Bir İhanetin Anatomisi-IV
Okurun dikkatini öncelikle “MİT’ten istihbarat desteği istedik” sözleri üzerine çekmek istiyorum. CHP kendisi gidip MİT’ten yardım istemiş! Niçin! Maskeleme de belli: Terör örgütleri olan PKK, FETÖ, DAİŞ ve sol örgütler sızmasın diye! Ama MİT CHP’ye sızabilir! CHP yönetimi bir göstersin yurtdışında nerede CHP’nin bu örgütlerle sorunu olmuş ve bu örgütler CHP’ye sızmak istemiş? Sonra kaldı ki, rejimin en karanlık kurumuna bu güven nereden geliyor? Bu MİT değil miydi 2013’te Ankara Gar Katliamı’nı düzenledi ve birçok devrimci ve demokratın (100’den fazla) ölmesine neden oldu. Bütün bunlar mahkeme kayıtlarında var! Yine Suruç’ta 33 gencin parçalanmasına neden oldu. 15 Temmuz Komplosu’nun baş aktörü olan bu MİT, bir gecede 250’den fazla insanı ölüme gönderdi. Bu MİT CHP’nin içine senin aracılığınla dalacak ve solcular ama gelemeyecek! Kaldı ki bütün bunların hepsi maske, asıl olarak MİT bütün Kılıçdaroğlucu’lar ile İmamoğlucu’ları partiden tasfiye edecek ve senin CHP sultanlığını garanti altına alacak! Diğerleri sadece bahane. Çünkü sen o kadar “iktidarsızsın” ki sana “MİT viagrası” lazım. Mesele budur!
Bir İhanetin Anatomisi-IV
Kemal Erdem
Özgür Özel’in Bazı Şüpheli Siyasi Adımları ile Söylem ve Davranışları
1-“Normalleşme” Siyaseti: “Özgür Efendi” “normalleşme” diye bir söylem uydurdu ama kimse bugüne kadar bu normalleşmenin ne olduğunu anlamadı. Yeni bir siyasi söylem ve hatta strateji ile taktik geliştiren bir parti, bunun az çok ilkelerini ortaya koyar. Böyle bir siyaset olmaz demiyoruz ama bu siyaseti az çok mantıklı bir temele oturtmak ve bunun da az çok siyasi ilkelerini ortaya koymak gerekir.
Örneğin Kürt Hareketi ile AKP ve MHP arasında böyle bir yakınlaşma olmuştur. Ama herkes (az çok asgari bir siyasi düzeyi olan) bu yakınlaşma ile PKK’nin ne yapmak istediğini direk anlamasa da dolaylı olarak anlamaktadır. Kaldı ki Abdullah Öcalan bu siyasi yakınlaşmanın siyasi temelini ilkesel olarak belirlemiş ve bunu belirli bir mantık temeline oturtmuştur. Bu süreç ile Kürtler Rojava’da belirli bir kazanım ve statü elde etmek (ileride bunun mevcut siyaset devam ederse zor olduğunu göreceğiz) ve de Türkiye ile bir Çözüm Süreci’ni bu temelde değerlendirmek istemektedirler.
Ama Özgür Özel’in Öcalan gibi bir stratejik planı olmadığı gibi, bu “normalleşme” söylemini üzerine oturttuğu bir siyasi ilkeler bütünlüğü de yoktur. Bu normalleşme ile AKP şu ana kadar yapmış olduğu anti-demokratik uygulamalardan vazgeçecek mi? Özel bununa ilgili bir ışık gördü mü ? En azından bazı şartlar ileri sürülmesi gerekir ama bunların hiçbirisi yoktur. Bundan da anlıyoruz ki, aslında Özgür Özel’in yaptığı Eşkiya filmindeki Berfo gibi, halkın kafasını karıştırarak, AKP’nin politikalarının içeriğini saklamak ve bir algı yönetimi ile bu AKP politikalarını maskelemektir. Bu bilinçli bir perdeleme politikasıdır.
2-ABD’de Bir tuhaf Erdoğan Savunusu: Özgür Özel 2024 yılında Sosyalist Enternasyonal’in bir toplantısı için ABD’ye yaptığı bir ziyarette, Türkiye Cumhuriyeti’nin konsolosluğunun da olduğu Manhattan’daki Türkevi’ni ziyaret etti ve gazetecilerin sorularını yanıtladı. Bu Türkevi ABD’de bir federal savcının yazdığı iddianamede yolsuzlukla itham edilmektedir. Savcının yolsuzlukla itham ettiği kişi New York Belediye Başkanı Eric Adams ve bu şahısın Erdoğan’a kadar uzanan yolsuzluklarının anlatıldığı bir iddianame. Başka bir ifade ile Erdoğan bu Türkevi ile ilgili sorunları çözmek için bu belediye başkanına rüşvet vermiştir. Bu savcının iddianamesinde yeralmaktadır. Bunu soran gazeteciye Özel’in verdiği cevap adeta tarihe geçmiştir: “Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nde rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil.”
Dış dünyaya karşı bu Erdoğan savunusu da kamuoyu tarafından geçiştirildi. Özel’in kendisini niçin Erdoğan’ı savunmak zorunda hissettiği pek sorgulanmadı. Kaldı ki, bu hem ABD ulusuna hakaretti hem de evrensel yargı normlarının reddi anlamına geliyordu. Herkes Erdoğan’ın nasıl bir yolsuzluk batağı içine saplandığını ve 17-25 Aralık soruşturmalarında nasıl “naklen” yakalandığını bilirken ve CİA raporlarına göre “ülkesini en çok soyan başkan” statüsüne sahipken, “bizim Cumhurbaşkanımız öyle birşey yapmaz” anlamına gelen bir açıklama, olsa olsa “Erdoğan benim testislerimden tutmuş ve sıkıyor” bundan dolayı bunları söylüyorumdan başka birşey değildir!
3-CHP’yi MİT’e Emanet Etme Politikası: Buraya kadar okur Özel’in ajanlığından emin olmadıysa, sanırız bu noktada biraz kararsızlık geçirecektir. Yerel seçimlerle hazırlanan yakınlaşma politikasının amacı, “CHP’yi rejimin şemsiyesi altına alma operasyonu”ydu. “Biz birinci partiyiz ve iktidara oynuyoruz, bundan dolayı da devletin kurumlarının bize sunum yapması ve bilgi vermesi gerekmektedir” görünümü ve algısı temelinde “rejimin kolları CHP’yi sarmak”tadır.
