“BAHÇELİ AÇILIMI” YA DA TESLİMİYET SÜRECİ
Mehmet Güzel 24 Ekim 2024
1 Ekim 2024 tarihinde TBMM açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gidip tokalaşmasıyla başlayan siyasi alandaki hareketlenme 22 Ekim 2024 tarihinde yine Bahçeli’nin grup toplantısındaki konuşmasında Abdullah Öcalan’ı Meclis’e davet etmesiyle yeni bir boyut kazanmış oldu.
Buraya bir günde gelinmediği belli. Bunun öncesi var. Her şeyden önce, 3 Mart 2020 tarihinden beri Abdullah Öcalan ailesiyle görüştürülmüyor. 27 Temmuz 2011 tarihinden beri de avukatlarıyla görüştürülmüyor. Ağır bir tecrit altında. Ağır tecrit altında tutulduğu bu süreçte devletin istihbarat elemanlarının kendisiyle görüşmeler yaptığı ve onu belli bir yöne kanalize etmeye çalıştıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek.
26 Haziran 2024 tarihinde Erdoğan Devlet Bahçeli’yi evinde ziyaret ederek baş başa görüşmeler yaptılar. Her ne kadar böyle bir açıklama yapılmamış olsa da bu baş başa görüşmede bu çıkışın konuşulduğunu ve izlenecek rotanın belirlendiğini zannediyorum. Ardından Devlet Bahçeli malum adımları tek tek atmaya ve Erdoğan da Bahçeli’nin bu attığı adımları onaylamaya başladığını görüyoruz.
YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ Mİ, TESLİMİYET Mİ?
DEM Parti’nin böylesi bir süreçten haberinin olmadığı belli oluyor. Parti yetkililerinin yaptığı açıklamalara göre Bahçeli’nin kendileriyle tokalaşma jesti onlar için bir sürprizdi. Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı Meclis’e davet ettiği açıklaması da DEM Parti için ikinci büyük bir sürpriz oldu. Aslında bu çıkış sadece DEM Parti için değil, bütün siyasi aktörler için sürpriz oldu. DEM Parti bu yaklaşımları “Yeni Çözüm Süreci” olarak görse de ve buna kapılarını büyük bir sevinç ile ardına kadar açsa da iktidar tarafı bunun böyle olmadığını en yetkili ağızlardan defalarca tekrarladılar. Gerek atılan adımların sahibi olan Bahçeli, gerek eski İçişleri Bakanı Efkan Ala gerekse de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum bunun yeni bir çözüm süreci olmadığını ifade ettiler. “Çözüm Süreci” değilse nedir? İktidarın gözünden bu, Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin sonucunda dayatılacak tek taraflı bir teslimiyet çağrısıdır. “Silahları bırakın, teslim olun, cezanızı çekin ve yasal zeminde siyaset yapın” çağrısıdır. Şu anda bir taraf hala ağır tecrit altında tutulmaya devam ediyor ama konuşan tek taraf olan iktidar tarafı süreci bu şekilde kamuoyuna lanse etmeye çalışıyor. Esas muhatap olarak gösterilen Öcalan çıkıp serbestçe kendini ifade etmeden bu konuda onun tutumu konusunda kesin bir yargıda bulunmak doğru olmayacaktır. Ancak iktidar kanadının Selahattin Demirtaş ve PKK’nin pratikteki liderliği olan Kandil’i bu sürecin dışında tutmaya çalışarak DEM Parti yöneticileri ve Öcalan ile bu işi kotarmaya çalışması, bunun yanı sıra Kürt hareketinin hem siyasi zemindeki öznelerine hem de askeri alanlarına yönelik saldırılarını arttırarak devam ettiriyor olması, devletin, çözüm değil teslimiyet dayattığını gösteriyor. Ama Öcalan’ın bu teslimiyet dayatması karşısındaki tutumunun ne olduğunu, çıkıp konuştuğu ve tavrını ifade ettiği zaman öğreneceğiz.
BÖLGESEL SAVAŞ İHTİMALİNİN ETKİSİ
İsrail’in Ortadoğu’da devam ettirdiği saldırganlığın bölgesel bir Ortadoğu savaşına dönüşme ihtimali çok güçlü olarak duruyor. İsrail, bütün pervasızlığı ve sınır tanımaz saldırganlığı ile ABD ve diğer emperyalist ülkeleri Ortadoğu’da bir bölgesel savaşa sürükleyerek böylesi bir fırsattan da sınırlarını alabildiğine genişletmiş bir halde kazançlı çıkmayı umuyor. ABD şimdilik kaydıyla bunu zamansız buluyor ama İsrail’in sınırsız saldırganlığını desteklemeye devam ediyor. Öyle görülüyor ki zamanını ABD’nin belirlediği ve Suriye ve İran’ın parçalanması hedefiyle bir Ortadoğu bölgesel savaşı kaçınılmaz gibi duruyor. Bölgedeki bütün ülkeler ve devlet dışı aktörler böylesi bir cehennem kaosuna göre hazırlık yapıyor. Olası bölgesel savaşta ABD ve İsrail’in desteği ile Kürt hareketinin kazançlı çıkma hesapları da yapılmaktadır. Şimdiki konumlanma ile devam edilirse Kürt hareketi, bölge halklarının ve Direniş Ekseni denilen, bölgedeki anti emperyalist direniş hattının aleyhinde de olsa ABD’nin himayesinin tanıdığı olanaklar kadar güçlü çıkma ihtimali var. Bunun tersi de ihtimal dahilindedir tabii. Ve Türkiye egemenleri, bunun tersi ihtimalini güçlendirmek için hesaplar yapıyorlar.
