin güvenlik ve ekonomik kaygıları giderilmiş olacaktı.
2014 Ekim’indeki saldırılarda Rojava düştü düşecekken, PKK Rojava’nın elde kalması karşılığında bazı tavizleri kabul etmek zorund kaldı. Bu tavizlerin iki tane olduğunu tahmin ediyoruz: 1- Rojava’nın KDP ile PKK arasında bölüşülmesi; 2- Batı İran rejimini yıkmak için harekete geçerken PKK’nin PJAK ile İran rejiminin yıkılmasına katılması.Bu temelde de YPG etiketi altında PJAK silahlandırılmaktadır. Bugün ABD’nin Rojava’da eğittiği YPG’nin önemli bir kısmı aslında PJAK’tır.
PKK zaman kazanmak için ABD’nin bu koşullarını kabul etti. Ama bazı öngörülmeyen olaylar yaşanınca bir belirsizlik ortamı oluştu. Bu belirsizlik ortamı PKK’nin zaman kazanmasına ve KDP ile ABD’yi belirli bir süre oyalamasına olanak sağladı. Bu belirsizliğin en büyük nedeni ise Türkiye’de Erdoğan rejimi olmuştur.
2013’teki Barış Süreci’nin nedenlerinden bir tanesi de ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısıydı. Türkiye ile PKK arasında uzun sürece yayılacak bir ateşkes, bir yandan Türkiye’nin reform yaparak ve demokratikleşerek AB’ye girmesine neden olacaktı, öte yandan da PKK’nin bu anlaşmadan yararlanarak güçlerini İran’a kanalize etmesini sağlayacaktı. Barış Süreci’ni Erdoğan daha da otoriter olmak için kullanınca ve PKK ile bir anlaşmaya gelmeyince, PKK de bu Barış Süreci’ni Rojava’da iktidarını güçlendirmek için kullanmaya başladı. Bu politikaya Batı ve Türkiye IŞİD saldırısı ile karşılık verdi. Ama aynı anda da Erdoğan Batı’dan uzaklaşmaya ve Batı’nın planlarını baltalamaya başladı.
Türkiye PKK ile uzlaşmadığı için PKK İran rejimi ile ateşkese devam etmektedir. Bu ateşkes devam ettiği için de KDP ile Rojava’yı bölüşmek noktasında ayak diremektedir. Uzun zaman PYD ile ENKS arasında görüşmeler sürdü ve bu görüşmeler 2021 yılında KDP’nin Türkiye ile ilişkilerinin derinliği gerekçe gösterilerek PKK tarafından kesildi. Bu andan itibaren KDP Türkiye ile çok kapsamlı bir ilişkiye girmiş durumdadır.
KDP PKK tarafından aldatıldığını sanmaktadır. Duhok Anlaşması’nın gizli maddelerinin olduğunu ve bu maddelerin KDP ile ilgili kısmının PKK tarafından uygulanmadığını düşünüyoruz. Eğer böyle bir gizli madde olmasaydı, PKK KDP ile Rojava’yı bölüşmek için görüşmezdi. Rojava’yı ise KDP kendisi için bir varoluşsal mesele olarak ele almaktadır. KDP ileride PKK’nin bütün Kürdistan genelinde güçlendiği zaman KDP’yi yokedeceğini düşünmektedir. Bundan dolayı da her yolla PKK’nin zayıflatılması ve darbelenmesi politikasını çok boyutlu olarak yürütmektedir.
Bu bir Kürt trajedisidir!
Burada okur şöyle bir soru sorabilir: Demokratik Cumhuriyet söylemi ile KDP-PKK ilişkileri arasında nasıl bir bağlantı bulunmaktadır? Başka bir şekilde ifade edersek eğer, PKK Rojava’da Demokratik Cumhuriyet söylemini benimsemiş olsaydı, nasıl KDP karşısında daha iyi bir politik ve stratejik pozisyon elde edebilirdi?
PKK Rojava’da özerkliğe yöneldiği andan itibaren kendisini Suriye Baas rejiminden de uzaklaştırmaya başladı. Hatta bugün gelinen noktada bir özerklik değil ama pratikte bir bağımsızlık sözkonusudur. Varolan fiili durumun, Güney Kürdistan ile giderek iç içe geçirilerek bağımsız bir Kürdistan’a dönüşmesi korkusu bütün bölge devletleriyle birlikte, bu devletlerin halklarında da mevcuttur. Çünkü bağımsız bir Kürdistan’ın emperyalistlerle sıkı bir ittifak içinde ortaya çıkmasını, ikinci bir İsrail vakası olarak görmektedirler. Görüntü budur ve bu görüntü PKK’nin özerkliğe yönelmesiyle ortaya çıkmıştır.
Özerk bir Kürdistan’ı bölge devletlerinin iradesine rağmen ayakta tutmak büyük bir desteği gerektirmektedir, ki bu desteği ise ancak bölgede çıkarı olan emperyalistler sağlayabilirler. Ama emperyalistler ise, bu desteği kendi stratejilerine uygun olarak vermektedirler, ki orta ve uzun dönemde PKK’yi de darbeleyen bir politika yürütmektedirler.