Kasım 2024 tarihinde MİT başkanı İbrahim Kalın CHP genel merkezine gelerek CHP’ye sunum yaptı ve Özel bununla ilgili şu açıklamayı yaptı:
“Görüşme sırasında üç temel konuda sunum yapıldı, PKK, FETÖ ve DEAŞ. Sunumlarda ayrıca DEAŞ ile bağlantılı diğer İslamcı terör örgütleri hakkında da bilgi verildi. Sunumları üç farklı uzman yaptı. Aralarda İbrahim Kalın katkıda bulundu. Bu sunumların ardından hazırladığımız 15 soruyu yönelttik. CHP’nin yurt dışındaki ofislerine çok sayıda başvuru alıyoruz. Üye alımları sırasında CHP’ye FETÖ veya diğer terör örgütleri sızmasın diye MİT’ten istihbarat desteği istedik. Onlar da büyük bir memnuniyetle buna yardımcı olabileceklerini söylediler” (abç)
(...)
“CHP olarak iktidarın en kuvvetli adayı, son seçimlerin birinci partisiyiz. MİT’in CHP'ye gelip bir sunum yapması ve CHP'nin sorularını yanıtlaması zaten içerikten bağımsız kıymetli bir şey. Bunu önemsiyorum.” (abç) (7)
Okurun dikkatini öncelikle “MİT’ten istihbarat desteği istedik” sözleri üzerine çekmek istiyorum. CHP kendisi gidip MİT’ten yardım istemiş! Niçin! Maskeleme de belli: Terör örgütleri olan PKK, FETÖ, DAİŞ ve sol örgütler sızmasın diye! Ama MİT CHP’ye sızabilir! CHP yönetimi bir göstersin yurtdışında nerede CHP’nin bu örgütlerle sorunu olmuş ve bu örgütler CHP’ye sızmak istemiş? Sonra kaldı ki, rejimin en karanlık kurumuna bu güven nereden geliyor? Bu MİT değil miydi 2013’te Ankara Gar Katliamı’nı düzenledi ve birçok devrimci ve demokratın (100’den fazla) ölmesine neden oldu. Bütün bunlar mahkeme kayıtlarında var! Yine Suruç’ta 33 gencin parçalanmasına neden oldu. 15 Temmuz Komplosu’nun baş aktörü olan bu MİT, bir gecede 250’den fazla insanı ölüme gönderdi. Bu MİT CHP’nin içine senin aracılığınla dalacak ve solcular ama gelemeyecek! Kaldı ki bütün bunların hepsi maske, asıl olarak MİT bütün Kılıçdaroğlucu’lar ile İmamoğlucu’ları partiden tasfiye edecek ve senin CHP sultanlığını garanti altına alacak! Diğerleri sadece bahane. Çünkü sen o kadar “iktidarsızsın” ki sana “MİT viagrası” lazım. Mesele budur!
Sanki ülke Türkiye değil İsviçre’dir! Ülkeyi tanımayan birisi, “hükümet ile muhalefet arasında ne kadar da medeni ilişkiler var” diyecek! Muhalefet Erdoğan’ın saltanatına tehlike teşkil edecek ve Erdoğan ona medeni bir şekilde davranacak! 15 Haziran 2015 seçimlerinden sonra ülkeyi nasıl kana buladığını biz unuttuk öyle mi? Özgür Özel “Alis harikalar diyarında” resmi çizmekte ve rejimin bütün pisliklerini bilerek örten onursuz bir konumdadır. Bu MİT meselesi onu iyice ele vermiştir.
4-MİT ile başbaşa 30 dakika: Bu yazı yazıldığı sırada, Barış Yarkadaş’ın daha önce anlatmış olduğu olayın daha da vahimi MİT ile gerçekleşti. CHP tarihinde olmayan bir şey oldu. Çözüm Süreci ile ilgili Meclis Komisyonu’nun oluşturulması için partileri gezen MİT CHP’ye de gitti. Ama diğer partilerin yapmadığı birşeyi Özgür Efendi yaptı. Tuttu yanında kimse olmadan önce MİT başkanı Kalın ile otuz dakika görüştü ve sonrasında heyet ile bir buçuk saatlik bir görüşme oldu. Kamuoyunda bazı kesimler bu durumu eleştirdi. “MİT Özel ile parti dışında ne görüşebilir?” eleştirileri yapıldı. Manzara açık değil mi?
Peki Kalın ile Özel ne görüştü?
Bunu anlamamak için artık aptal olmak lazım. Kalın Özgür Özel’e ajanlığı ile ilgili ve nasıl rol yapması gerektiği noktasında bilgiler ve direktifler verdi. Bu tür ortamları “derinden yürüyen ajanlık sürecini” değerlendirmek ve aksayan yanlarını düzeltmek için de kullanmaktadırlar. Özel bu görüşmede Kalın’dan nasıl hareket edeceği noktasında bilgi ve direktifler aldı. Artık bazı ilişkileri saklama gereği dahi duymamaktadırlar.
5-Tutuklanan Belediye Başkanlarına Özgür Özel’in Verdiği Tepki: Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan ve Özel için siyasi olarak devreden çıkarılma politikası, kaçınılmaz olarak danışıklı-dövüş temelinde bir “gerilim” politikasını gerektirmektedir. Ama bizim “iki kafadar”, İmamoğlu’nu devreden çıkarma politikasına fazladan opsiyonlar da koyarak, “bir taşla birkaç kuş vurma” politikasına çevirmişlerdir. Zaten yukarıda Özel’in İmamoğlu’nu savunma politikasının zamanla onun “arsasına gecekondu yapmak” olduğunu yani onun parti içindeki kitlesini kendi siyasi kanatları altına almak olduğunu belirttik. Çünkü Özel çok iyi biliyor ki, Erdoğan İmamoğlu’nu siyasi olarak bitirecek ve onun serbest kalan kitlesini kendi kanatları altına almak istemekte ve o da Erdoğan ile anlaştığı için aslında herkes farkında olmadan Erdoğan’ın siyasetinin arkasında dizilmektedir.
Ama bu İmamoğlu operasyonlarına, nedeni belli olmayan bir şekilde yoğun bir belediye başkanlarını (özellikle de CHP’li) görevden alma ve kayyum atama politikası ya da belediye meclisinden birilerini atama furyası eklendi. Sözde bu belediye başkanları yolsuzluk yapmış! Elbette bütün bunların hepsi yalan ve dolan. Amaç bu “gerilim” politikası dönemini yani İmamoğlu’nu devreden çıkarma politikasını, CHP içindeki İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu tarafından aday yapılan belediye başkanlarının da tasfiyesine bağlamak ve gelecek yerel seçimlerde, Erdoğan ile Özgür’ün “belediyeleri ortak soymak” için yeni ekibine alan açmaktır.