Bölgesel savaş ihtimalinin yakın olması ve böylesi bir savaş sonrasında ABD ve İsrail’in, bölgede ABD’ye bağlı küçük İsrail olabilecek bir Kürt oluşumu yaratma hesapları Türkiye egemenlerini bazı atılımlar yapmaya zorlamış gibi görünüyor. Bu tehdit algısı her ne kadar rasyonelse de AKP iktidarı bu tehdidi, kendi iktidar ikbaline gerekçe olarak kullanıyor.
İKTİDARI SALLANAN AKP’NİN İKBAL MANEVRASI
AKP Türkiye’de sadece hükümet değil, devleti ele geçirmiş ve iktidar olmuş bir partidir. Devletin bütün kurumları AKP’nin elindedir. Ama buna mukabil kitle desteğini alabildiğine yitirmiş durumdadır. 2015’ten bu yana kitle desteğini yitirmiş olduğu halde gayrı meşru yol ve yöntemlerle iktidarını sürdürüyor. Ve ne olursa olsun, siyasal İslam adına ele geçirmiş olduğu bu devleti “demokratik” yollarla başkasına teslim etmemeye kararlı olarak duruyor. İç savaşı göze almış, buna dönük hazırlıklar yapmış durumda. Ama o “son çareye” başvurmadan önce her türlü kıvraklık ve hile ile iktidarını sürdürmeye devam ediyor. 2015’te Haziran-Kasım arasında ülkeyi kan gölüne çevirerek, 2017’de YSK’nın mühürsüz oyların kabul edilmesi kararıyla, başka zamanlarda sahte seçmen oyları ve seçim hileleriyle... ama bir şekilde bugüne kadar yeterli kitle desteği olmadan iktidarda kalmayı başardı. Erdoğan ve Cumhur İttifakı 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de kaybetmiş olduğu seçimi gayrı meşru oyunlarla gasp etmiş durumda. Ancak 2024 yerel yönetim seçimlerinde görüldü ki AKP’nin kitle desteği kaybı, iktidarının devamını imkansız kılacak bir boyuta ulaştı. Şimdiki koşullarda normal şartlarda yapılacak seçimde iktidarda kalma ihtimali görünmüyor. Bu durum AKP’yi olağanüstü manevralar yapmak zorunda bırakıyor. Kürt hareketini muhalefetten kopararak yanına çekmek, yapabileceği en güçlü manevralardan birisidir. Ve şu anda bunu deniyor.
KANDİL NEDEN DIŞLANIYOR?
2011’de Suriye’ye karşı yürütülen saldırılar sonrasında oluşan yeni dengelerde PKK, önemli oranda gücünü Türkiye Kürdistanı’ndan Kuzey Irak ve Suriye’ye çekti. Bu taktik çekilmenin ve “çözüm süreci” aldatmacası sonrasında doğan boşluğu Türkiye devleti, askeri tahkimatla doldurdu. Devlet, Türkiye sınırları dahilinde kendisine ciddi bir tehdit oluşturabilecek PKK askeri varlığının olmadığını düşünüyor. PKK ağırlıklı olarak Suriye ve Irak kuzeyinde askeri varlığını sürdürüyor. Türkiye’nin PKK ile askeri çatışmaları da bu alanlarda devam ediyor. Öyle görünüyor ki Türkiye egemenleri Kandil’i dışlayarak PKK’yi bir bakıma bir zamanlar Lübnan’a sıkışmış bir FKÖ gibi dış alanlara hapsetmeye çalışıyor. Bazı manevralar ve tavizler karşılığında ülke içinde Kürt halkının desteğini yanına çekmek veya en azından PKK etkisinden koparmak istiyor. PKK’yi ise Türkiye Kürdistanı’ndaki Kürt halkından soyutlayarak Kuzey Irak ve Rojova’da “dış aktör” pozisyonuna sokmaya ve bu pozisyonuyla ona karşı askeri olarak savaşmaya devam etmeyi hedefliyor.
Bu doğrultuda iktidar, DEM Parti’nin Selahattin Demirtaş çizgisindeki kararlı muhalif tutumunu Öcalan eliyle saf dışı etmeyi ve muhalefetten yandaş bir çizgiye çekmeyi umuyor. Bu süreçte de Kandil’i oyun dışı tutmak istiyor. Ancak Kandil, iktidarın bu çabasına karşı 23 Ekim 2024’teki TUSAŞ eylemiyle yanıtını vererek, iktidarın zannettiği gibi hem Türkiye sahasında var olduğunu hem de denklem dışında tutulamayacağını göstermek istedi.
