Bir İhanetin Anatomisi-III
Unutmamak gerekir ki, her ihanet içinde belirli bir gerçeklik ya da hakikat barındırır. Özgür Özel’in ihanetinde hiçbir doğruluk payının olmadığını iddia edemeyiz. Bize göre Özgür Özel hakikatın bir parçasına görerek yanlış bir tutum almıştır. Bir insanın hakikatın bir parçasını farketmesi, onun doğru bir tutum takınacağı anlamına gelmez. Okur böyle bir ifadeyi şaşkınlıkla karşılayacaktır. Ama sorunun derinliğine indiğimiz zaman çok farklı durum ya da durumların söz konusu olduğunu görürüz.
Bir İhanetin Anatomisi-III
Kemal Erdem
Unutmamak gerekir ki, her ihanet içinde belirli bir gerçeklik ya da hakikat barındırır. Özgür Özel’in ihanetinde hiçbir doğruluk payının olmadığını iddia edemeyiz. Bize göre Özgür Özel hakikatın bir parçasına görerek yanlış bir tutum almıştır. Bir insanın hakikatın bir parçasını farketmesi, onun doğru bir tutum takınacağı anlamına gelmez.
Okur böyle bir ifadeyi şaşkınlıkla karşılayacaktır. Ama sorunun derinliğine indiğimiz zaman çok farklı durum ya da durumların söz konusu olduğunu görürüz.
Özgür Özel’i Erdoğan ve AKP ile bu tür bir ilişkiye girmeye iten nedenler neler olabilir? Başka bir ifade ile Özel’i böyle bir ilişkiye iten motivasyonlar nelerdir? Bunun için bazı felsefi ve psikolojik belirlenimlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu belirlenimler aracılığıyla bazı olayları süzgeçten geçirip ve Özgür Özel’in kişiliğinde nasıl birbirlerini tamamladıkları noktasında belirli bir fikir elde edebiliriz. Bir ideolojik ve psikolojik arka plan kurulmadan, olayların doğru analiz edilmesi ve birbirlerine bağlanması mümkün değildir.
Madem ki kişilik analizi yapıyoruz, o zaman kişiliğin temel yapısal süreçlerini ele alarak, bunların dış dünya ile nasıl bir ilişki içinde olduğunu belirlemeye çalışalım.
Freud’un yapısal kişilik kuramında (yani “ilkel benlik”-“ego”-“süperego” üçlemesinde), Ego, kişiliğin üç temel yapısından biridir:
1. İb (İlkel Benlik)
- Doğuştan vardır.
- İlkel dürtüleri, arzuları ve haz ilkesine göre hareket eder.
- Ahlaki ya da mantıksal değildir. Sadece doyum ister. (Örneğin cinsellik, saldırganlık, açlık gibi dürtüler.)
2. Ego (Benlik)
- Gerçeklik ilkesine göre çalışır.
- Doğuştan gelmez; ib ile dış dünya arasında aracılık ederken gelişir.
- Gerçek dünyanın kurallarını dikkate alır, ib’den gelen dürtüleri denetler, süperegoyla (vicdanla) uzlaşmaya çalışır.
- Bilince en yakın olan bölümdür. Ancak hem bilinçli hem bilinçdışı yönleri vardır.
- Savunma mekanizmalarını (örneğin bastırma, yansıtma, inkâr) geliştirerek bireyin ruhsal dengesini korumaya çalışır.
3. Süperego (Üstbenlik)
- Toplumsal, ahlaki değerleri ve yasakları temsil eder.
- Aileden ve toplumdan öğrenilen değerlerin içselleştirilmiş halidir.
- Ego üzerinde baskı kurar ve bireyin davranışlarını “doğru-yanlış” üzerinden yargılar. Üstebenliğin oluşumunda yargılar ve bu yargıları oluşturan ideolojik yapı ve tercihler temel bir yere sahiptir ve de kişi bazen farkından olmadan toplumsal pratiği aracılığıyla süperegonun bu yargılarını içselleştirir.
Ego’nun İşlevleri
1. Gerçeklik testi yapar :Dış dünyada neyin mümkün olup olmadığını değerlendirir. İb’nin arzularını gerçekçi biçimde tatmin etmeye çalışır.
2. Karar verir : İb ile süperego arasındaki çatışmaları değerlendirir ve bir denge sağlar.
3. Savunma mekanizmaları üretir : İçsel çatışmalardan ya da dışsal tehditlerden dolayı oluşabilecek kaygıları azaltmak için psikolojik savunmalar geliştirir.
4. Kişilik bütünlüğünü sağlar : Ego, kişiliği bir arada tutan yapıdır. Farklı dürtüler, arzular, normlar ve gerçeklik koşulları arasında denge kurarak bireyin tutarlı ve işlevsel olmasını sağlar.
Ego sabit bir yapı değil, çelişkilerin içinde devinen bir süreçtir. İb’nin doğaya ait enerjisiyle, süperegonun tarihsel-toplumsal baskısıyla sürekli çelişki yaşar. Ego, ne ib'eye teslim olabilir ne süperegoya boyun eğebilir. Her iki alanla da çatışan, uzlaşan ve bu çatışmadan sürekli yeniden biçimlenen bir bilinç alanıdır.
Bu açıdan ego:
- Diyalektiğin tez-antitez-sentez üçlüsüne benzer:
- Tez: Doğal dürtüler (ib)
- Antitez: Toplumsal baskı ve yasaklar (süperego)
- Sentez: Bunlarla baş etmeye çalışan bilinç (ego)
Freud, ego’yu içsel bir yapı gibi tanımlar yani bireyin doğa ve diğer iç yapılarla kurduğu içsel bir denge aygıtı. Ama diyalektik materyalizm, bireyin ruhsal yapısını salt bireysel iç dinamiklerden değil, toplumsal pratiklerden ve üretim ilişkilerinden türemiş bir formasyon olarak görür.
Ego, bireyin maddi yaşam koşulları içinde kurduğu ilişkilerin ve çelişkilerin, bilinç düzeyine yükselmiş yansısıdır. Ego bu anlamda toplumsal emeğin, dilsel iletişimin, otoriteyle karşılaşmanın, eğitimin, aile yapısının, ideolojik aygıtların ve sınıfsal konumun bir ürünüdür.
Ama bütün bunlara ek olarak Ego (Ben) ile Yargılar arasındaki ilişkiyi de kısaca açıklamak gerekir. Çünkü en çok bu nokta Özgür Özel’in kişilik analizinde işimize yarayacaktır.
Yargı dediğimiz şey, bireyin “doğru-yanlış”, “iyi-kötü”, “haklı-haksız”, “normal-anormal” gibi değerleme ölçütleriyle dünyayı kavramasıdır. Bu yargılar,aileden, eğitimden, din ve gelenekten, siyasetten, medyadan, devlet ve hukuk sisteminden, sınıfsal konumdan vs. ideolojik olarak içselleştirilir. İşte Ego (Ben), bu yargıların en yoğun biçimde işlendiği ve düzenlendiği benlik alanıdır. Ego, toplumsal yargıları kendi varoluşunu kurmak için kullanır. Dolayısıyla bir insanın yargı sistemi değiştiğinde, bu değişim egonun yapısını da doğrudan etkiler.
Bir insan, hayatının bir noktasında içselleştirdiği değerleri ve yargıları eleştirel olarak sorgulamaya başlarsa, bu ego açısından sarsıcı bir durumdur. Bu durumda yaşananlar:
- Ego’nun dayandığı çerçeveler çöker.
- Savunma mekanizmaları devreye girer. Bastırma, inkâr, yansıtma gibi tepkiler görülebilir.
- Ego parçalanma riski yaşar. Kişilikte ve hatta ruhsal yapıda önemli sapmaların ortaya çıkması, örneğin sapıklık (bunun da farklı dereceleri vardır) gibi.
- Kriz aynı zamanda potansiyel dönüşümdür. Diyalektik olarak düşünürsek:
Her yıkım, yeni bir kuruluş imkânını da içinde taşır. Buna “yaratıcı yıkım” da diyebiliriz. Örneğin yeni bir üretim tarzının yıkılan üretim tarzından daha üstün kurulması gibi.
İşte şimdi sorunun en önemli noktasına geliyoruz. Sorunu aydınlatabilmek ve daha iyi açıklayabilmek için kendi kavramlarımı oluşturarak ilerleyeceğim.
İnsan Ego’su ile Yargılar arasındaki ilişkide ikili bir yanın olduğunu kabul etmek gerekir. Bir de bu ikili yanın kendi içerisinde farklı derecelerinin varlığından kaynaklanan farklı biçimler söz konusudur. Ego ile Yargılar arasındaki olumlu özdeşleşmede, Yargıların Ego üzerinde olumlu yansımaları görülür. Bu yargılar Ego’nun bencil yanlarını sınırlar ve baskılar. Bu bir tür “pozitif toplumsallaşma”dır. Burada kişinin benlik yani ego özellikleri toplumun genelinin çıkarlarıyla uyumludur ve onun gelişimine katılarak, ona katkı yapar. Pozitif toplumsallaşmanın ego üzerindeki etkilerini kısaca şöyle belirtebiliriz :
- Ego daha esnek, özgürleştirici, eleştirel hale gelir.