Özgür Özel’in bu belediye başkanlarına karşı yapılan operasyonlara karşı çıkarken sarfetmiş olduğu bazı sözler yani “abartı” yaparak gerçeği saklama taktiği aslında yine kendisini ele vermiştir. Bu operasyonlara karşı Özel şöyle bir açıklama yapmıştır: Belediye seçimlerini yenileyelim ve görevden alınan belediye başkanlarını tekrar aday yapalım.
Dışarıdan ilk bakışta Özel’in, görevden alınan belediye başkanlarının “çok sıkı” arkasında durduğu sanılır. Ama bu tam bir aldatmacadır. Özgür Özel bu görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının yargı aracılığıyla seçilme haklarının ellerinden alınacağını çok iyi bildiği için bu açıklamayı yapmaktadır. Bu belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılması, Erdoğan ile yapmış olduğu gizli anlaşmanın ürünüdür.
Özgür Özel T24 sitesine Temmuz ayı sonunda vermiş olduğu bir röportajda İmamoğlu’nun adaylığı için şöyle demiştir:
“Aday olamadığı bir nokta olduğunda o gün dönülüp bakılır kim kazanacak, en doğru aday kim? Kimle kazanılıyor? Başka bir karar vermek gerekirse ve ümit ediyorum gerekmez, o kararı hep beraber, birlik beraberlik halinde veririz.” (8)
Hepsi bu kadar ! İmamoğlu için karar buysa diğer belediye başkanlarını düşünün. Biraz zor artık onlar tekrar aday olurlar ! Çünkü plan zaten budur yani onların rejim eliyle tasfiyesidir !
6-Bir Garip Özlem Çerçioğlu Vakası
Bu yazının planında bu kısım yoktu. Tam bundan önceki bölümü yazıyordum ki, Özlem Çerçioğlu vakası patlak verdi. Halk arasında güzel bir deyim vardır “itin lafını et, değneği eline al” diye. Biraz bekledim meselenin tam olarak ne olduğunu anlamak için. Çerçioğlu AKP’ye geçtikten birgün sonra, Sabah gazetesinden Yavuz Donat’a bir röportaj verdi ve bu röportajda bazı ilginç şeyler söyledi. Çerçioğlu’nun yolsuzluk yapıp ve yapmadığını bilemem ve “eğer yaptıysa AKP niçin bugüne kadar bekledi” diye de kendime sormadan da edemedim. Ama Çerçioğlu’nun Yavuz Donat’a anlattığı bir olayın doğru olduğunu düşünüyorum. Şöyle diyor:
“Takvim yapraklarını karıştırdık... Biraz geriye doğru... Ve dört ay öncesine gittik.
Haydi... Özlem Çerçioğlu'nu birlikte dinleyelim:
Randevu istedim... Sayın Özgür Özel'e gittim... İki arkadaşımla birlikte... İki uzmanla.
Sıkıntı vardı... Anlattım... Kuşadası'yla ilgili.
Uygulamalı imar planı... 410 hektar... 575 futbol sahası büyüklüğünde... Bir bölü bin ölçekli uygulama planında revizyon.
Kuşadası Belediye Meclisi kabul etmiş... Tarih 04.03.2024... Karar sayısı 104.
Karar Aydın'a geldi... 13.06.2024'te... 173 sayıyla... İptal ettik.
İptalin nedeni... Kat artışı var... Emsal artışı var.
Üç parsel, sağlık alanından çıkarılmış... Konut/ticaret alanına çevrilmiş.
Hepsini Sayın Özgür Özel'e anlattım.
İnşaat alanında 60 bin metrekare artış olmuş... Mevzuata tamamen aykırı.
Yeşil alan, konut alanına çevrilmiş... 61 bin 500 metrekare... Mevzuata aykırı.
Bu plan değişikliklerinin maddi karşılığı... En az altı milyar lira.
Olmaz böyle şey... Kabul edemem... Reddettim.”
(…)
“ Özlem Hanım... Ankara'ya gittiniz... CHP Genel Merkezi'ne... Özgür Bey ile konuştunuz... Ve Aydın'a döndünüz... Sonra neler oldu?
- Beklemeye geçtim... Kuşadası'ndan birkaç yazı/karar daha geldi... Hep aynı yönde... Mevzuata aykırı... Rant var...Reddettim... Aydın Büyükşehir Belediye Meclisi kararı.
- Bu arada Ankara'dan hiç ses çıkmadı mı?
Arayan... Soran...
- Hayır... Bekledim... Sabrettim... Aylarca...
- Sonra...
- Saldırılar başladı... Yerel medya... Sözde gazeteciler... Hakaretler... Çirkin, ahlak dışı sözler... Bunları size tekrarlayamam... Çok ayıp. “
(…)
“Sordum... Siz ve iki uzman arkadaşınız, Özgür Bey'e bunları anlattınız... Genel Başkan ne dedi?
- Dinledi.
- Aranızda karşılıklı konuşma... Tartışma...
- Hayır... Bir şey söylemedi... Yorum yapmadı.
- Sizin yanınızda Kuşadası'nı... Veya parti yönetiminden birilerini aradı mı?
- Yok... Böyle bir şey olmadı... Hazırlıklı gitmiştim... Her şeyi tane tane, uzun uzun anlattım... Belgeleri gösterdim... Özgür Bey, sadece dinledi.” (9)
Bu alıntılarda olay “şifreli” olarak anlatıldığı için okur, belki olan-biteni ilk bakışta anlamamış olabilir ve onun için basit bir şekilde olayı özetleyelim : Aydın beldiye meclisi Kuşadası’ndaki bir imar projesini onaylamıştır. Bu proje konut projesi olup ama kamu yararı adına bu projede yeşil ve sağlık alanları olmasını da şart koşmuştur. Projeyi alan firma, bu sağlık alanı ile yeşil alanı projede bozarak konut alanına çevirmiştir. Üstelik Aydın belediye meclisi kararına aykırı olarak. Özlem Çerçioğlu’nun yukarıda anlattıklarından bu çıkmaktadır. Kendi yanına gelen firma yetkilileri bu imar değişikliği ile projeyi imzalamasını (yasalara aykırı bir şekilde) istemektedirler.Bu imar değişikliği ile haksız kazancın miktarı da yaklaşık olarak beş milyar Türk lirası olarak belirlenmiştir. Yukarıda okuduğunuz bütün o uzun meselenin özeti budur.