OSMANLI AYAK OYUNLARI VE KÜRT HAREKETİ
Cumhuriyet tarihi boyunca devletin Osmanlı ayak oyunlarına en fazla maruz kalmış olan halk Kürt halkıdır. Cumhuriyet’in kuruluşunda ilk oyuna getirilmiş ve defalarca katliamlardan geçirilmiş olan halk da Kürt halkıdır. Öncekilerin tümü bir tarafa bırakılırsa bile “çözüm sürecinde” maruz kaldığı oyunlar ve arkasından gelen imha süreci bile devletin meşhur Osmanlı ayak oyunlarından ders almak için tek başına yeterlidir. Bu açıdan bakıldığı zaman Kürt halkının oyunlara meşrepli olduğunu söyleyebiliriz. En azından böyle olmasını umuyorum. Ancak diğer yandan fırsatları değerlendirmek adı altında bölge halklarının aleyhine ABD ile geliştirilen iş birliğine ve anti emperyalist çizgiden uzaklaşan pozisyonuna bakılırsa kimi endişeler taşımak yersiz olmuyor.
ERDOĞAN KÜRT SORUNUNU ÇÖZEMEZ AMA KÜRT HALKI ERDOĞAN’I KURTARABİLİR
Mevcut koşullarda Erdoğan Bahçeli ikilisi iktidarlarının bekası uğruna alışılmışın dışında manevralarla Kürt halkının desteğini kazanmaya ve bu yolla iktidarlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. İktidarlarının bekası için atamayacakları hiçbir adım, yapmayacakları hiçbir manevra yoktur. Bölgesel gelişmelerle birlikte ortaya çıkan kimi tehdit ihtimallerini de bu amaçlarına perde olarak kullanıyorlar. Türkiye’nin burjuva siyaset arenasında Kürt sorunu kartını kullanabilen yegane güç AKP’dir. Sistem içerisinde CHP’nin bu konuda pısırık duruşu, bu alanı tamamıyla AKP’nin tekeline bırakmış durumdadır. AKP bu konuda en radikal adımları rahatlıkla atabiliyorken, CHP DEM Partililere selam verse bile iktidar tarafından terörize edilebiliyor. İktidar tarafından halk nezdinde terörize edilmekten çekinen CHP bu sorunda yeterli adımları atmaktan uzak kalarak bu alanı tamamıyla AKP’ye teslim etmiş durumda. İktidar da bu alanı çiğneye çiğneye kullanmaya devam ediyor.
İktidarın bu hamlesi tutarsa gelecek seçimleri garantileyebilir. Ama bu hamlenin tutmasının önünde çok büyük engeller var. Öncelikle PKK’nin Türkiye’deki Kürt halkıyla bağını kesmesi ve Kandil’in bu halk üzerinde olan nüfuzunu ortadan kaldırması, yani Kandil’in bir anlamda diaspora örgütüne dönüştürülme hedefi gerçekleşemez. PKK kolektif liderliğinin gerek Kürt halkı gerekse de Türkiye’deki yasal politik kurumlar ile duygusal bağları koparılamaz. Türkiye’deki Kürt halk hareketi etkisindeki yasal siyasi mücadele kurumları kırk yıllık mücadelenin ürünleri olarak var olmuşlardır. Mücadelenin ürünleri ve kazanımları olarak ortaya çıkan değerler, onları var eden yapıdan koparılamaz. Bunun yanı sıra, Kürt halkının sorunlarını çözmeyi hedeflemeyen hiçbir oyunun başarı şansı yoktur. Kürt halkının değişik siyasi figür veya öznelerini birbirlerine karşı getirerek bir çelişki ve çatışma yaratma amacının tutması mümkün görünmüyor. Tam tersine, bu hamleden ırkçı – şovenist siyasi kesimler bölünerek, kendi aralarında çelişkiye düşerek zararlı çıkacaktır.
Evrileceği süreç hangi yönde olursa olsun bu adımın atılmasından Kürt halkı önemli siyasal kazançlar elde ederek çıkacaktır. Her şeyden önce ve en önemlisi, Kürt Sorunun bu ülkenin temel sorunu olduğu ve kaçınılmaz olarak çözüme kavuşturulmak zorunda olduğu gerçeği bir kez daha kendini dayatmış olacaktır. İktidardaki veya iktidara talip bütün siyasal aktörlerin bu sorun ile ilgili mutlaka bir çözüm formülasyonuna sahip olması gerekir. Bugüne kadar terörize edilen ve olağanüstü zulüm yöntemleriyle bastırılmaya çalışılan bu dava çözüme kavuşmadan iktidar cenahının da rahat yüzü görmeyeceği iyice anlaşılmış olacaktır. Ayrıca Kürt halkının siyasal desteğini hesap etmeyen hiçbir siyasal akımın Türkiye siyasal arenasında başarı yakalama şansının olmadığı bir kez daha kanıtlanmış oluyor. Kürt halkı bu kilit rolünü, sorununun gerçek çözümü doğrultusunda kullanmayı bilecektir. Değilse, bir kez daha uslanmadan aynı çukura düşecek ve iktidarın bitmeyen oyunları altında zulüm görmeye devam edecektir.