- Kişi kendi benliğini daha az “dış yargılarla” tanımlar.
- Ego, kendi içsel tarihsel çelişkilerini tanımaya ve dönüştürmeye başlar.
- Bu, genellikle devrimci ve özgürleştirici bir bilinç sıçraması anlamına gelir.
Pozitif toplumsallaşmanın ego üzerinde “terbiye edici”, onun olumsuz sivri yanlarını yokedici, törpüleyici ya da bükücü (aşırı paraya düşkünlük, cinsel düşkünlük, cimrilik, görgüsüzlük, hiç arkadaşın olmaması, siyaset ve sanat ile ilgilenmemek, gayri meşru ve toplumsal ahlaka aykırı işlere ilgi duyma gibi özellikler) bir özelliği bulunur. Pozitif toplumsallaşma egonun bu olumsuz özelliklerini baskılar ve yer yer dönüştürür. Ama kabul etmek gerekir ki, bu mutlak birşey değil yani göreli birşeydir. Sınıfların varlığı ve bu varlığın neden olmuş olduğu toplumsal bölünmeler, pozitif toplumsallaşmanın alanını sınırlar ve onun bittiği yerde bu pozitif toplumsallaşmanın karşıtı olan Negatif Toplumsallaşma ortaya çıkar ve neredeyse pozitif toplumsallaşmanın tersi bir sürece neden olur.
Ego’nun toplumun genel çıkarlarını ifade eden yargıların olumlu niteliğine göre şekillenmesi (burada içsellik ile dışsallığın aynı nitelik içerisinde birliği söz konusudur), bireyin kişilik yapısında olumlu özelliklerin gelişmesine neden olur. Bu temelde bireyde fedakarlık, dayanışma, cömertlik, yardımseverlik, maddiyete fazla önem vermeme, cinselliği abartmama, vatanseverlik, demokratik değerlere azami açıklık, halka ait olma duygusunun gelişmesi vs. gibi kişisel özelliklerin gelişmesi yaşanır. Kısacası Ego genelin olumlu çıkarlarının aracısıdır ve buna neden olan durum da genellikle olumlu ideolojik süreçlerle edindiği olumlu yargılardır.
Olumlu yargıların çöküşünün yerine yeni olumlu yargılar geçiremeyen ego, bu süreçten olumsuz etkilenir ve bu etkileri kısaca şöyle belirtebiliriz :
- Ego yeni çerçeveye uyum sağlayamaz, çökebilir ve dağılabilir.
- Kişi kimlik bunalımı yaşar.
- Paranoya, yabancılaşma, depresyon, fobi gibi ruhsal savunma tepkileri görülebilir.
- Toplumla, geçmişle, aileyle bağları koptuğu hâlde, yeni bir “kendilik” inşa edilemez.
Biz burada olumsuz psikolojik süreçleri bir kenara bırakarak, egonun olumsuz dönüşümünün neden olduğu Negatif Toplumsallaşma üzerinde duracağız.
Olumlu yargıların çökmesi ve bunun bilinç tarafından tamir edilememesi durumunda ego içe doğru çökecektir. Bu içe çöküş egonun olumsuz özelliklerinin egonun bütünlüğü içinde üste çıkmasına ya da egoya bütünü ile egemen olmasına neden olacaktır. Bu noktada egonun bu olumsuz dönüşümünde ilk göze batan özellik bencilliktir. Bencillik egonun diğer bireylerle ilişkisinde kendisine sürekli olarak ayrıcalıklar ve bu temelde eşitsizliği sürekli olarak üretmek istemesi eğilimidir. Bencillik dar düşüncenin neden olduğu olumsuz bir kişilik özelliğidir.Normal bir kişilikten önemli bir sapmadır. Siyasi hareketlerdeki sekterizme özellikle devrimcilikteki “solculuğa” çok benzer. Bencilliğin toplumsal alanı genişledikçe ve derecesi geliştikçe farklı olumsuz durumların ortaya çıkmasına neden olur.
Bireyin negatif toplumsallaşmasında iki anın önemle ayırdetilmesi büyük önem arzetmektedir. Bunlardan ilki pasif negatif toplumsallaşma diğeri ise aktif negatif toplumsallaşmadır.
İnsan bilincinde olumlu yargıların çökmesi ve bunların tekrar olumlu bir şekilde tamir edilememesi durumunda, egonun kendisine olumsuz bir toplumsallaşma arama eğilimi doğar.Bu eğilimin temel nedeni, düşüncenin kıyaslama yani tasım yapmasından kaynaklanır. Tasım yani kıyas farklı yargılar arasında sürekli olarak kıyaslamalar yaparak yani düşünerek farklı yargıları nedensellik süreçlerine tabi tutarak bu farklı yargılar arasında çıkarsamalarda bulunur. Bu çıkarsamalar egonun içsel yapısına uygun olarak belirli kararlara neden olurlar.
Genellikle bu süreçler toplumsal alt-üst oluş dönemlerinde daha yoğun yaşanır. Bunlar dış dünyanın etkilerinin ego üzerindeki yansımalarıdır. Farklı sınıflarda ve farklı toplumsal mevkilerde bu süreçler farklı biçimler alırlar. Bazı toplumsal alanlarda bazı kişileri ruhsal bir çöküntüye götürerek intihar etme eğilimine dahi neden olabilirler. Ama bazı alanlarda ise bencilliğin ufkunun daha da gelişmesine yardımcı olarak, olumsuz anlamda “yeni fırsat”ların kapılarının açılmasına neden olurlar. Egonun olumsuz dönüşümü, kendi üzerine kapalı olmaktan çıkarak toplum üzerinde olumsuz etkiler üretmeye başladığı andan itibaren negatif bir toplumsallaşma süreci yaşanır.
Sadece bireysel alan ile sınırlı olan olumsuz ego dönüşümünü pasif negatif toplumsallaşma olarak adlandırmak mümkündür. Örneğin devrimciliği şu ya da bu şekilde bırakan bir bireyin hemen kendi özel yaşamını para ve bir aile etrafında örgütlemesi ve de toplumsal siyasi pratik ile ilişkisini bu temelde yoketmesi gibi. Çevremizde çok karşılaştığımız bir durumdur. Ama bir de aktif negatif toplumsallaşma diyebileceğimiz bir süreç yine bulunmamaktadır. Burada kişi topluma (örneğin siyasete) olumsuz bir şekilde bağlanır. Bazen bu basit bir kariyer hesabı olabilir, bazen ise ihanet gibi çok uç pratiklere kadar uzanır. NEGATİF TOPLUMSALLAŞMADA TOPLUMSAL ARAÇLAR KİŞİNİN BENCİLLİĞİNİN ARACISI DURUMUNA GELİRLER. Genellikle bu bencillik ise kendisini üç temel unsur içinde gösterir : Zengin olmak yani çok para kazanma eğilimi, daha fazla cinsellik ya da daha fazla kadın ile birlikte olmak (erkekler için) ve şan ile şöhret sahibi olmak. Aslında bu üçü birlikte hareket eder. Bu kişiler özellikle siyaseti bu kişisel hedefleri için araç olarak kullanırlar.
Ama elbette bu düz bir şekilde olmaz ve buna toplumsal engeller söz konusudur. Bundan dolayı psikolojik savunma mekanizmalarının devreye girmesi kaçınılmazdır. Kişi, bencilliğin harekete geçirdiği bu negatif toplumsallaşma eğilimini psikolojik savunma mekanizmalarını kullanarak maskelemeye çalışır. Bunlar özellikle inkar etmek ya da yalan aracılığıyla yansıtma şekilleri oluşturma ile maskelenir. Siyasette yalanın ürettiği iki çok önemli işlev söz konusudur : hile ve aldatma. Hile ve aldatma da siyasette bir tür siyasi savunma mekanizmalarıdır ve bunlar aracılığıyla kişi yalanını maskeler ya da başka bir ifade ile kendi bencilliğine savunma mekanizmaları oluşturur. Aldatmanın en önemli özelliklerinden bir tanesi ise psikolojik opearasyonlar ile “sahte değerler sistemi” oluşturma ve toplumun önemli bir kesimini bu sahte değerler sistemini benimsetmeye çalışmadan oluşur. Eğer bencillik ve buna eşlik eden kötülük, toplumsal ölçekte kurumsal olarak örgütlenmeye başlamışsa, bunun bireyler üzerindeki etkisi de aynı şekilde büyük ve yıkıcı olur. Toplumun bütün düzeylerinde, dıştan içe doğru ego üzerinde büyük bir basınç yaratarak kişilerin değer sistemlerini darmadağan eder. Böylece toplumda önemli sayıda kişinin egolarındaki olumsuz özellikler kendileri farkında olmadan üste çıkarlar. Bu üste çıkış yani içsellikteki bu dönüşüm, dışsallıktaki (kurumsal kötülük örgütlenme) dönüşüm ile aynı düzeye gelerek karşılıklı olarak birbirlerini beslemeye başlarlar. Bu “ulusun toplu intihar” halidir.