Şimdi sorulması gereken sorular şunlardır :
1-Bu yasadışı imar değişikliğinin belediye başkanı Çerçioğlu tarafından imzalanmasını isteyenler kimlerdir ?
2-Çerçioğlu bu imar yolsuzluğunu niçin savcılığa suç duyurusunda bulunarak çözmemiş ama CHP genel merkezine giderek genel başkan Özgür Özel ile çözmek istemiştir ?
Yavuz Donat bunları bilerek sormuyor çünkü AKP bunun Özgür Özel’e kadar uzanmasını istemiyor ve amaç burada sadece meselenin “ucunu” göstermek ve Özel’i frenlemektir.
Özlem Çerçioğlu’nun açıklamalarından bu imar yolsuzluğunu kendisine dayatanların, CHP genel başkanı Özgür Özel’in onayı ve oluru ile hareket ettikleri sonucu çıkmaktadır. Bundan dolayı Çerçioğlu Özgür Özel’e gidip, bunun yasalara aykırı olduğunu ve yarın açığa çıktığı zaman kendisinin mahkum olacağını ve hatta cezaevine gideceğini belirtmektedir. Çerçioğlu korktuğu için bu imar değişikliğini imzalamamaktadır. Bunda da haklıdır çünkü dışarıdan bakınca AKP ile CHP savaş halindedir ve AKP harekete geçmek için bu tür yolsuzlukları beklemektedir.
Çerçioğlu bu durum karşısında Özgür Özel’in sessiz kaldığını belirtmektedir. Sessizliğinin anlamı şudur : Özlem Çerçioğlu haklıdır çünkü riskli bir meseledir ama kendisi ve adamları da bu imar yolsuzluğunu istemektedirler. Buradaki temel sorun şudur : Özgür Özel Çerçioğlu’na “sen merak etme ben Erdoğan ile anlaşmışım. Birşey olmaz” diyememektedir. Çünkü aksi taktirde ajanlığı patlayacak ve deşifre olacaktır.
Kendi kendime güldüm. Çünkü tam bundan önceki bölümü yazıyordum ve bütün bu belediye başkanları operasyonlarının aslında arka planda “Erdoğan ile Özel’in gizli bir anlaşmasına” dayandığını ve amaçlarının da CHP belediyelerini “ortak soymak” olduğu tespiti yapıyordum ki, bu olay patlak verdi. Tesadüf ancak bu kadar olur dedim !
Okur burada şöyle bir soru sorabilir : Özlem Çerçioğlu’nun yalan söylemediğini nereden biliyorsunuz ?
Özlem Çerçioğlu’nun yalan söyleme ihtimali de hiç kuşkusuz vardır ama Çerçioğlu’nun anlattıkları bizim Özgür Özel analizimize tamamen uymaktadır. Erdoğan ile Özgür arasındaki anlaşmada “belediyelerin ortak soyulması politikası” bulunmaktadır ve bu yolsuzluklarda da muhtemelen (büyük ihtimalle) Özgür Özel Erdoğan’ın yüzde on komisyonunu da verecektir.
Erdoğan her zaman gizli anlaşma yaptığı kişilerin önünü yolsuzluk için açar ve sonra bunları belgeleyerek delil oluşturur ve kenarda bekletir. Bu insanlar anlaşma dışına çıktığı zaman ya da kendisinin canı farklı bir şekilde hareket etmek istediği zaman ise bunların “ucunu” göstererek bu kişileri frenler. Erdoğan bir yandan bu oyunu oynarken öte yandan da bu tür anlaşmazlık durumlarında da araya girerek AKP lehine fazladan kar sağlamaktadır. Özgür Özel ise bu duruma “siyasi yan kesici”lik demektedir.
Daha bunlar hiçbir şey, dur daha başına neler gelecek !
7-AKP’den “Paslar” ve Özgür Özel’den “Goller”
Son dönemlerde bazı çok tuhaf olaylar olmaya başladı ve insanlar bu olayların mantığını çözmede oldukça zorlanmaktadırlar. Nedeni belli olmayan şekilde bazı olaylar siyasetin gündemini işgal etmektedir. İşte bu dışarıdan bakıldığında “nedeni belli olmayan” olayların hemen hemen tamamı, AKP’nin Özgür Özel’in “siyasi imajını geliştirme ve düzeltme” ve de bu temelde CHP içindeki rakiplerini altetme programının uzatısıdır. Rejim tek Özgür Özel’in rakiplerinin (özellikle de İmamoğlu) ellerini ve kollarını bağlamamaktadır ama bir de bu rakiplerin halkın beyninde ve gönlünde giderek silinmesi için de yoğun bir psikolojik operasyonlar dalgası yaratmaktadır. Bu psikolojik operasyonların hedefi Özgür Özel’in “siyasi olarak büyütülmesi” ve İmamoğlu ile Yavaş’ın siyasi düzeyine getirilmesidir.
AKP bu psikolojik operasyonlarla bazı olaylar yaratarak laik çevrelerin sinir uçlarına dokunmalar yapmakta ve Özgür Özel de “topa girerek” “goller” atmaktadır. Bazen bu olaylar “sinir uçlarına” dokunmak şeklinde olurken, bazen de “Özgür Özel’in tehlike altında” olduğunu gösteren olaylar da olabilir. İşte bu psikolojik operasyonlardan bir demet :
A-Leman dergisinin basılması : Birden bire tuhaf bir olay patlak verdi. Mizah dergisi Leman’da zorlama bir yorum ile Hz Muhammed’e hakaret edildiği iddiası gündeme getirildi ve AKP’nin organize ettiği üç-beş zibidi Leman dergisini basmaya gitti. Laik çevreler için oldukça moral bozucu olan bu durum karşısında Özgür Özel ana muhalefet partisinin başkanı olarak hemen olaya el attı ve Leman dergisini savundu ve onun bu hareketi medya aracılığıyla bütün ülkeye yayıldı. İnsanlar farkında değil ama bu tür küçük olaylar “damlaya damlaya göl olur” misali belli bir zaman sonra “büyük bir imaj”ın oluşmasına neden olurlar.
