AKP’nin Tehlikeli İttifakları ve Erdoğan’ın Tehdit Dili

Genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, özellikle iki nokta AKP rejimi eksenli olarak göze batmaktadır. Bunlardan ilki, AKP’nin tamamen marjinal olan iki parti ile (Hüdapar ve Yeniden Refah Partisi) yapmış olduğu seçim ittifağı ile kullandığı tehdit dili, diğeri ise Erdoğan ile AKP’nin rahat görünümleridir.

AKP’nin Tehlikeli İttifakları ve Erdoğan’ın Tehdit Dili

AKP’nin Tehlikeli İttifakları ve Erdoğan’ın Tehdit Dili

Kemal Erdem

Genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, özellikle iki nokta AKP rejimi eksenli olarak göze batmaktadır. Bunlardan ilki, AKP’nin tamamen marjinal olan iki parti ile (Hüdapar ve Yeniden Refah Partisi) yapmış olduğu seçim ittifağı ile kullandığı tehdit dili, diğeri ise Erdoğan ile AKP’nin rahat görünümleridir.

Daha önce yazmış olduğumuz makalelerde, gelecek seçimler ile ilgili olarak düşüncelerimizi açıkça belirtmiştik. Bu düşüncelerimizi burada tekrar etmeye gerek yoktur. Biz AKP rejiminin bir “seçim darbesi” gerçekleştireceği kanısına sahibiz ve bu kanımızı da AKP’nin uygulamış ve uygulamakta olduğu politikalarına dayandırıyoruz. Gerek Erdoğan gerekse de rejimin kadroları “ikili bir dil” kullanmaktadırlar. Bu dil bir yandan muhalefeti tehdit etmeye yararken, öte yandan da kendi tabanlarını konsolide etmeye yaramaktadır. Bu tehdit dilini ise sanki seçimleri kazanarak “muhalefete ders vereceklermiş” görüntüsü altında yapmaktadırlar. Halbuki ima edilen, seçimleri normal yollardan kazanarak muhalefeti yenmek değildir. Ama “seçim dili” üzerinden “farklı” bir mesaj vermektir. Çünkü “minareyi çalacak olanlar kılıfını da hazırlamış” durumdadırlar.

Bu tespitleri demokratik hareketin moralini bozmak ya da bozgunculuk yapmak için yazmıyoruz. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha resmi olarak Millet İttifakı’nın adayı olarak açıklanmadığı bir dönemde, CHP’nin bazı yanlış analiz ve  politikalarını eleştirerek sürecin gidişatı ile ilgili fikirlerimizi belirttik. Biz de Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz ve seçimlere kadar da olumsuz bir hava yaratmamaya özellikle dikkat edeceğiz. Ama bazı sorunlara dikkat çekmenin ve rejimin bir “seçim darbesi” karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiği noktasında fikir tartışmasının önemli olduğuna inanıyoruz. Elbette bozgunculuğa neden olmadan  bunu yapmak gerekmektedir.

Biz AKP’nin Hüdapar ve Yeniden Refah Partisi ile seçim ittifakının tek seçimler ile ilgili olmadığına inanıyoruz. Bu ittifaklar özellikle seçim sonrasındaki (ya da darbeden sonraki) toplumsal huzursuzluğa karşı, rejimin bir tür “direnç örgütlenmesi” gibi durmaktadır. AKP’nin seçim ittifaklarının iki fonksiyonu bulunmaktadır. Birincisi, elden geldiği kadar fazla partiyi (küçük de olsalar) ittifaka katmak ve böylece sanki toplumun büyük bir kesimini kucaklıyormuş algısı oluşturmaktır. Çünkü bu “genişlik algısı”, YSK eliyle sonuçların AKP lehine açıklanmasına yarayacaktır. İkinci olarak da bu ittifaklar, seçimlerden sonra (ya da darbeden sonra), muhalefeti sindirmek için kullanılacaktır. Radikal unsurlar küçük olabilirler ama devletin kolluk güçleri ve AKP-MHP tabanı ile birleştiklerinde, farklı bir sinerjinin ortaya çıkmasına neden olacaklardır.