Böyle bir sürece giren bir toplum ancak çok büyük felaketler ve olaylar sonucunda uyanır.
Egoya egemen olan bencillik, toplumda eline geçirdiği herşeyi kendi egosu için araç haline getirmeye başlar. Ama bunu elbette her zaman savunma mekanizmaları oluşturarak maskeler. Aksi taktirde bencil amaçlarına ulaşmada fazla uzağa gidemeyecektir. Bazı bencil amaç ve hedefler çok uzakta bulunur (iktidar ve zenginlik gibi) ve bunlara ulaşmak için gizliliğin gereği olan savunma mekanizmalarının kurulması zorunludur. Burada ortaya bir başka sorun çıkmaktadır : bir insan bencillikte nereye kadar gidebilir ve bu bencilliğini saklamak için nasıl etkili bir savunma mekanizması oluşturabilir ?
Büyük sanat yapıtları çok karmaşık sorunları basit bir şekilde anlatan yapıtlardır. Bencilliğin derecesi ve onun maskelenmesi ile ilgili çok güzel iki film bulunur. Bunlardan ilki İran’lı yönetmen Macid Macidi’nin Cennetin Rengi filmidir. Diğeri ise Türk sinemasının kült yapımlarından Yavuz Turgul’un yazıp ve yönettiği Eşkiya filmidir.
Bir baba evladını öldürebilir mi ? Üstelik de bu evlat 6-7 yaşlarında görme özürlü ve dünyalar tatlısı bir çocuksa. Babasına hiçbir zararı olmayan, mahsum ve tamamen savunmasız ise. Macidi bunun olabileceğini gösterir ve egonun “ilkel benlik” alanından gelen dürtülerin (cinsellik gibi) insanı nasıl canavarlaştırdığını ve bu temelde nasıl kendi evladına kıyacak şekilde onun egosunu olumsuz bir şekilde dönüştürdüğünü gösterir. Bencillik bir kez egoyu ele geçirdiği zaman ve güç ile birleştiği zaman Terminator (yokedici) bir kişiliğe dönüşür. Bundan dolayıdır ki Dostoyevski, “etrafınızda gördüğünüz birçok kişi, ellerine güç geçmemiş kötü insanlardır” demiştir. Bencillik çoğu zaman, normal kişiliğin altında tetikte bekleyen ve dış dünyadaki rekabetin baskısı altında sürekli olarak üste çıkmaya çalışan kişiliğin olumsuz bir özelliğidir.
Macidi filminde bilerek görme engelli saf ve temiz bir çocuk karakter kullanır. Bununla babanın içindeki cinselliğin harekete geçirdiği canavarlığın boyutlarını göstermek ister. Eşi ölen baba, bir kadın ile evlenmek ister ama kadının şartı çocuğunun olmamasıdır. Baba önce oğlunu yine görme engelli olan bir marangoza meslek sahibi olması için teslim eder. Macidi bir yandan hem babanın canavarlığının boyutlarını sergilemek için hem de molla rejimini teşhir etmek için, bir sahnede çocuğa şu repliği söyletir : (ustasına) ben bu dünyada kiç kimseye bir kötülük yapmadım, bir karıncayı dahi incitmedim Allah beni niçin böyle yarattı ?” İşte baba bu çocuğu öldürecektir !
İstediği kadını elde etmek için baba, kaza süsü vererek oğlunu öldürmek ister. Çocuğun boyunu aşan bir dereden çocuğu katır üzerinden gecirterek ve suya düşmesini sağlayarak çocuğun boğulmasını sağlar. Baba çocuğunu kaybeder ama kadın da baba ile evlenmekten vazgeçer. Böylece baba herşeyi kaybeder. Bu ilkel benlik düzeyindeki dürtülerin egoya egemen olarak onu bencil bir kişiliğe dönüştürdüğü bir durumdur. Ama daha da fazlasıdır ve tek bencillik değildir ama bunun daha aşırı şekli olan sapıklıktır. Çünkü normal bir kişiliğin ciddi bir şekilde sapmasına neden olmuştur. Burada bencilliğin ya da sapıklığın kaynağı, ilkel benlik düzeyindeki cinsel dürtünün egoya egemen olmasıdır.
Ama bir de olumsuz yargıların egoya egemen olduğu zaman onu bencil bir yola sokan motivasyonlar bulunmaktadır. Böyle bir örneği de Yılmaz Güney’in Yol filminde Tarık Akan’ın oynadığı Seyit Ali karakterinde buluruz. Seyit Ali cezaevindeyken kendisini aldatan eşi Zine’yi, kar ve tipide kilometrelerce ayağında neredeyse ayakkabısı ve üstünde güçlü bir giysisi olmadan yürüterek ve donmasına neden olarak öldürmüştür. Feodal ahlakın neden olduğu erkek bencilliği, Zine’nin öldürülmesine neden olmuştur. Bu feodal ahlakın neden olduğu bencil kişilik bugün dahi birçok kadının katlinden sorumludur.
Yılmaz Güney Seyit Ali karakterini bir arketip yani belirli bir toplumsal ilişkilerin ürünü olan bir tipin içerisine hapsolduğu tarihsel ve dramatik bir kişilik olarak düşünmüştü. Seyit Ali bu çerçevesi belli kişiliğin dışında davranamazdı. Tarık Akan’ın Seyit Ali karakterine Yılmaz Güney’den habersiz getirmiş olduğu bazı yorumlara Yılmaz Güney çok kızmıştı. Tarık Akan bir sahnede Zine ile ilgili olarak bir acıma belirtisi gösterir. Zine’yi temsil eden yüzüğü önce çıkarmak ister ve sonra vazgeçer. Bu hareket onun hala daha Zine’yi öldürmesine karşın sevdiğini gösterir. Yılmaz Güney bunu yaptığı için Tarık Akan’a kızar. Çünkü bu karakterin, temsil etmiş olduğu kişilik çerçevesinden çıkarılmasını ve seyirciye sempatik hale getirilmesini feodal ahlaka verilmiş bir ödün sayar. Yılmaz Güney seyircide Seyit Ali’ye sempati duyulmasına neden olan bir yumuşamayı istemez. Çünkü aslında o kötü bir kişiliktir ! Çevremizde birçok insan aslında iyi görünümlü bencil ve kötü insanlardır !
Pozitif toplumsallaşma ile negatif toplumsallaşmanın açıktan karşıya karşıya geldiği bir örneği de Eşkiya filminde görürüz. Eşkiya filminde negatif ego kötülüğünü toplum üzerine yayar yani negatif bir toplumsallaşma oluşturur ve bunu da pozitif toplumsallaşma karşısında bir yansıtma ile savunur. Eşkıya filmi sembollerle örülmüş bir filmdir. Bu semboller seyircinin bilinçaltına onların farketmediği bazı göndermelerde bulunur ve bu temelde seyirciyi sürükler. Her karakterin ve yine müziğin gerçek yaşamda bir çağrışımı bulunmaktadır. Bu film semboller aracılığıyla bugünkü Kürt Hareketi’ni anlatmaktadır.
Eski bir eşkıya olan Baran (Şener Şen), adalet için devlete başkaldırır ve eşkıya olur. En yakın arkadaşı ve yoldaşı Berfo ona ihanet ederek, Baran’ın altınlarını ve parasını çalarak yine onun sevgilisi Keje’nin başlık parasını babasına bunlarla vererek onu da alır. Baran cezaevinden çıkarak gidip onu bulur. Berfo’nun kendisini savunma biçimi çok ilginçtir. Bütün bunları Keje’yi çok sevdiği için yaptığını ve “ben sevdam için en yakın arkadaşıma ihanet ettim” der. Baran’ın ise Keje için bunu yapamayacağını belirtir. Berfo Baran tarafından öldürülmeden önce “hayatın sevda karşısında ne önemi var” der. Baran onu öldürdükten sonra alaycı bir şekilde “doğru hayatın sevda karşısında ne önemi var” diye söylenir. Berfo bütün toplumsal davayı, adaleti kendi bencil erkek kişiliğinin aracı haline getirmiştir. Türkiye’nin en zenginlerinden birisi olurken dahi bunu yasal değil yasadışı yollarla yapmıştır. Berfo kendi bencil kişiliğine uygun olarak yani egemen değerler sistemi ile işbirlikçilik halinde bir söylem uydurmuş ve bunu Baran’ı etkilemek için de kullanmak istemiştir. Aslında bütün eski dava arkadaşlarının kendisi gibi olması gerektiğini iddia etmektedir.