PKK parça-bütün ilişkilerinde yanlış bir yöntem izlemektedir. Herhangi bir parçada bir Kürt özerkliğinden başlayarak o ülkenin demokratikleşmesine doğru uzanan bir yol izlemektedir.Halbu ki bunun tersi olan bir yol izlemesi gerekir yani ülkenin demokratikleşmesinden Kürt özerkliğine doğru ilerlemek gerekir. Kürdistan’ın herhangi bir parçasında elde ettiği gücü, bir özerklik yoluna girmek için kullanmaktan ziyade, o ülkenin genelinin demokratikleşmesi için önce kullanıp, bu genel demokratik yapı oturduktan sonra, rıza üretimi yoluyla Kürt özerkliğine doğru ilerlemek gerekir. Aksi taktirde bugün yaşananlar yaşanacak ve ezen ulusta milliyetçilik rüzgarlarının güçlü bir şekilde esmesine neden olarak, belirli bir süre elde edilen özerklik kazanımının da elden çıkmasına neden olacaktır. Eğer bu özerklik bir kazanım olarak ortaya çıkmışsa da, emperyalistlerle yakın ilişki içinde olan Kürt işbirlikçi kesimlerin eline geçmesine neden olacaktır.
Eğer PKK Rojava’da Suriye devletinin yasallığına saygı göstererek siyaset yapsaydı ve Kürt özerkliğini Suriye Anavatan Savunması’ndan sonraya bıraksaydı ve bu zaman zarfında Baas rejimi ile demokratik cumhuriyet söylemi altında işbirliğine gitseydi ve de bu işbirliğini yani Kürt özerkliğini Suriye’nin kurtulması sonrasına bırakan bir anlaşmayı kamuoyuna açık bir şekilde Suriye devleti ile yapsaydı, otomotik olarak KDP ve Batı emperyalistlerinin emellerine Suriye’de set çekmiş olacaktı.
PKK Suriye’de üç aşamalı bir strateji ile hareket etseydi çok daha etkili bir stratejik pozisyona sahip olacaktı.Şöyle ki:1-Suriye’nin cihatçılardan ve emperyalistlerden temizlenmesi; 2- Bu temizlenmenin Suriye’nin demokratikleşmesine bağlanması; ve 3-Demokratik bir Suriye içerisinde rıza yoluyla yani Suriye halkının rızasını alarak özerk bir Kürdistan’ın kurulması.
Böyle bir strateji içerisinde KDP ve emperyalistler Rojava’ya yerleşseler ve burayı pratikte Suriye’den kopararak Güney Kürdistan’a bağlamak isteyen bir politika yürütseler dahi, PKK Suriye’nin bütünlüğünü ileri sürerek bunu imkansız hale getirirdi. Demokratik Cumhuriyet ve Anavatan Savunması temelinde merkezi Suriye devleti ile ilişki yolunun açık tutulması, Rojava’da bütün PKK karşıtı güçlerin dengelenmesine neden olarak, bu güçlerin Rojava’yı Suriye’den ve böylece PKK’den koparma girişimlerine tamamen engel olurdu. Çünkü Rojava’da PKK’nin dışındaki diğer Kürt güçleri Rojava’ya dışarıdan ihraç edilen güçlerdir. PKK ise tam tersine oranın yerel gücüdür ve bizzat orada kök salmıştır. Merkezi Suriye devletinden aynı şekilde ulusal ve uluslararası Suriye yasallığından güç alan bir PKK karşısında hiçbir güç tutunamaz.
Bu politika yani PKK’nin Demokratik Cumhuriyet ve Anavatan Savunması politikası hem Türkiye’de hem de İran’da kimseyi ürkütmez ve bu ülkelerde demokratik hareketlerin daha cesur hareket etmesine neden olurdu. Çünkü PKK’nin “ayrılıkçı” değil ama demokratikleşme yanlısı imajı güçlendiği zaman, bu ülkelerin demokratik hareketleri bir bölünme korkusu yaşamadan daha kolay harekete geçerlerdi. PKK’nin tek ezilen Kürt ulusunu değil ama ezen ulusun da özgürleşmesini istediği imajı bütün halklara yerleşirdi.
Suriye’de demokratik cumhuriyet politikası uygulansaydı, Türkiye’nin Rusya ve İran ile anlaşarak Suriye’ye operasyon yapması da olanaksız hale gelirdi. Türkiye’yi Suriye’ye sokan PKK’nin yanlış özerklik politikasıdır ve bunu da ABD şemsiyesi altında yapmasıdır. Her ne kadar ABD ile müttefikleri IŞİD aracılığı ile zorla Rojava’ya yerleştiyse de, yerinde bir manevra ile bu yerleşmeyi ABD ve KDP için bir yasadışı duruma çevirerek, onları dizginleyebilirdi. Üstelik PKK Rojava’da bunu bu kadar büyük bir bedel ödemeden yapardı.
KDP ile ilişkilerin nasıl ele alınması gerektiğini manevra ile ilgili bölümde ele alacağız.
(devam edecek)
Dipnotlar:
1-Bakınız şu kitabın son bölümüne: http://demokratikbirlik.org/pkk-ve-ortadogu-devrimi-kemal-erdem