Bütün politik göstergeler AKP rejiminin, bu seçimleri daha çok 2017’deki Anayasa  referendumundaki gibi “sandık eksenli” bir hile ile “cebe indireceği”ni göstermektedir. Bürokratik yollar ile “meşruluk üreten” rejim, bu “bürokratik meşruluğa” dayanarak da muhalefeti bastıracaktır. Böyle bir durumda iç içe geçmiş olan iki önemli kritik an bulunmaktadır ve bu iki kritik anı kendi açısından iyi yönetecek olan ittifak, karşı tarafı da büyük bir politik yıkıma sürükleyecektir.

Bu anlardan ilki, seçim gecesi yaşanacak olan “algı mücadelesi”dir. Bu algı mücadelesi, tabanın bir arada tutulması ve politik bir bütün gibi hareket etmenin temelidir. Kazanma algısı bir meşruluk inancına neden olur ve meşruiyet de kitlelerde haklılık duygusuna neden olarak, manevi güçler üzerinde ama özellikle de cesaret üzerinde olumlu bir etkide bulunur. Tabanı oluşturan her birey, bu cesaret ile genel politik motivasyonun bir parçası olarak, siyasi hareketin güçlü bir şekilde tek bir bütün gibi kalmasına yol açar. Bu siyasi bütünlük, ulusal ölçekte ne kadar geniş ve ağır olursa yani kendi içinde birbirine tutunarak hareket ederse, rejim ile olan genel politik güç dengesinde muhalefete büyük bir politik avantaj sağlar.

Algı mücadelesinde zafer ile çıkacak olan muhalefet, rejimin bastırma anında da kolay bir lokma olmayarak onun acımasız çarkına “çomaklar sokacak”tır. Rejim bastırmada zorlandığı zaman, kaçınılmaz olarak şiddete başvuracak ve bu şiddet onun “seçim darbesi” ile elde etmiş olduğu “bürokratik meşruluğu” da yok ederek, onu içte ve dışta tam bir diktatörlüğe dönüştürecektir. Görünen o ki, rejim seçim günü bir “sandık hilesi” ile algı mücadelesini kazanıp, muhalefeti önce manevi olarak çökertmek sonra da bu manevi çöküntü üzerinden bastırma eylemini gerçekleştirmek istemektedir. Bu seferki darbe, daha önceki darbelerden usul yönünden farklılıklar göstermektedir.

Muhalefet açısından iki geçmiş örnek, bu analizimizi doğrulamaktadır. Bunlardan ilki geçen Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Bizzat adayın kendisinin (Muharem İnce) yenilgiyi kabul etmesiyle seçim birkaç saat içinde Erdoğan lehine sonuçlandı. Halbu ki, bugün bir çok uzmanın analizlerine göre, bu seçimlerde de sisteme AKP tarafından bir çok uygunsuz oyun sokulduğuna inanılmaktadır. Yenilginin hemen kabul edilmesi tuhaftan da öte bir durumdur.

Ama bu olumsuz örneğin aksine geçen yerel seçimlerde, özellikle İstanbul’da, AKP’nin seçim gecesi uyguladığı algı mücadelesinden başarıyla çıkılmış ve sonrasında da bir bütün olarak politik direnme gerçekleşmiştir. Elbette bugün AKP ile ortakları, yerel seçimlerden ders çıkarmışlardır ve daha fazla hazırlıklıdırlar.

Seçim sonrasında rejimin kapsamlı bastırma siyasetinin boşa çıkartılabilmesi, seçim gecesi yaşanacak olan algı mücadelesinden zaferle çıkmaktan geçmektedir. Bu mücadeleyi kaybeden taraf, politik olarak büyük bir darbe yiyecektir. Muhalefet rejim karşısındaki direnişini tek ülke içinde değil ama diplomatik olarak uluslararası alanda da sürdürmeli, başta AB olmak üzere Batı ülkeleri ile yapacağı diplomatik temaslarla rejimi dış dünyadan da tecrit etmeye çalışmalıdır.