Berfo Baran’a karşı mücadelesinde bütün araçları, kendilerinin mücadele etmiş oldukları olumsuz düzenden almıştır: ihanet, hırsızlık, zorla sahip olma, ahlak dışı yollardan zengin olma ve bunları da “normal”leştirerek bir savunu haline getirir. Başka bir ifade ile kendisine bu temelde bir psikolojik savunma mekanizması geliştirmiştir. Berfo’da bütün toplumsal süreçler, onun bencilliğinin aracısı haline gelmişlerdir. Berfo bütün toplumsal davayı bir kadın için feda etmeyi savunur. Burada kadın onun kişisel benciliğinin sembolüdür. Kısacası kendi değerlerini toplumun geneline yaymaya çalışır. Kendisi kötülükle uzlaşır ve onun araçlarıyla da yoldaşlarını vurmaya başlar.
Baran Berfo’nun tam tersidir. O kadın da dahil bütün kişisel ihtiyaçlarını toplumsal davanın olumlu ihtiyaçlarına bağlar. Bir kadına olan sevdası toplumun davası ile uyumlu olmalıdır. Cumali’yi kurtarmak için Berfo’dan para istemeye gider ve para karşılığı Keje’yi Berfo’ya bırakacağını söyler ama bu taktiktir. Daha sonra gidip alacaktır Keje’yi, ki bunu Keje’ye söyler. Baran Berfo’nun ona söylediği “sevda karşısında hayat nedir ki?” sözlerini alaylı şekilde tekrar ettiği zaman aslında bu sözleri olumlar ve Baran’da sevda aslında “toplumsal dava sevda”sıdır. Böylece Berfo’da “bütün toplumsal davayı bencil bir kişiliğin ihtiyaçları için feda eden” bir negatif toplumsallaşma buluruzken; Baran’da “bütün kişilik ihtiyaçlarını toplumsal bir davaya feda eden” bir pozitif toplumsallaşma buluruz.
İşte günümüz Türkiye siyasetinde bu Berfo Özgür Özel’dir.
Kemal Kılıçdaroğlu sürekli olarak kendisinin arkadan hançerlendiğini belirtmektedir ve bununla da Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu’nu kasdetmektedir. Bize göre asıl hançerleyen Özgür Özel’dir ve hatta bu terim dahi hafif kalmaktadır. Çünkü burada tek bir kişinin hançerlenmesi yoktur bir bütün olarak halk hançerlenmiştir. Ekrem İmamoğlu’nu bu noktada ayırmak gerekir çünkü İmamoğlu farkında olmadan yaptığı hatalarla zarar vermiştir ama Özgür Özel bilerek ajanlık yaparak zarar vermiştir.
Bütün bu ideolojik ve psikolojik teorik arka plandan sonra, Özgür Özel’in kişisel motivasyonlarının ne olduğunu yaklaşık olarak anlamak mümkündür. Hiç kuşkusuz olumsuz politik adımlarının arkasında onun kişiliğindeki zayıflığın egosunu ele geçirmesi yatmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki, ego toplumsal süreçler tarafından da baskı altındadır ve ancak bu toplumsal yargılar bu işlevini yitirdiği zamandır ki, egonun olumsuz yanları üste çıkarlar. Peki Özgür Özel’in CHP içinde savunduğu bu toplumsal yargılarda nasıl bir zayıflama ve çökme olmuştur ki, bu durum Özgür Özel’i derinden etkilemiştir.
Aslında bakmasını bilen için cevabı önümüzde duruyor!
Biz uzun zamandan beri Türkiye’de AKP’nin seçimleri hileler aracılığıyla düzenleyebildiğini ve şu ya da bu şekilde seçimlerde olumsuz bir sonuçla karşılaştığı zaman da açıktan darbe yapacağını belirtmekteyiz. Bizim bu gördüğümüzü CHP içinde ve yine başka partilerde birçok kişinin gördüğünden kuşku yoktur. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu meseleyi görmezden gelerek yaptığı “yalancı siyaset” aslında herkesi bezdirmişti. Özgür Özel partinin kilit mevkilerinde siyaset yapan birisi olarak, AKP’yi karşısına alan ve onu sert bir şekilde bastırmak isteyen bir yasal siyasetin geleceğinin olmadığını anlamıştı. Çünkü AKP’nin normal ve yasal yollar ile iktidardan indirilme olanağı artık kalmamıştır. Bu durum Özgür Özel’in ideolojik olarak AKP karşısında çözülmesine neden olmuştur. AKP rejimi karşısında ideolojik olarak çözülen Özgür Özel’in artık Kemal Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP siyasetine de güveni kalmamıştı. Bu andan itibaren bir karar vermesi gerekiyordu ya da onu böyle bir karar vermeye iten bir “dış müdahale” gerçekleşti.
Siyaset ile uğraşan ve özellikle bunu önder kadrolar düzeyinde yapan birçok kişi bu problemle karşılaşmıştır. Kendim de kişisel olarak böyle bir an yaşadım. Bolşevizme ve Leninizme olan inancım kaybolduğu zaman yani o güne kadar benim ideolojik temel yargılarımı belirleyen sütunlar çöktüğü zaman bir bocalama içerisine girdim. Örneğin bu noktada birçok devrimci pasif negatif bir toplumsallaşma yaşarken yani kendi “özel yaşamı”nı örgütlemeye yönelirken (bende bu bocalama dönemi yanlış bir evlilik yapma ile sonuçlanmıştır), ben belli bir bocalamadan sonra “ideolojik derinleşme” sürecine yönelerek ve hayatımı da bu şekilde örgütleyerek tekrar Marx ile Engels’in ve yine Hegel’in felsefi çalışmalarına derinlemesine yönelerek, aynı dönemde de yeni bir ideolojik paradigma değişimi yapan Abdullah Öcalan’ın Demokratik Modernite teorisinden de yararlanarak yeni bir “ideolojik pencere” açmaya çalıştım. Aynı durumu 1990’lı yıllarda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yaşadı ve “1999 darbesi”ne yeni ideolojik yargılar oluşturarak direndi ve bu temelde pozitif toplumsallaşmayı sürdürebildi. Farklı bir biçimde bunu Tayip Erdoğan yaptı. Necmettin Erbakan’ın çizgisinin sorunlu yapısını, farklı bir siyaset hareket tarzı geliştirerek ve hatta içerisinden çıkıp geldiği çizginin bazen tam tersini yaparak aşmaya çalıştı. Hatta böyle bir değişimi Devlet Bahçeli’nin de yaptığını ileri sürebiliriz. Sadece Özgür Özel bunu çok farklı yapmıştır. Yukarıdaki örneklerin en kötüsü olarak yapmıştır. Bu biraz da kişilik ve karakter ile de alakalıdır. Çünkü ajanlık temelinde bir siyasi dönüşümü herkes yapamaz. Özgür Özel’in bu noktada içerisinde bulunduğu siyasi kategori Sinan Oğan’ın kategorisidir.
Az yukarıda her ihanetin içinde bir gerçeklik payının olduğunu belirttik. Özgür Özel’in ihanetinde de bir gerçeklik payı bulunmaktadır. Birkez bu ihanet, Türkiye’de seçimlerin formaliteden ibaret olduğunun ve bu noktada boşa kürek çekmemek gerektiğinin (bu demek değildir ki bu mücadele biçimine karşıyız, kesinlikle değil hatta hiç değil!) açık ilanıdır. Zaten bu bilindiği içindir ki, AKP’nin dışında iki büyük siyasi hareket (MHP ile PKK) bu engeli aşmak için farklı bir hareket tarzı geliştirmişlerdir. MHP bir “darbe mekaniği” oluşturmak istemektedir, PKK de Ortadoğu’da siyasi ve askeri olarak stratejik bir derinlik elde ederek ve de bunlara dayanarak büyük bir askeri güç yaratarak AKP rejimi ile orta ve uzun dönemde ontolojik bir mücadeleye girişmek istemektedir. Bugünkü siyasi arenada AKP’nin dışında MHP ile PKK’nin siyasi ve askeri güçleri bulunmaktadır ve de askeri ayağı olmayan bir siyasi hareketin bugünkü Türkiye siyasetinde bir geleceği yoktur. İşte Özgür Özel CHP’ye gerekli olan bu “sert güçleri” AKP ile işbirliği halinde elde etmiştir! Bugün AKP’nin bu sert güçlerini (yargı, bürokrasi, MİT vs.) kendi muhaliflerini parti içinde temizlemek için kullanmaktadır. Zaten bunun dışında da partiyi ele geçirmesi mümkün değildi.