B-“Yeliz”in “1923 Darbesi” Söylemi ve Özel’in Topa Girişi : Yine bayram değil, seyran değilken ve ülke gündemi farklı konularla meşgulken, Yeliz takma adlı AKP’li Ahmet Hamdi Çamlı, Cumhuriyet’in 1923’te ilan edilmesini bir darbe olarak niteledi ve bunun aşılması gerektiği anlamına gelen şeyler söyledi. Hemen medyada yayıldı ve Leman dergisine baskın gibi büyütüldü ve de Özgür Özel Meclis”teki grup konuşmasında Yeliz’i “rezil” etti ! Birçok siyasetçi kınadı ama nedense Özgür Özel’inki medyada daha çok yeraldı. Yine “damlaya damlaya göl olur” misali. Böylece Özgür Özel “Cumhuriyeti dincilere karşı savunan kahraman” rolüne girdi.
C-Özgür Özel’e Saldırı : Özgür Özel Sırrı Süreyya Önder’in taziyesi için gittiği binanın çıkışında, AKP’nin açıkça organize ettiği bir saldırıya maruz kaldı. Bugün dahi niçin saldırdığı belli olmayan bu kişinin birçok sabıkası bulunmaktadır. Bu saldırının amacı, Özel’in “AKP’ye çok sert muhalefet yaptığı için saldırıya uğradı” imajı oluşturmak içindir.
Kemal Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı olduğu zaman iki defa çok ciddi bir şekilde AKP’nin organize ettiği suikast olayına maruz kaldı. Bu olaylar gerçek olaylardı ve Kılıçdaroğlu’nun gerçekten öldürülmesini öngörüyordu. 2019’daki linç olayında Kılıçdaroğlu şans eseri ve tesadüfen kurtuldu. İşte Özgür Özel Kılıçdaroğlu’nun bu siyasi düzeyine bizzat AKP tarafından yapılan bir imaj çalışmasıyla çıkarılmak istenmektedir.
Bütün bu yukarıdaki olaylar tek bir hedefin farklı çalışmalarıdır. Bunun gibi çok olay vardır ama meseleyi anlamak için bu kadarı yeterlidir.
8-Özgür Özel’in “Gelecek seçimlerde birinci parti olamadığımız taktirde siyaseti bırakacağım” Söylemi
Özgür Özel Temmuz aylarının sonlarında (28 Temmuz 2025) yine iddialı ve abartılı bir açıklama yaptı. Normal koşullarda bir siyasetçi böyle bir açıklama yapmaz. Özel gelecek seçimlerde birinci parti olamadıkları taktirde siyaseti bırakacağını söyledi ! Bu çok şüpheli bir açıklama olup ve aslında gelecekte olacakları da bize şimdiden söylemektedir. Özgür Özel Erdoğan ile birlikte CHP içerisine “balta” ve “testere” ile girecek ve CHP’yi bırakmamak üzere parti içinde değişiklikler yapacak ve de seçimleri kaybedince de gidecek ! Öyle mi ? Seni serseri züppe seni ! Sen bizi ne sanıyorsun ? Geri zekalı mı ? İşte biz CHP “gelecek seçimlerde birinci parti çıkarılacak” dediğimiz zaman, Özgür Özel ile Erdoğan’ın işte bu algı operasyonlarına dayanarak bunları söylüyoruz.
Özgür Özel’in bu lafları etmesi, daha önce sarfettiği “bileklerimi keserim” meselesine benzemektedir. Bir insanın çok iddialı laflar etmesinin iki nedeni olabilir : Ya gerçekten çok süper bir analiz yeteneğine sahiptir. Başka bir ifade ile rakiplerinin zayıflıklarını çok iyi bilmektedir. Ya da önceden bir yerlerde bilgi almaktadır ve bu gizli olayın parçasıdır.
Ülkede seçim sisteminin hileli olduğunu bildiği halde bir parti başkanı nasıl bu tür söylemlerde bulunabilir ? Bunu yapan kişi açıkça bu hileli seçim sisteminin bir parçası haline gelmiş demektir. Bunun başka açıklaması yoktur.
Bizim seçimlerin hileli olduğu tespiti, bu ülkede bunu tespit eden bir avuç akademisyenin çalışmalarına yine seçimlerde yaşanmış olan bazı somut hilelere (ki bunları daha önce yazdık) ve AKP rejimi ile olayların analiz edilmesi yeteneği üzerine oturur. Bugün AKP’nin « Özgür Özel Programı », geçmişte yaşanan Ergenekon Komplosu ve 15 Temmuz Komplosu gibi bir komplodan başka bir şey değildir. 15 Temmuz’da olayın olduğu akşam yazdığım makalede (ki bu makale sendika.org’da iki gün sonra yayınlandı), 15 Temmuz’un tamamen bir AKP komplosu olduğunu yazdım. Dört gün sonra yazdığım makalede de aynı savları daha da geliştirdim, ki bugün bu durum tamamen ortaya çıkmıştır (10).
Türkiye’de seçimlerin hileli olduğunu ve bunu da AKP içine soktuğu bir ajan ile kısa bir videoyla paylaşanlardan birisi de Sedat Peker’dir. Ama kimse Sedat Peker’in bu açıklamalarını dikkate almak istemedi. Nedeni « anketler muhalefetin önde olduğunu gösteriyor »muş ve « seçimlerin kazanılması durumunda da bu başarıya gölge düşer »miş anlayışıydı. Bütün bunların yaşanmasına neden olan « Alis Harikalar Diyarı »nda misali hareket eden Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Bu meseleyi hep es geçti ve üzerine gitmek istemedi. Çünkü kendisine göre seçimleri kazanıyordu ve böyle bir söylem başarısına gölge düşürürdü! İşte bu hileli seçim sistemi, CHP içinde “bir canavarın ortaya çıkmasına” neden oldu!
9-Özgür Özel’in “17-25 Aralık Hatırlatması ve Erdoğan’ı Yargılama” ile “Cuntacı” Söylemleri
Erdoğan’ı tanıyanların onun en sevmediği iki şeyin, “17-25 Aralık” meselelerini gündeme getirmek ve bu temelde ondan hesap sormak ve de kendi rejiminin meşruluğuna “cuntacı” diyerek darbe vurmak olduğunu iyi bilirler. Bunları başkalarının söylemesi rejim tarafından bir noktaya kadar kabul edilebilir ama ana muhalefet partisinin demesi başka bir olaydır. Özellikle Erdoğan’ın iktidarı ABD ile müttefikleri tarafından meşruluk baskısı altındayken ve dış müdahalenin bu sözleri kullanma riski varken, Erdoğan böyle bir söylemin kullanılmasını asla kabul etmez ve de bunun bedelini ana muhalefet liderine ya ona karşı bir suikast düzenleyerek ya da dokunulmazlığını kaldırarak ve içeri atarak bunu yapar. Ama dikkat çeken durum Erdoğan’ın bunu yapmamasıdır. Çünkü Özel ile “danışıklı-dövüş” yaptığı için ve yarın birlikte masaya oturacakları ve bu tiyatro ile de meşruluğu Özel tarafından tamamen onaylanacağı için oldukça rahattır ve bundan dolayı Özel’in önüne adeta “siyasi bir otoban” yapmıştır. Bu “danışıklı-dövüşte” Özel gaza serbestçe basabilir!