AKP ile müttefiklerinin seçimleri kazanması teorik olarak mümkün değildir. Hüdapar ve Yeniden Refah Partisi ile ittifak kurup, yüzde elliden fazla oy almak mümkün değildir. Türkiye’de böyle bir “seçim matematiği” yoktur. Bunu bilen AKP, daha çok “algı siyaseti”ne yönelmiştir ve bu algı siyasetini de “sandık hilesi” ile birbirine bağlamak istemektedir.Bir çok küçük partiyi yanına almak istemesinin nedeni “sandık hilesi” üzerine oturan algı siyasetini güçlendirmek içindir.

Sandık hilesini elinde bulunduracak olan AKP’nin, seçimlerden sonra ülke siyasetini de istediği gibi dizayn etme olanağı olacaktır. Karşısındaki muhalefeti bertaraf edeceği gibi, bu sandık hilesine dayanarak ya da onun aracılığı ile MHP’yi de baraj altında bırakarak, onun kendisini sınırlandıran ve şantaj yapan siyasetini de ortadan kaldıracaktır. AKP’nin “seçim darbesi”nin altında tek muhalefet kalmayabilir ama MHP de bu darbenin altında kalabilir.Seçim hilesi ile MHP’yi baraj altı bıracak olan bir AKP, MHP tarafından desteklenen bazı siyasi kadroları (Süleyman Soylu gibi) daha kolay etkisiz hale getirebilecektir.Bu seçimlerden sonra, devlet içinde Gülen Cemaati’nin tasfiyesi sonrası kurulan faşist milliyetçi-faşist politik islam ittifakı da kopabilir. Elbette bütün bunlar rejim ile muhalefet arasındaki siyasi güç ilişkilerinin evrimini de bağlıdır. Eğer rejim muhalefet karşısında ve yine uluslarası alanda sıkışırsa, faşist milliyetçiler ile kopuşmayı belirli bir süre erteleyebilir.

AKP’nin MHP’den kurtulmak istemesinin önemli nedenleri bulunmaktadır.

AKP ile MHP ve uzantıları (direk MHP’li olmayan ama devlet içinde onun politik şemsiyesine muhtaç olan milliyetçi-faşist kadrolar) arasındaki ittifaklık ilişkisi bir çıkar ilişkisidir. AKP MHP ile ittifakını, Gülen Cemaati ile kopuşmasından sonra, bu sonuncuların bürokrasideki yerlerini doldurmak ve bu temelde belirli bir zaman kazanmak üzerine kurdu. Ayrıca bu ittifaklık ilişkisi, MHP’nin CHP eksenli muhalefetten uzaklaştırılması ve muhalefetin bölünmesine de yaramaktaydı. AKP’nin amacı tarikatçı-dinci kadrolar yetişene kadar MHP ve uzantılarından belirli bir süre yararlanmak ve sonra da onu politik olarak tasfiye etmektir.

MHP ise AKP’nin bu niyetini iyi bilmektedir.MHP’nin amacı ise, AKP’nin politik sıkışmışlığından yararlanarak, bu ittifak süresince mümkün olduğu kadar devlet içerisinde yayılmak ve güçlenmek ve de AKP’nin kendisini tasfiye edemeyeceği bir güce ulaşmaktır. Uygun bir an ve zamanda da bir darbe ile AKP’den kurtulmaktır. Aslında AKP ile MHP arasındaki siyasi çelişki, Gülen Cemaati ile olan çelişkilerden de daha büyük ve AKP açısından tehlikelidir.

Dışarıdan bakıldığı zaman MHP’nin bu politikası maceracı görünebilir ama MHP’nin stratejisini kendisi açısından gerçekçi yapan durum, uluslararası konjonktürün MHP’nin stratejisine uygun gelişmesidir.Bunu Erdoğan ile çevresi de bilmektedir ve uluslararası konjonktür daha fazla evrim geçirmeden MHP’den bir an önce kurtulmak istemektedirler.

Olayların daha iyi anlaşılması için bu noktanın biraz daha açılması gerekmektedir.