Özgür Özel’in AKP rejimi karşısında ideolojik olarak çözülmesi ve yenilmesi yani artık CHP’nin mevcut olanaklarıyla AKP’yi iktidardan indiremeyeceğini idrak etmesi ve de bu yönde ilerlendiği zaman büyük bir bedel ile karşılaşacağını anlaması, onu bir karara sürüklemiştir. Ne karakter ne kişilik ne ailesel ne de CHP’nin ideolojik ve siyasi yapısından dolayı mücadeleyi AKP rejimi karşısında pozitif bir toplumsallaşma yönünde kurabilecek bir çerçevesi olmadığı için, Özgür Özel siyasi çıkışı kendi kişiliğinin olumsuz özelliklerine daha uygun olan yolda yani AKP ile işbirliği yolunda buldu. Çünkü bu yol daha bedelsiz, tehlikesiz ve işin sonunda da hiç kuşkusuz çok zengin olacaktır. Bu zenginlik ile hem ailesinin “refahını” geliştirecek hem de ajanlık faaliyeti patlamadığı sürece de CHP genel başkanı olarak ün ve şöhret sahibi olacaktır. Erdoğan ile cepheden hesaplaşmayı seçen Ekrem İmamoğlu ile yine onunla işbirliği yapan Özgür Özel’i okur bir karşılaştırsın bakalım. Bir olumsuz kişilik ve karakter hangisini seçecektir? Elbette ki Özgür Özel’i seçecektir!
Özgür Özel siyasette daha kolay ve tehlikesiz bir yol olan AKP ile işbirliğini seçti ama bunun için kendisi gidip AKP’nin kapısını çalmadı. Bize göre bu işbirliğinde teklif, Özgür Özel’den değil ama AKP’den gelmiştir. Çünkü ihtiyaç eylemi belirler ve Özgür Özel’in öyle “acil bir ihanet etme” ihtiyacı yoktu. Ama dünya genelindeki siyasi gelişmeler AKP’nin elini hızlı tutmasını gerektiriyordu.
AKP’nin Türkiye iç siyasetinde özellikle MHP ile PKK-DEM’i bastırma ve iktidarını konsolide etme sürecinde ve yine bu güçlerin dış güçlerle (özellikle ABD) olası koordine olma özelliklerini yok etmek için CHP’yi yanına çekme acil ihtiyacı ortaya çıkmıştı. CHP’yi muhalefetten çekip aldığınız zaman hiçbir gücün AKP karşısında direnme olanağı kalmaz. Bundan dolayı CHP içinde böyle bir işbirlikçinin bulunması yönünde bir arayış ve çabanın önce AKP’den geldiği hemen hemen kesindir. Bu temelde AKP rejimi bütün devlet imkanlarını seferber ederek bu kişiyi önce tespit etmiş, sonra da usulüne uygun olarak ona yanaşmıştır. Bu temelde telefon dinlemeleri, Meclis’te partilerin ortak alanlarındaki samimi ortamlar bu tespit için kullanılmıştır. Eğer Özgür Özel’in onu siyaseten zora sokacak bazı durumları olmuşsa (örneğin yasak aşk, usulsüz para transferi, adam kayırma vs.) bu durum AKP’nin ona yaklaşmasını kolaylaştırmıştır. Elbette bu son saydıklarım sadece bir tahminden ibarettir. Ama bunların olmaması işin özünü değiştirmez. Bazı söylentilere göre, AKP’nin Özgür Özel’i “işlemesi” ve “ayartması” için Bülent Arınç’ın aracı olduğudur. Bunun doğru olma ihtimali çok yüksektir. Çünkü Bülent Arınç yaptığı bazı açıklamalarda kendisinin zor dönemlerinde Özgür Özel’in hep yanında olduğunu belirtmiş ve siyasi olarak “normalleşme” başlattığı zaman da Özgür Özel’i “kendi kahramanı” olarak nitelemiştir.
Bülent Arınç (ya da her kimse) hiç kuşkusuz önce Özgür Özel’i ideolojik olarak önce tam çökertmiş ve sonra da onun egosunun bencil tarafına seslenerek bir çıkış yolu önermiştir. Bu kişi siyasi görüntünün dışında (seçim sisteminin varlığından dolayı bu görüntü gereklidir), sistemin derinliğinde nasıl bir AKP rejiminin olduğunu ona anlatarak mevcut siyaset içinde bir çıkış yolunun olmadığını ve cepheleşme durumunda da nasıl öldürüleceklerini ve de işin şakası olmadığını, bundan dolayı da Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yalancı dünyası”dan çıkması gerektiğini ona anlatmıştır. Özgür Özel’in belirli bir düşünme sürecinden geçtiği ve hemen bu işi kabul etmediği kesindir. Hatta AKP’nin bu süreçte olumlu karar vermesi için, Özgür Özel’e “yanlış bir siyasi yol haritası” dahi çizdiğinden kuşku yoktur. Sonuçta ajanlık dahi “mantıklı bir yol” gerektirir. AKP bu siyasi yolun ülke hayrına olduğu yalanını uydurarak Özgür Özel’i bu sürece ikna etmiş olması çok muhtemeldir. Bu siyasi yolun da şu olduğunu düşünüyoruz: AKP’yi karşısına alan ve ondan hesap sormak için iktidara gelmek isteyen bir mücadele mantıklı değildir ve “kan banyosu” ile biter. Bundan dolayı onunla uzlaşarak bir siyasi çıkış yolu aramak mevcut durumda en akıllı olanıdır. Bir AKP-CHP koalisyonu kurarak toplumu rahatlatmak (örneğin içeride haksız yere yatanların bırakılması ve kısmi bir genel af gibi), ve yine bu koalisyon aracılığıyla Batı’ya güven verip ve ekonomik krizin üstesinden gelmek çatışmadan daha iyidir. Bu durumda Türkiye AB ile olan sorunlarını da (üyelik, vize gibi) daha kolay çözecektir. Böyle bir yumuşama ve “normalleşme” karşılığında CHP, AKP rejimi içerisinde kendi “mahallesini” de (medyadan, şirketlere, yargı ve bürokrasi içinde belirli bir nüfuz elde etmeye kadar) kurabilir. Bu temelde ülkeyi rahatlatacak çözüm bir AKP-CHP işbirliğidir ve bu işbirliği Türkiye’yi parlamenter bir sisteme götürerek bunu yapabilir. Bu süreçte Erdoğan tekrar cumhurbaşkanı kalır, Özgür Özel de koalisyonun başbakanı olur ve yeni anayasa da bu temelde beraber oluşturulabilir. Bütün bu işler de AKP’nin seçim hilesi sistemi ile kolayca düzenlenebilir. Özgür Özel bu siyasi iş birliğini kabul ettiği zaman AKP rejimi onu, CHP ve toplum içinde hem rejimin kollarını kullanarak (yargı, MİT, bürokrasi vs.) hem de psikolojik operasyonlar ile “yıldız gibi parlatacak”tır.
Bu yukarıdaki siyasi analiz aslında rejim tarafından dolaylı olarak propaganda edilmektedir. Adeta “çocuktan al haberi” misali, “rejimin çocuğu” Rasim Ozan Kütahyalı (ROK) bunu kendi YouTube kanalında açıkça söylemiştir. Kütahyalı AKP’nin 15 Temmuz 2016 komplosundan sonra (komployu ben diyorum o FETÖ’cü darbe diyor) yeni bir rejime geçtiğini ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki İttihatçı rejime benzediğini ve de bu sistem içinde Tayyip Erdoğan’ın herşeye hakim olduğunu yani tamamen “kuvvetler birliği”ni oluşturduğunu, hatta dolaylı olarak dahi “seçimlerin Türkiye’de formalite” olduğunu belirtip, AKP’yi karşısına alan herkesin kaybedeceğini belirtmiştir/belirtmektedir. Özgür Özel’in yapacağı en iyi işin ise Erdoğan ile uzlaşmak olduğunu belirtip, bu uzlaşmada Erdoğan’ın tekrar bir dönem daha cumhurbaşkanı olması ve parlamenter sisteme dönülerek koalisyon yapılması gerektiğini belirtmektedir. Peki ROK’u kim konuşturuyor ? Elbette rejim ! Aslında arka planda iş bitmiştir yani belirli bir anlaşma olmuştur ve bugün yapılan Erdoğan ile Özel arasında varılan bu gizli anlaşmanın kamuoyuna “satılması”ndan ibarettir.
İyi niyet temelinde, istemeseler de ama fazla acıların yaşanmaması için bu siyasi fikri destekleyen ya da desteklemek zorunda olduklarına inanan önemli bir kesim bulunmaktadır. Örneğin kendi YouTube kanalında Savaş Genç, böyle bir “siyasi çıkış” yolunun yani kötülerin kötüsü olan bu seçeneğin kabul edilebileceğini ve kendisinin de destekleyeceğini belirtmiştir. Bu fikirde olan iyi niyetli insanlar, elbette bunun bir gizli anlaşma temelinde olduğunu düşünmemektedirler ve sadece çaresizlikten dolayı kabul edilmesi gereken bir yol olarak bunu tasavvur etmektedirler.