Özgür Özel’in ne olduğu ile ilgili olarak bu kadar kanıt yeterlidir.
Yukarıda onun ajanlığı ya da Erdoğan ile gizli bir anlaşması olduğunu gösteren neredeyse 15-20 olay saydık ve ilginç bir şekilde bütün bu olaylar tek bir mantık temelinde birbirlerini tamamlamaktadırlar. Bu hayatın normal akışına aykırıdır! Bu kadar olayın mantıklı bir şekilde birbirlerini tamamlaması olacak birşey değildir.
AKP’nin Özgür Özel Projesi çok büyük bir siyasi proje olup ve yapısı itibariyle Ergenekon Komplosu ve 15 Temmuz Komplosu ile aynı yapıya sahiptir. Ülkenin ana muhalefet partisinin liderini ajanlaştırmak ve bu temelde ana muhalefet partisini kendi rejimine monte etmek, öyle herkesin yapacağı bir iş değildir.
Bu proje o kadar büyük bir psikolojik operasyon ustalığı üzerine oturmaktadır ki, bu işlerde sözde çok bilgili olan Gülen Cemaati dahi, şimdiye kadar AKP’nin bu siyasi planını çözememiş durumdadır. Türkiye’de birçok kesim hergün AKP rejimine ömür biçmekte ve çok yakında iktidardan indirileceği yanılsaması ile hareket etmektedir. Bu da bu işin ne kadar ustaca yapıldığını göstermektedir.
Şimdi de sıra AKP’nin Özgür Özel Projesi’nin, siyasetin başka bileşenleri ile (Kürt meselesi ve ABD emperyalizmi) nasıl bir ilişki içinde olduğunu çözümlemeye geldi. AKP bu proje ile kendi rejimine karşı geliştirilmek istenen darbeleri savuşturmak ve rejimini yeni bir tarihsel seviyeye taşımak istemektedir.
Olası bir AKP-CHP Koalisyonu ve Rojava Savaşı
AKP’nin Özgür Özel Projesi ile Rojava, Çözüm Süreci, ABD ile müttefiklerinin Suriye ve Ortadoğu politikaları ile AKP rejiminin güvenliği arasında direk bir bağlantı bulunmaktadır. Bu bölümde bu bağlantıları ele alırken aynı zamanda bir özeleştiri ve bazı düzeltmelerde de bulunacağız. Geçmiş yazılarda (11) yaptığımız analizlerde bazı eksikliklerin ve yer yer bazı yanlışlıkların olduğu, bugün yaşanan bazı olay ve gelişmelerle ortaya çıkmıştır.
Bu yanlışlığın en önemli nedeni, ABD ile müttefiklerinin “Ortadoğu politikalarının genel fotoğrafı”nın doğru çekilememesidir. Bu durum kaçınılmaz olarak bu genel sürecin alt evrelerindeki olayların kısmen yanlış ele alınmasına kısmen de isabetsiz tespitlere neden olmuştur. Bundan dolayı yazının bu kısmı, bu yanlışlıkların düzeltildiği ve bu temelde Özgür Özel meselesinin bu olaylara doğru bir şekilde bağlandığı bir yöntem ile ele alınacaktır.
Olayların Rojava’da nasıl düğümlendiğini anlayabilmek için, Rojava’nın ABD ile müttefikleri açısından nasıl bir “jeopolitik yol” üzerinde bulunduğunu anlamak gerekmektedir. Bugüne kadar bu jeopoltik yolu yeterince doğru analiz edemediğimiz için, bazı analiz hataları yaptık ve kaldı ki bu durum tek bize özgü değildir ve siyasi arenada çok geniş bir kesimi kucaklamaktadır.
Yeni ABD yönetiminin yani Donald Trump’ın küresel vizyonu tamamen ondan önceki ABD yönetimlerinden farklıdır. Bu radikal değişikliğin olabileceğine ilk başlarda ihtimal vermedik. Çünkü bu yeni faşist vizyon özellikle Ortadoğu’da çok korkunç politikaları öngörmekteydi ve bizler bu politikaların ABD devletinin iç mekanizmalarına (Kongre, Senato, Yargı, medya ve kamuoyu baskısı vs.) takılma olanağını göz önünde bulundurarak, bu siyasetin gerçekleşme ihtimalini zayıf saydık ve daha çok bir melez politikanın (Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin) makul ve uygulanabilir olduğunu düşündük. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu noktada büyük oranda yanılmış durumdayız. Çünkü ABD’de faşist siyasetin etkileri toplumun geneline yayılarak ve devletin işleyişinde büyük sorunlar yaratarak, kendisini bazı denetim mekanizmalarından kurtarmış durumdadır ve dünyanın başka yerlerinde görmüş olduğumuz “süreç olarak faşizm”in gelişmesi, ABD’de de büyük oranda ilerlemiş durumdadır. Bu durum ise ister istemez dış politikada, yeni ABD hükümetinin kendisini birçok “etik ve değerler sisteminden sıyırmasına” ve serbest bir şekilde korkunç politikalar geliştirmesine neden olmaktadır.
Faşist ABD hükümetinin Ortadoğu stratejisini anlamak için öncelikle onun küresel stratejisini doğru anlamak gerekmektedir.
a-Faşist ABD Hükümeti’nin Küresel Stratejisi
Trump Yönetimi kendisinden önceki Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin politikalarından farklı olarak yeni bir küresel strateji oluşturmuştur. Bu küresel strateji geleneksel müttefikler ile değerler sisteminin değiştirilmesini öngörmekte ve bu temelde küresel politikaya bağlanmaktadır. Küresel ölçekte temel düşman Çin olarak belirlenmiş ve mücadele edilmesi gereken değerler sistemi ise burjuva demokrasileri (liberalizm de dahil) ile sosyalist ve komünist güçler olarak belirlenmiştir. Dünya genelindeki milliyetçi-faşist hareketler ile devletler, otoriter, totaliter ve monarşik hareketler ile siyasi yapılar ise temel müttefik güçler olarak belirlenmiştir.