Daha önce yazdığımız birkaç makalede, AKP ile MHP ittifakının bir dış politika yönünün de olduğunu ve MHP’nin ikna edilmesinde bu dış politik yönün büyük bir rol oynadığını yazmıştık:

“Devlet Bahçeli ve MHP’nin Erdoğan ile ilişkisi ya da Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’a desteği, Erdoğan’ın Trump’ın ABD’siyle çok kapsamlı stratejik işbirliğine gidileceği anlaşmasına dayandığını varsaymak mümkündür. Trump Obama’dan farklı olarak, bölgede Erdoğan Türkiye’sinin arzularına ve hırslarına gem vurmak yerine, Ortadoğu’da, Kafkasya’da, Orta Asya ve Kuzey Afrika’da onun önünü açan bir politika uygulamaya sokmuştur. Elbette Türkiye’nin önünün açılması ABD stratejisine bağlanan bir yapıya sahiptir. Örneğin ABD diğer müttefikleriyle İran rejimini devirmek isterken, Türkiye’nin Suriye rejimini devirmesine yeşil ışık yakmakta ve geri planda bütün desteği vereceğini belirtmektedir. Bu politika yani Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi Türkiye’nin Rusya ile direk savaşa girişmesi demektir. Zaten ABD İran rejiminin devrilmesi sırasında Rusya’nın Türkiye ile oyalanmasını istemekte ve İran’a müdahalesinin önüne geçerek, Türkiye aracılığıyla onu Suriye’ye çivilemek istemektedir. Böylece Rusya ile savaşan bir Türkiye giderek daha fazla ABD’ye bağımlı hale gelecek ve ABD stratejisinin dışına çıkamayacaktır.

Türkiye’nin Pantürkizm ve Panislamizm aracılığıyla bölgede savaşa sokulması MHP’ye de devlet içerisinde kadrolaşma ve hatta iktidara gelme olanağı yaratmakta ama en önemlisi de iç politikada AKP’nin MHP’ye bağımlılığını arttırarak AKP’nin farklı bir politika uygulama olanağını yoketmektedir. Buradaki ilginç nokta ABD’nin bölge politikasıyla MHP’nin bölge politikasının çakışmasıdır.” (Kemal Erdem, Erdoğan, Joe Biden ve Manevra, sendika.org, 7 Aralık 2021)

Clinton’dan Obama’ya kadar olan dönemde, Transatlantik ittifakının (aslında ABD-Avrupa ittifakının) uyumlu birliği için, Türkiye’nin AB’ye üyeliği ve bu temelde Türkiye-Batı ilişkilerinin yeni bir stratejik temele oturtulması temel bir politikaydı. Ama Erdoğan ile AKP’nin gizli bir ajanda ile hareket ederek, Ergenekon Komplosu sonrasında iktidarın iplerini ele geçirdikten sonra AB’ye doğru gitmekten ziyade, Tek Adam Diktatörlüğü’ne ve Batı ile ilişkileri taktik bir düzeye düşürerek uluslararası siyasettte denge politikasına yönelmesi, ABD’nin Clinton’dan beri uyguladığı politikanın köklü bir şekilde değişmesine neden olmuştur.Özellikle ABD’nin Türkiye politikasındaki köklü dönüşüm Trump döneminde gerçekleşmiş ve Trump kendi faşist ideolojisinin kodlarına uygun olarak yeni bir Türkiye politikası geliştirmiştir.

Trump’ın politikasının özü, Erdoğan’dan yapamayacağı bir şeyi (yani demokrat olmasını) istemekten ziyade, onun faşist karakterine uygun olarak bir politika geliştirmek ve bu politikayı da ABD’nin küresel politikalarına bağlamaktır. Trump Obama döneminin Türkiye’yi dizginleyen ve AB normları çerçevesine girmesini isteyen politikasının aksine, Erdoğan’ın önünü açan ve bölgede yayılmacı bir şekilde cesaretlendiren maceracı bir politika geliştirmiştir. Trump Türkiye’nin AB üyeliğinin yerine, Panislamist-Pantürkist bir politika koymuş ve bu temelde Türkiye’nin Batı ile tekrar stratejik ilişkiler geliştirmesini istemiştir.