Okur diyecek ki bunun neresi kötü! Özgür Özel böyle bir strateji ile ülkeyi daha iyi bir noktaya götüremez mi? Keşke öyle olsa da biz de destek versek ama “kazın ayağı” öyle değil! Erdoğan MHP’nin yerini alan ve kendi rejimi içerisinde bir “kama” gibi duracak bir siyasi yapıyı asla istemez. O iktidarını kimse ile paylaşmayan “dikensiz bir gül bahçesi” inşa etmek istemektedir. Bu kesimlerin anlamadıkları şudur: bu bir çıkış yolu değildir ve rejimin daha da oturmasına giden bir yoldur. Geçmişte “yetmez ama evetçi”lerin başına gelenlerin daha kötüsü bu kesimlerin başına gelecektir.
Daha önceki bölümlerde Erdoğan’ın Hitler gibi, aslında Doğu’ya doğru gidişini aldatma ile örten (sanki Batı’ya gidiyormuş gibi yapan) bir siyaset geliştirdiğini belirttik. İşte Erdoğan, rejim finali yaparken yani rejimini tam oturturken, Özgür Özel ile CHP’yi sonuna kadar kullanan ve sonra da tasfiye eden bir politika oluşturmuştur. O kendisinden sonra “ailesine bırakacağı rejimin” uzun yıllar rahat kalacağı bir siyasi çerçeve (içte, dışta ve bölgede) oluşturmak istemektedir. Emine Erdoğan’ın kocasından “senden sonra çocuklarının geleceğini düşünmelisin” isteğini, Türkiye’de siyasal islamın iktidarını daha da oturtarak çözmek istemektedir. Erdoğan’ın çocukları için güvenli bir ortam ancak ailesi sürekli iktidarda kalırsa olacaktır.
AKP’nin Özgür Özel’e sunduğu ve büyük bir ihtimalle de onun kabul ettiği yukarıdaki siyasi çerçeve Özgür Özel’in asıl motivasyonu değildir. Özgür Özel bu işin içinde bir “bit yeniği”nin olduğunu az çok sezmektedir. Bize göre bu yukarıdaki siyasi çerçeve Özgür Özel’in ileride kendi kişisel durumunu kurtarmak için kullanacağı bir psikolojik savunma mekanizmasıdır. Onun asıl motivasyonu kişisel bencilliğinin derinliğinde bulunmaktadır. O bu proje aracılığıyla özellikle de CHP’ye bağlı belediyelerde ve yarın koalisyon ortağı olduğu zaman da bazı ihalelerde “komisyonlar” almak, ün ve şöhret sahibi olarak şehvet çemberini daha da geliştirmek istemektedir. Bu yukarıdaki siyasi çerçeve de “bütün bu kişisel olumsuzlukları örten bir şal”dan ibarettir (bu benim kişisel görüşümdür, doğru olup ve olmadığını zaman gösterecektir).
Özgür Özel tam olarak nasıl bir gemiye bindiğini aslında bilmemektedir. Geminin yönünün Batı’ya olduğunu sanarken gemi Doğu’ya doğru yol almakta ve AKP’nin gelecekteki “mutlak monarşik” hükümdarlığına götüren yolda aslında “dingil” rolü oynamaktadır. CHP’nin bir aldatma ve ajan siyaseti ile AKP’nin “gizli ajandası”na monte edilmesinin dünya siyasetinde de önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu siyaset özellikle Avrupa’nın kafasının karıştırılarak yani CHP ile koalisyonun AKP’nin Avrupa ile yakınlaşma istediği yanılsamasına neden olarak ve bunun üzerine Ukrayna-Rusya savaşında taktik olarak Ukrayna’nın yanında duran ve bu süreci tamamlayan bir siyaset, Ortadoğu’da ama özellikle de Rojava’da Avrupa’nın hareketsiz kalmasına neden olacaktır. AKP CHP ile koalisyon ve Avrupa’nın güvenlik mimarisine katkı yapmak istediği yalanı ile Avrupa’yı Rojava’da Kürtlere vuracağı darbede tarafsız hale getirmek istemektedir.
Özgür Özel ile CHP’yi kendi politikalarına yedekleyen AKP, hem DEM’in sol tarafını boşaltmış ve onun “demokrasi ittifakı” girişimini yok etmiştir hem de Rojava’ya yapacağı askeri harekat sırasında “toplumsal ve siyasi dirençliği”ni yükseltmiş ve “geri hatlarını sağlama” alarak, bu geri hatlarda ABD ile MHP’nin istediği bir yarılma problemini de yok etmiştir. CHP ile takviye edilmiş bir AKP siyasetinin ya da savaşın Rojava’da çok yıkıcı olacağı açıktır. AKP bütün bu CHP, Avrupa ve Kürt siyasetini, gizli olarak Çin ile stratejik bir işbirliğini derinleştiren bir siyaset ile birleştirmekte ve bu stratejik işbirliğini Rusya ve İran ile de koordine ederek tamamlamaktadır. Böyle bir stratejik konumlanma AKP rejimine, ABD ile cepheleşme sırasında (özellikle Rojava, Güney Kürdistan ve Suriye politikasında) büyük bir “koruma kalkanı” sağlayacaktır.
Özgür Özel AKP ile birkez iş birliğine girdiği andan itibaren, süreç içerisinde istemediği bazı politikaları da yapmak zorunda kalacaktır. Çünkü etrafı sarılıdır ve hem öldürülme riski hem de bu riskin ailesine kadar genişleme olasılığı bulunmaktadır. Kendisinin “istemediği elbise” zorla kendisine giydirilecek ve o da kuzu kuzu bu rolü oynamak zorunda kalacaktır. Aslında Özgür Özel’li CHP, AKP’nin kullanıp ve attığı Gülen Cemaati ile MHP gibi bir konumdadır ve sonu da onlar gibi olacaktır. Plan aynı plan ama sadece biçimi değişiktir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Özgür Özel’in “devşirilme” ve “hazırlanma” dönemleri muhtemelen 2019 yerel seçimlerinden sonradır. Bu süreç 2022 yıllarına gelindiğinde artık bitmişti ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı başında aslında Erdoğan’ın en önemli ajanı bulunuyordu. Bugün çok iyi anlıyoruz ki, Meral Akşener Devlet Bahçeli’ye bağlı olarak ve Özgür Özel de Erdoğan’a bağlı olarak ve yine bu ikisi farklı motivasyonlar ile Ekrem İmamoğlu’nu sürekli ayartarak ve öne sürerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun “politik iflası”nı hazırlıyorlardı. Erdoğan ile Bahçeli’nin Kılıçdaroğlu’na kurdukları tuzakta af buyurun ama İmamoğlu “mayınlı araziye salınmış eşek” rolünü oynamıştır. İşte Türkiye siyasetinin gerçekleri budur! Bu gerçekleri anlayamayanlar lütfen siyaset değil başka bir iş yapsınlar. Çünkü bu iş onlara göre değil!
Özgür Özel birkez yukarıdaki siyasi çerçeveyi ve ajanlık faaliyetini kabul ettikten sonra, bu siyasetin nasıl planlanacağına geçilmiştir. AKP-CHP koalisyonuna gidiş yolu yani stratejik hedef birçok taktik adımlara bölünmüştür. Bir televizyon dizisi gibi, her bölüm süreç içerisinde bir taktik adımı oluşturmaktadır. Eğer bu işbirliğine bir dizi ismi verilse ben buna “Yalan Rüzgarı” derim. Çünkü her adımı yalanla örülmüş ve manipülasyon üzerine oturmaktadır. Bu “siyasi dizi”nin muhtemelen senaristi Hakan Fidan’dır (o daha MİT’in başındayken bu operasyon başlamıştı) çünkü MİT merkezli yürüyen bir plandır. Yönetmeni Erdoğan, yardımcı yönetmeni İbrahim Kalın ve başrol oyuncusu da Özgür Özel’dir.
Bu siyasi plan anlaşılan şu bölümlere ayrılmıştır:
1-CHP’nin en tepesinde AKP ile işbirliğini ve ajanlığı kabul edecek birisinin tespit edilmesi ve zayıf yanlarının belirlenmesi.
2-Bu kişiye uygun bir şekilde yanaşılması ve ayartılması.
3-Bu kişi olumlu cevap verdiği taktirde onun ideolojik ve siyasi olarak hazırlanması. Planın bu kişiye kapsamlı olarak benimsetilmesi.
4-Bu planın zorunlu olarak bu kişinin CHP’nin başına geçirilme girişimi ile başlaması. Çünkü CHP’nin yönünün değiştirilmesi, genel başkanlığın ele geçirilmesini öngörmektedir.
5-CHP genel başkanlığının ele geçirilmesi ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığına bağlı olduğu için, onun 2023 genel seçimlerini kaybetmesi için CHP içinde çalışmak yani ona karşı bir AKP komplosunun CHP içinde örgütlemesini koordine etmek, eşyanın tabiatı gereğidir. Özgür Özel 2023 genel seçimlerinde CHP içinde gizlice Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi için çalışmıştır.