Yeni Faşist ABD yönetimi, Avrasya’nın kendi içinde birlik olmasını engellemek için, “Putin Rusyası” ile stratejik bir ittifaklık ilişkisi aramaktadır. ABD’nin Avrupa ile olan stratejik ilişkisini adım adım yok eden ve Avrupa’da burjuva demokrasisinin tamamen yok olmasını hedefleyen bir siyaset gütmektedir. Bu siyaset Avrupa’nın ABD ile Rusya arasında bir nüfuz alanı olarak bölüşüldüğü bir yapıya sahiptir. Faşist ABD yönetimi, Rusya’ya Avrupa’da ve Asya’da yayılma ve nüfuz alanları oluşturarak, onu Çin’den stratejik olarak kopartmak isteyen bir politika izlemektedir. Rusya ancak kendisine çok cazip gelebilecek bir stratejik teklif karşısında Çin ile arasına mesafe koyacaktır. Peki bu noktada ABD Rusya’ya ne tür garantiler verebilir?
Bu garantiler, Rusya’nın tarihindeki güvenlik ve tarihsel problemlerin giderildiği bir temele oturmak zorundadır. Buna göre:
1- ABD’nin bu politikasının geri dönülemeyecek bir karaktere sahip olması Rusya için zorunludur. Başka bir ifade ile yarın Demokrat Parti geldiği zaman tekrar bir düşmanlığın ortaya çıkmaması gerekir. Aksi taktirde Rusya jeopolitik açıdan boşa düşmüş olacaktır. Bunun anlamı ise Rusya’nın, yeni faşist yönetimin ABD’de demokrasiyi tamamen ortadan kaldırmasını bekleyecek olmasıdır. Bu da ABD’de yeni faşist yönetimin giderek otoriter bir yönetime hız vereceği ve bütün rakiplerini bastırmak isteyeceği anlamına gelir.
2- Rusya’nın Avrupa’da yayılma ve nüfuz alanının Slav uluslarını içine alacak şekilde belirlenmesi. Avrupa Birliği (AB), bir yandan ABD öte yandan da Rusya tarafından milliyetçi-faşist hareketler tarafından çökertilirken Rusya’nın nüfuz alanı, Almanya sınırına kadar ve bugünkü Polonya, Çekya, Slovakya, Sırbistan ve Hırvatistan’ı içine alacak şekilde genişleyecektir. Bu ülkelerde milliyetçi-faşist hareketlerin Rusya ile ittifak halinde iktidara gelmelerine ABD de yardımcı olacaktır. SSCB dönemindeki gibi, Orta ve Doğu Avrupa Rusya’nın nüfuz ve yayılma alanı, Batı Avrupa da ABD’nin nüfuz ve yayılma alanı olacaktır. Batı Avrupa’da da faşist-milliyetçi hareketlerin iktidara gelmesi için ABD-Rus ittifakı ortak çalışacaktır.
3- Orta Asya ve Kafkasya’da Rusya’nın nüfuzu korunacak ve hatta gelişmesi kolaylaştırılacaktır. Bu temelde bu nüfuzun Kazakistan’ı ve Moğolistan’ı içine alacak şekilde genişleyeceği düşünülebilir. Yine Kuzey Kore de Rusya’nun bu nüfuz alanına dahil olacaktır. Rusya’nın bu yayılma ile Çin’e direk komşu olması yani ABD ile stratejik bir ilişkiye sürüklenirken Çin’in kuşatılmasına dahil olması istenmektedir.
4- Rusya’nın Kafkaslar’daki etki alanı ise Gürcistan’a kadar uzanacaktır. Son dönemlerde Trump’ın liderliğinde Ermenistan-Azerbaycan barışının amacı, Türkiye’nin bu Türkistan eksenine girişinin kolaylaştırılması gibi durmaktadır. Rusya dünyanın farklı bölgelerinde yayılma ve nüfuz alanları elde etme karşılığında Ermenistan’ın kendi nüfuzundan çıkmasını kabul edebilir.
Faşist ABD yönetiminin bu önerileri hiç de Rusya’nın elinin tersi ile iteceği öneriler değildir. Çin’in güçlenmesi Rusya için de potansiyel bir tehlikedir. Rusya’nın ABD ile stratejik bir ilişki içerisine girmesi ve dünyanın paylaşılmasında ABD’nin hemen altında kalan bir pozisyon elde etmesi Rusya için çok büyük bir avantaj gibi durmaktadır.
Faşist ABD yönetiminin Gröland’ı ele geçirmek istemesi ve Kanada’yı kendisine katmak istemesi Rusya ile yakınlaşma çabalarının bir ürünü gibi durmaktadır. Yine Kuzey kutbundaki buzulların erimesi, ABD ile Rusya arasında yeni bir deniz koridorunun açılması ve iki ülkenin daha da yakınlaşması anlamına gelmektedir.
ABD’nin Rusya’yı stratejik bir ortak olarak kazanma anlayışı Henri Kissinger’in fikriydi. Kissinger Batı’nın Rusya’yı düşmanlaştırmasının, kaçınılmaz olarak Rusya’yı Çin’e doğru iteceğini ve bu ilişkinin sıkılaşması durumunda da Rusya’nın Avrasya’nın batı ucunda Çin’in ileri karakolu haline geleceğini belirtmiştir. Böyle bir durumda Rusya’nın doğu ve orta Avrupa’ya yayılması Çin’in desteği ve itmesiyle olacaktır ki, bu durum kaçınılmaz olarak iki ülkeyi sıkıca birbirine bağlayacaktır.
ABD Rusya ile olan bu stratejik ittifakına, Rusya’nın hemen güneyinde bulunan Türkiye’yi Pantürkist bir şekilde dahil etmek istemektedir. Çin kuzeyden Rusya aracılığıyla sarılırken, orta kuşakta Türkiye’nin etkinleştirileceği Türkistan aracılığıyla (ki Çin’in Sincan eyaletine kadar uzanır) sıkıştırılacaktır. Bu hat içerisine Türkiye ile birlikte Ermenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Çin’de Uygurların yaşadığı Sincan bölgesi yeralmaktadır. Çin bu kuşağın hemen altında Körfez monarşileri ittifakının nüfuz alanı olan Suriye-Irak-İran-Afganistan-Pakistan hattı ile sıkıştırılacaktır. Çin’in hemen güneyinde bulunan Hindistan başka bir kuşatma halkasıdır. Çin ile Hindistan arasında uzun zamandan beri husumetler bulunmaktadır. Hindistan’ın tarafsızlığı Rusya’ya bağlıdır ve Rusya faşist ABD ile anlaştığı taktirde Hindistan bu aksı izleyecektir. Çin güneydoğuda ise Japonya, Tayvan, Avusturalya, Filipinler, Tayland ve Vietnam aksı tarafından çevrilecektir. ABD ise bütün bu kuşatmayı tepede koordine eden ve bütün cepheler boyunca destekleyen pozisyonda olacaktır.