Trump’ın Türkiye politikası, ABD’nin büyük küresel ve bölgeler (Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya) politikasının önemli bir ayağı olacaktı.Trump’ın küresel stratejisi, Ortadoğu’da bazı rejimlerin (İran ve Suriye) devrilmesiyle başlayan, Afganistan’ın Taliban’a bırakılmasıyla devam eden ve Çin ile Rusya’nın Avrupa’dan Japonya ve Hindistan’a kadar olan hat üzerinde önce kuşatılmasını ve sonra da bu ülkelerin rejimlerinin dış müdahale ve iç karışıklıklar ile devrildikleri bir çerçeveyi öngörüyordu. Bunun bir dünya savaşına neden olması kaçınılmazdır.

Biden’ın önce Rus rejimini yıkma ve bu arada Çin’i hareketsiz tutma politikasından farklı olarak Trump, önce Çin rejimini yıkma ve bu arada Rusya’yı hareketsiz tutma politikası izliyordu. Afganistan’ın Taliban’a bırakılarak bu ülkenin İran, Çin ve Orta Asya’daki Rus nüfuzuna karşı bir cihatçı üssü haline getirilmesi onun döneminde planlanmıştı. İran bir yandan Afganistan üzerinden gelen cihatçılar, öte yandan da Türkiye’nin hamiliği aracılığıyla Ortadoğu’dan getirilecek cihatçılar aracılığıyla kıskaca alınıp yıpratılacaktı.Rojava’daki YPG de, PJAK olarak kullanılarak Kürtler üzerinden de bir cephe açılacaktı. İran içindeki muhalefet de desteklendiği ve İran bir dış müdahale ile de zayıflatıldığı zaman rejimin dayanma gücü artık kalmayacaktı. İran rejiminin yıkılma anında, Türkiye NATO’nun dışarıdan desteği ile Esad rejiminin devrilmesi için bastıracaktı. Bütün bunlar olurken, Çin Tayvan ile Rusya da Ukrayna ile savaşa sürüklenerek Avrasya’da tam saha pres uygulanacaktı.

Türkiye’nin Rusya-Çin-İran ekseni ile savaşa sürüklenme noktası ise Rojava olarak belirlenmişti. Trump yönetimi, Rojava’nın önemli bir kısmını Türkiye’ye açarak Türkiye’nin Suriye, İran ve Rusya ile savaşa sürükleneceğini ve bir kez savaşa sürüklendikten sonra da ABD’ye bağımlı hale geleceğini hesaplamıştı. Erdoğan ise bu operasyonu (Barış Pınarı Operasyonu) Rusya ve İran ile anlaşarak yapınca, ABD açığa düşmüş ve hemen operasyonun sonlanmasını istemiştir.

Erdoğan ABD’nin politikalarına görünürde angaje olacağını belirterek hem ABD’yi cepheden karşısına almıyordu hem de MHP’yi bir beklentiye sokarak yedeğine alıyordu. Erdoğan görünürde ABD’ye “evet” diyerek tavizler koparıyor, dolaylı yollardan da bu politikayı baltalıyordu. Kendisi Türkiye’de iktidarda kaldıkça ve ABD’de de yönetim değiştikçe bu işten kendisi karlı çıkıyordu.

MHP Erdoğan’ın ABD politikalarına angaje olarak Rusya, Çin, İran ve Suriye ile savaşa sürükleneceği beklentisine sahipti. Böyle bir savaş durumunda Erdoğan’ın ve AKP’nin Bahçeli ve MHP’ye de bağımlılığı artacak ve zamanı gelince de darbe ile Erdoğan alaşağı edilecekti. Üstelik bu politikada MHP’nin ABD ve İngiltere gibi çok güçlü iki müttefiği bulunmaktadır. MHP’nin Pantürkist stratejik hedefi ile ABD-İngiltere’nin Rus ve Çin rejimlerinin devrilmesi stratejik hedefleri ilginç bir şekilde çakışmaktadır.