6-Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel seçimleri kaybetmesinden sonra ilk CHP kurultayında onun nasıl devrileceği noktasında etkili bir planın yapılması. Bu plan AKP’nin rakiplerine ya da düşmanlarına karşı uyguladığı planın “küçük bir versiyonu”dur: Yakın rakibe (Kılıçdaroğlu) karşı uzak rakip (İmamoğlu) ile ittifak kurmak ama bunu yaparken de, Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu’nu sürekli olarak psikolojik operasyonlar ile birbirlerine düşman ederek, birleşmelerinin önüne geçmek ve her ikisi ile ayrı ayrı görüşerek ve aralarındaki düşmanlığı dolaylı olarak sürekli körükleyerek önce genel başkanlığı kazanmak ve sonra da her ikisinden tamamen partiyi almak yani her ikisini de tasfiye etmektir.
7-Kurultaya giderken, gerekli delege çoğunluğunu sağlamak için İmamoğlu ile ittifak yapmak, eğer bu çoğunluğa ulaşmada bir yetersizlik olursa da, AKP tarafından organize ve tedarik edilen paralarla bazı delegelerin satın alınması ama bunun da “fısıltı gazetesi” aracılığıyla İmamoğlu’nun üzerine yıkılması. Böylece AKP hem Özgür Özel’i hem de İmamoğlu’nu bu kurultayla yargı kıskacı arasına alarak, sonradan kullanmak için kenarda tutacaktır. Kılıçdaroğlu’nun devrildiği kurultayda satın alınan delegelerin (bazen bu para değil parti içinde bir mevki sözü de olabilir) paraları ajanlaştırılan Özgür Özel’in genel başkan olması için AKP tarafından sağlanmıştır ama kaynağının belirsiz kılınması için İmamoğlu’nun üzerine atılmıştır (biz de o zaman bunu yedik!).
8-Özgür Özel’in genel başkan olmasından sonra, diğer lider kadroların yanında zayıf kalan profilinin güçlendirilmesi ve partinin tamamen ele geçirilmesini planlamak ve örgütlemek.
9- Özgür Özel’in CHP genel başkanı olmasından sonra, siyasi olarak kalıcı olabilmesi için “başarılı” olmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ihtiyaç ise ancak “seçim hilesini” elinde bulunduran AKP tarafından giderilebilir. AKP yerel seçimlerde taktik olarak CHP’nin başarılı olmasını sağlayarak Özgür Özel’in “başarılı” olduğu imajını güçlendirmiş ve dolaylı olarak da İmamoğlu’nun imajını zayıflatmıştır. Yerel seçimlerdeki bu “siyasi mühendislik” çalışmasının hedefi çok yönlüdür:
1- Bir yandan iç ve dış politikada seçimlerin meşru olduğu görünümü oluşturmak ve ileride genel seçimlerdeki hileyi şimdiden garanti altına almak;
2- Özgür Özel’in “başarılı” görünmesini sağlamak ve parti içindeki diğer rakipleri karşısında elini güçlendirmek;
3- CHP’yi “birinci” parti çıkartarak ve Özgür Özel’in AKP ile “normalleşme” görünümü altında işbirliği yapması için politik ortamı yaratmak. Özgür Özel her fırsatta demiyor mu “Ben seçimlerde birinci olan partinin genel başkanıyım ve bu öz güven ile herkesle görüşüyorum.” İşte bu “özgüven” ile yarın genel seçimlerden sonra “23 Nisan Başbakanı” olacak!
10-Özgür Özel’in CHP genel başkanı olmasından ve yerel seçimlerde AKP tarafından “uçurulması”dan sonra devreye sokulan “normalleşme” görünümü altındaki AKP ile işbirliği politikası, sadece “büyük plana” bir girişti. Bu “normalleşme” politikası kamuoyu tarafından tartışılması için siyasi gündeme bilerek sokuldu ama İmamoğlu’nun devreden çıkarılması politikası zorunlu olduğu için, “normalleşmeyi” danışıklı-dövüşlü bir “gerilim”in izlemesi gerekiyordu ve bu “gerilim” politikası önceden Özgür Özel ile AKP tarafından çalışılmış bir politikadır.
11-Yerel seçimlerdeki “siyasi mühendislik” gibi, “gerilim” politikasının da amacı çok yönlüdür:
a-İmamoğlu yargı yoluyla hem Erdoğan hem de Özel’in partiyi ele geçirmesi için devreden çıkarılacaktır.
b-Bu zaman zarfında Özel, İmamoğlu’nu “çok savunuyormuş” görünecek ve hakları geri verilsin diye “kendini yırtacak”tır. Ama AKP’nin İmamoğlu’na geçit vermeyeceğini bildiği için, bu İmamoğlu için “kendini yırtma” çabaları zamanla Imamoğlu taraftarlarının Özgür Özel’e dönmesini sağlayacaktır. Özel “ben herşeyi yaptım ama süreci değiştiremedim” diyerek, İmamoğlu devreden çıkarılırken “onun arsasına gece kondu” yapacaktır.
c-Bu “gerilim” politikası, CHP içindeki İmamoğlu’cu ve Kılıçdaroğlu’cu belediye başkanlarının tasfiye edilmesi imkanı yaratacaktır ve böylece gelecek yerel seçimlerde Özgür Özel istediği başkan adaylarını koyma olanağı elde edecektir.
d-“Gerilim” politikası restleşmeyi getireceği için, Özgür Özel Erdoğan’ın tekrar seçilmesine izin veren erken genel seçimi kamuoyuna kabul ettirmek için bu restleşmeyi kullanacaktır. Erdoğan tekrar seçilme problemi yaşamayacaktır.
e-Genel seçimlerde “gizli plana” göre yerel seçimlerdeki gibi az farkla ya birinci ya da ikinci parti “çıkartılan” CHP, “başarılı” olduğu için kamuoyu Özgür Özel’in Erdoğan’ı niçin tekrar seçtirdiği suçlamasını yapamayacaktır. Çünkü Özel “ben haklı çıktım ve başarılı oldum” diyecektir.
12-Bu “siyasi tezgah” ile CHP, AKP ile daha önce yapılan “gizli anlaşma” ya göre bir AKP-CHP koalisyonu kuracaktır.
Bu “gizli yol haritası”, cumhurbaşkanlığı için, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın devreden çıkarıldığı ama duruma göre Özgür Özel’in de aday olmadığı ya da olsa da zaten kaybedeceği bir duruma işaret etmektedir. Özgür Özel cumhurbaşkanlığının Erdoğan’a verilmesi noktasında AKP ile zaten anlaşmıştır. Bundan dolayı aday olmasına da gerek yoktur. O “gizli plana” göre “23 Nisan başbakanı” ve CHP de “ 23 Nisan partisi” olacaktır!
Özgür Özel’in AKP ile yapmış olduğu “gizli anlaşmanın” siyasi planı aşağı-yukarı budur ve bugün bu “yol haritası”nın gerekleri yerine getirilmektedir.
Tekrar geçen yılki yerel seçimler dönemine geri dönelim ve o zamanlar yazdıklarımızı tekrar gözden geçirelim. Daha o zamanlar bazı şeylerden şüpheleniyorduk ama elbette bunu bugün yaptığımız gibi açıkça yaz(a)mıyorduk. Ama herkesin “normal” gördüğü birşeyi yani “yerel seçimlerdeki CHP başarısını” biz normal görmüyorduk ve bunun arkasında bir “bit yeniği”nin olduğunu tahmini ediyorduk.
İlk başlarda “CHP’nin bu başarısı”nı, AKP’nin tek taraflı yaptığı bir siyasi mühendislik çalışması olduğunu düşündük ama daha doğrusu Özgür Özel’in durumundan emin olmadığımız için onu “dışarıda bırakarak” bu seçimleri analiz etmeyi tercih ettik. İkilemimiz şuydu :
1-Yerel seçimlerdeki “CHP başarısı” Özgür Özel ile AKP’nin “gizli bir ilişkisi”nin sonucunda mı ortaya çıktı? AKP niçin bu kadar “cömert” hareket etti?
2-CHP’nin bu “seçim başarısı” bilerek tek taraflı olarak AKP’nin Özgür Özel’i etkilemek ve onu kendi siyasi yörüngesine çekmek için bir taktik miydi?
Yerel seçimlerden sonra muhalif kesim bayram yaparken, biz uyarıda bulunmayı tercih ettik:
“Muhalafetin ama özellikle de seçimlerin galibi olan CHP’nin, 31 Mart yerel seçimlerinden doğru politik sonuçlar çıkarması, kendi politik geleceği açısından oldukça önemlidir. Çünkü bu seçimlerdeki sonuçların yanlış yorumlanması ve yanlış politik sonuçların çıkarılması riski oldukça büyüktür.
Görünen odur ki seçimlerin tozu ve dumanı, arka planda varolan bazı gerçeklerin görülmesini engellemektedir. Bu gerçeklerin gözardı edilmesi, yarın yaşanacak büyük hayal kırıklıklarının da temelini teşkil edecektir. Rejim çok ince bir “siyasi mühendislik” örneği sergilemiştir ve bunun teşhir edilmesi önemli bir politik görev olarak belirmektedir.” (5)
2023 genel seçimlerden önce başlayan anormallikler, seçim sırasında ve hemen sonrasında ama özellikle de Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı kaybettiği kurultay ile giderek daha da arttı ama 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin “başarılı” olmasıyla neredeyse tavan yaptı. Ne olmuştu da AKP rejiminin Kılıçdaroğlu’ndan esirgediği bu “seçim” adaleti Özgür Özel için çalışmıştı? Aslında tabanda öyle ahım-şahım bir değişim yoktu. Taban aynı tabandı ama partiye sihirli bir el değmişti ve aslında “bir yalancı bahar havası” vardı ama kimse bu durumu pek çözemiyordu.
Yerel seçimlerden sonraki “CHP başarısı”ndan sonra ilginç bir anormallik yine oldu ve Özgür Özel AKP’nin neredeyse “Pravda”sı olan Sabah gazetesinde Yavuz Donat’a bir röportaj verdi ve bu röportaj manşetten yayınlandı. Çok açık bir şekilde AKP medyasının Özgür Özel’i öne çıkarmak isteyen bir çabası vardı ve herkes bu çabayı, AKP’nin İmamoğlu karşısında Özel’in öne çıkarılması taktiği olarak yorumladı. “AKP dışarıdan Özel’e destek vererek ve İmamoğlu karşısında güçlenmesini sağlayarak CHP içini karıştırabilirdi” diyerek yorumlandı bu çaba ama röportajın içeriğinde Özel’in çok ilginç açıklamaları bulunuyordu:
“"İlk adımı ben atacağım"
Bayram barıştır... Kucaklaşmaktır.
Kucaklaşmaktan kastımız ille de sarılmak... Yanak yanağa... Tokalaşmak değil.
Karşılıklı konuşmak... Hal hatır sormaktır... Sağlıklı günler dilemektir.
Özgür Özel dedi ki:
Geçen bayram, Devlet Bahçeli'den başlayarak bütün liderleri aramıştım... Bir tek Erdoğan'ı aramadım.
Ama o zaman ikinci partiydik.
Şimdi... 31 Mart seçimleri... Ve CHP birinci parti... Alttan almak, fedakârlık yapmak, ilk adımı atmak, ilk eli uzatmak bize düşer.
Bayram günü Sayın Cumhurbaşkanı'nı arayacağım... Bayramını tebrik edeceğim.
Sonrasında kendilerine bazı şeyler söyleyeceğim.
***
Erdoğan'a ne söyleyecek?
Kelimesi kelimesine... Banttan çözüm... İşte CHP Genel Başkanı'nın sözleri:
- Diyalog kanallarının açık tutulması gerektiğini... Kendilerinin millet tarafından iktidar ile görevlendirildiğini... Bizim de 31 Mart seçimlerinde Türkiye nüfusunun yüzde 65'ine, milli gelirin de yüzde 85'ine hâkim bir coğrafyada yerel iktidar olduğumuzu... Birlikte çalışmak zorunda olduğumuzu... Ve dönem dönem istişare etmek zorunda olduğumuzu söyleyeceğim.” (6)
Yerel seçimlerin tuhaflığı üzerine Özgür Özel’in bu “yumuşama” ve AKP ile ama özellikle de Erdoğan ile yakınlaşma isteği başka bir anormallikti. İster istemez kendimize sormadan edemedik: AKP yerel seçimlerde CHP’yi birinci parti çıkartarak yani seçim hilesi yaparak, CHP ile bir yakınlaşmanın temelini mi hazırladı? Ama niçin? Birkez yerel seçimlerde bir bit yeniğinin olduğunu düşündüğünüz zaman, Özel’in AKP ile bu “normalleşme” ve “yakınlaşma” politikasının normal olmadığını anlarsınız. Ama “ya sabır” dedik ve yine Özgür Özel’i suçlamaktan imtina ettik.
Ama Özel ile Erdoğan birkez bizi “şaşırtma manyağı” yapmaya karar vermişler. Çok kısa bir süre sonra, “Erdoğan’ın fıtratı”na aykırı şeyler olmaya başladı ve sanki kafasına saksı düşmüş gibi, Erdoğan Özel ile buluşmayı kabul ettiği gibi, bir de CHP genel merkezinde Özel ile ikinci buluşmayı kabul etti.
Burada biraz duralım.
Otuz yıldan fazladır Erdoğan bizim gözümüzün önündedir ve onu az çok anladığımı düşünüyorum. Erdoğan hiçbir zaman doğaçlama siyaset yapmaz. Erdoğan’ın siyasi başarısının ve zaferinin altında hep önceden belirlenmiş bir strateji doğrultusunda taktik adımlar atmak bulunur ve de “ucu açık” olan bir süreci asla tüketmez. Eğer böyle bir süreç yaşanıyorsa bu önceden planlanmış ve garanti altına alınmış bir süreçtir. Ama karşılıklı atılan bu “normalleşme” adımları sanki normal adımlarmış gibi kamuoyuna sunuldu.
İki hareket siyasi olarak yakınlaşıyordu ama niçin? Bu yakınlaşma önceden yapılan gizli bir protokol ve anlayışa göre mi oluyordu yoksa her iki tarafın birbirini tartması ya da “kol ense çekmesi” şeklinde mi oluyordu. Yine “ya sabır” dedik, ne diyelim! Dedik biraz daha bekleyelim ve bakalım bizim “iki kafadar” bu işi nereye vardıracak!
Erdoğan ile Özel’in “danışıklı” yakınlaşması yani önceden planlanan bir sürece göre “yakınlaşmaları”, kamuoyunu bir AKP-CHP koalisyonu için hazırlama ya da bu fikir için bir “kamuoyu oluşturma ya da imal etme” politikasıyla birlikte ilerlemektedir. AKP daha önce bilerek içeri attığı birçok şahsiyeti (emekli generalleri, sivil toplum önderlerini, siyasetçileri vs.) bu “yakınlaşma” siyasetinde araç olarak kullanmak istemekte ve topluma “AKP ile uzlaşıldığı” taktirde yumuşamanın olacağı ve bazı insanların bu temelde kurtulacağı mesajı vermektedir. Özel’in “yakınlaşma” siyasetine Erdoğan bilerek emekli generalleri bırakarak karşılık vermiştir ve bu hareketiyle, yumuşama ve yakınlaşma ile somut kazanımlar elde edilebileceği mesajı verilirken, öte yandan da Özel siyasi olarak parlatılmaktadır. Bunların hepsi önceden planlanmış politikalardır. Zaten Özgür Özel Ağustos ayı içinde gazeteci Özlem Gürses’in Youtube kanalındaki bir programında bu yakınlaşma ya da normalleşme siyaseti ile emekli generallerin serbest kaldığını belirtmiştir. Zaten amaç da budur yani halkın kafasına bu fikri sokmak ve onları gelecekteki “büyük koalisyona” hazırlamaktır. Burada AKP psikolojide “normatif davranış modeli” dediğimiz modeli kullanmaktadır. Bazı normlar koyarsınız ve kitleler bu normların içine girmeye başladıkları zaman onları ödüllendirerek hem sisteme daha fazla entegre olmaları için teşvik edersiniz hem de başka bireyler için bir model oluşturursunuz. Zaten Özel’in kendisi de bu normatif davranış modeline uygun olarak AKP ile işbirliğine girdi. Kılıçdaroğlu çizgisine devam ettiği zaman başına neyin geleceği belirsizdi ama AKP ile iş birliği halinde ne kazanacağını çok iyi biliyordu. Bazıları AKP ile iş birliğini açıktan yaparken bazıları bunu gizli yapmaktadırlar ve böylece AKP’nin ülkeyi talan politikasına farklı biçimde ortak olarak menfaat elde etmektedirler. Ama işte burada şu soru ortaya çıkıyor: Birileri böyle onursuz bir şekilde ceplerini doldururken, bazı insanlar da halka bir haber sunmak için cezaevini nasıl ya da niçin göze almaktadırlar? Bu iki motivasyon arasındaki fark Allahım nasıl bir farktır böyle!
Burada geçerken okura şu soruyu sormak istiyorum: Sizce kim kazanacak? AKP ile iş birliği yaparak ceplerini dolduranlar mı yoksa bir haber için cezaevine gidenler mi?
Biz yine konumuza dönelim.
Bu yukarıdaki tuhaflıklar her iki liderin karşılıklı ziyaretlerinden sonra katlanarak devam etti ama her seferinde bu “anormalliklere” bir kılıf bulundu.
Şimdi de Özgür Özel’in bazı siyasi adımlarının ve yine bazı söylem ile davranışlarının neden olduğu bazı anormallikleri kısaca belirtelim ve bunların nasıl aslında “gizli bir iş birliğinin yüzeyde görünen semptomları” olduğunu açıklamaya çalışalım.
(devam edecek)
Dipnotlar:
5-Yerel Seçimlerin Politik Kodları Üzerine - Demokratik Birlik.org, Kemal Erdem.
6- 8 Nisan 2024 Yavuz Donat röportajı.