Bugün ABD ile İngiltere’nin Rusya’da Putin rejimini devirmek için dolaylı bir savaşın içinde oldukları bir dönemde, MHP ve uzantılarının iktidar bloku içerisinde tutulmaları, Erdoğan ile AKP rejimi için büyük bir tehlikedir. Bundan dolayı önümüzdeki seçimlerde “sessiz ve sedasız” sandık hilesi yoluyla MHP’nin de baraj altında bırakılması büyük bir olasılıktır.

Hem muhalefetin bastırılmasının hem de MHP’nin iktidar blokundan tasfiyesinin nasıl bir politik ortam ve atmosfer yaratacağı önemli bir politik mesele olarak ortaya çıkacaktır. Erdoğan’ın denge politikasında ayak diremesi ve Batı’nın Rusya politikasını boşa çıkarmaya devam etmesi durumunda, MHP’nin ABD ve İngiltere ile koordine halinde “çok yaratıcı” politikalara yönelmesi ve rejimin politik dengesini bozmak için taktik olarak muhalefete yanaşması ihtimal dahilindedir. MHP’nin muhalefete ama özellikle de Millet İttifakı’na olası bir taktik yakınlaşması, bir “darbe mekaniğinin uzantısı” olan bir politika olacaktır. Böyle bir yakınlaşmada Millet İttifakı savunmasız olacaktır.

Gelecek seçimlerin sonucunda Türkiye iç politikasında herkesin kabul ettiği gibi bir tarihsel kırılma yaşanacaktır. Bu kırılmanın tarihsel sonuçlarının doğru değerlendirilmesi devrimci ve demokratik hareket açısından hayati bir önemdedir.

Bir an için şeytanın avukatlığını yaparak, rejimin bu seçimleri sandık hilesi ile “cebe indirdiğini”, muhalefetin de buna direnemediğini ve AKP’nin tam bir diktatörlüğe yöneldiğini varsayalım. Böyle bir durumda, bugün demokratik muhalefetin örmüş olduğu ittifak sistemi yokolacak ve rejimin mevcut yasal sınırları içerisinde böyle bir ittifak bir daha da örülemeyecektir.

Gelecek seçimlere rejimin hem yasal hem de yasadışı yollar ile çok iyi hazırlandığını varsayabiliriz. Rejim seçim gecesi “stratejik baskınlık” kurmak için herşeyi hazırlamış durumdadır ve son dönemde rejimin bazı kadrolarının yapmış oldukları açıklamalar da bunu göstermektedir. Süleyman Soylu’nun 14 Mayıs seçimlerini muhalefetin kazanması durumunda “bir darbe” olacağı açıklaması, rejimin seçimleri bir “süs”e indirgediğinin açık kanıtıdır. Rejimin seçim günü “bir şeylere” hazırlandığının itirafıdır.

AKP rejiminin seçim gününe nasıl hazırlandığını az çok biliyoruz. Bilmediğimiz ise muhalefetin, rejimin seçimleri bir çalma durumunda nasıl hareket edeceğidir. Muhalefet rejimin seçimleri “çalamaz” beklentisine mi güvenmektedir yoksa başka bir şeye mi güvenmektedir, bunu bilmemekteyiz. Eğer muhalefet rejime kolay bir lokma olursa, toplumda büyük bir hayal kırıklığına ve umutsuzluğa yol açacaktır ki, bu bütün muhalefet liderlerinin siyasi sonu olacaktır.

Muhalefet eğer tek  rejimin kendileri üzerine daha fazla gelemeyeceği beklentisine sahipse, güç ilişkilerinin dışında bir hesap yapmışsa bu hesabın tamamen yanlış olduğu görülecektir. Yok eğer muhalefet rejimi başta sokaklar olmak üzere başka bir yol ile durdurma planları yapmışsa biraz daha umut vardır. Hep birlikte bekleyip göreceğiz. Ama ne olursa olsun milyonlarca insan seçim günü AKP rejimi ile ilgili olarak yeni bir şey daha öğrenmiş olacak ve o öğrendiği şey kurtuluşa kadar kendisine bir tür meşale görevi görecektir.