Faşist ABD önderliğindeki bu emperyalist ittifakın büyük devletlerinin (ABD, yarının faşist İngiltere’si, faşist Fransa’sı, faşist Almanya’sı, Rusya ve Hindistan) ortak bir şekilde Afrika’yı da bölüşecekleri hemen hemen kesindir. Böylece yerkürenin kuzeyinde Rusya ile başlayan “demir perde” Afrika’ya kadar inerek ve güneyde Afrika’yı da içine alarak yerküreyi dikey kesen bir yapıya kavuşacaktır. Bu dikey kesmenin amacı, Çin’i özellikle Avrupa’dan ayırarak hem Çin’deki bürokratik yönetimi zayıflatmak hem de AB’nin burjuva demokratik yapısını zayıflatarak her ikisini de zamanla yıkmaktır.
Faşist ABD yönetiminin küresel stratejisi buysa, o zaman bazı sorular kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Madem Avrupa faşizm temelinde ABD ile Rusya arasında bölünmek istemektedir, peki NATO ne olacak ve Trump niçin Avrupa’lı ülkelerden NATO için bütçenin arttırılmasını istemektedir? Bu faşist ABD yönetiminin Avrupa’ya bir aldatma politikasıdır. Faşist ABD yönetimi için NATO mevcut haliyle bitmiştir. Bundan sonra faşist ABD yönetimi için NATO’nun önünde iki yol bulunmaktadır:
1- NATO zamanla feshedilecektir. Ama bu fesih sırasında NATO kullanılarak Avrupa’nın azami zayıflatılmasına çalışılacaktır. Örneğin NATO’nun ortadan kalkacak olmasına karşın Avrupa’lı ülkelerin NATO bütçelerinin “sopa” ile arttırılması, bir yandan bu ülkelerdeki sosyal huzursuzlukları arttıracak ve bu temelde milliyetçi-faşist hareketlerin gelişimini kolaylaştıracaktır. Öte yandan da bu ülkelerin sermayeleri ve enerjileri yanlış bir yola kanalize edilerek “ulusal güçleri” zayıflatılmış olacaktır. Trump’ın arttırılmasını istediği bu bütçenin amacı, ABD silah sanayinin palazlanması ve kar hadlerinin yükselmesi içindir. Bu bütçenin arttırılması ABD silah sanayi için düşünülmüştür yoksa Avrupa’nın güvenliği için değil! Karşılığı olmayan bir yolda zaman kaybetmek ve ABD’nin bu aldatma politikasının arkasında gitmek demek, Avrupa’nın bağımsız bir politik ve askeri oluşumdan sürekli uzak durması anlamına gelir. ABD Avrupa’nın kendi içinde birlik olmasını engellemek için onları “içi boş bir NATO” politikasıyla oylamaktadır.
2- Rusya’yı da NATO üyesi yaparak ve ortak bir “küresel ordu” oluşturarak “Çin seferi”ne hazırlanmak. Elbette bu süreç ancak Avrupa’da faşist iktidarların artmasıyla ortaya çıkacak bir durumdur.
Faşist ABD yönetimi eski ittifakları zayıflatırken (Avrupa gibi) ve yeni ittifaklar oluştururken, bütün bu süreci Çin ve müttefiklerinin kuşatılmasına kanalize eden bir sürece dönüştürmektedir. Çin emperyalist siyasette “büyük pastayı” oluşturmaktadır. Çin’in yıkılmasıyla (elbette küçültülerek) hem büyük bir güç devre dışı bırakılmakta hem de Çin’in temsil etmiş olduğu “komünist ideoloji” yıkılmak istenmektedir.
Bu yeni bir uluslararası faşist ittifakın ta kendisidir. Milliyetçi-faşist ve gerici siyasi yapılar üzerine oturan bir ittifaktır. Kendisini bütün evrensel değerlerden arındırmış ve tamamen güç ilişkileri üzerine oturan ve de ortaya çıktığı ülkelerdeki halkları da tamamen boyunduruk altına alan bir yapıya sahiptir. Bu küresel stratejinin Ortadoğu ayağında ön görülen politika ise, korkunçluğu bakımından sadece İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazilerin siyaseti ile karşılaştırılabilir.
b-Faşist ABD Hükümeti’nin Ortadoğu Stratejisi
Faşist ABD Hükümeti’nin bu küresel stratejisinin Ortadoğu ayağına biraz daha ayrıntılı bakmak gerekmektedir.
ABD Hükümeti bu küresel stratejiye Ortadoğu’yu, şu ülkeler ile tam ittifak kurarak katmak istemektedir: İsrail, Körfez Monarşileri (Suudi Arabistan, BAE, Katar, Bahreyn, Umman, Ürdün), Türkiye. Ama Türkiye bu stratejide AKP iktidarının yıkıldığı ve yerine MHP eksenli yeni bir faşist iktidarın oluştuğu bir şekilde düşünülmektedir. Nedeni AKP’nin ABD’nin bu küresel stratejisini kendisine uygun bulmamasıdır ve bundan dolayı “bir ayak bağı” haline geldiği için, AKP iktidarı MHP iktidarı ile değişilmek istenmektedir. Bu “değişim”in nasıl yapılmak istendiğine az ileride değineceğiz.
Peki bu ülkeler niçin bu ABD stratejisine dahil olsunlar? Bunda ne gibi çıkarları vardır? Bu ülkelerin de Rusya’nın faşist ABD yönetiminden istediği türden garantilere benzer garantiler istediğinden şüphe yoktur. O halde ABD yönetiminin bu ülkelere verdiği garantiler nelerdir ya da neler olabilir?
Bugüne kadar yaşanan olaylardan, bu garantilerin şunlar olduğunu düşünüyoruz:
İsrail: İsrail’de faşist bir Siyonist yönetimin iktidarına kapsamlı bir destek verilecektir. Bu faşist Siyonist iktidar, Filistin sorununu “kesin” bir şekilde çözecek ve ABD bu çözüme destek verecektir. Bu kesin çözüm ise Filistin’in Siyonist İsrail yönetimi tarafından tamamen işgal edilmesi ve Filistinlilerin ülkelerinden tamamen sürülmeleridir. Direnmeleri halinde ise katliam ve soykırım yapılacak ve kimse buna karışmayacak ya da karışamayacaktır. Bu noktada ABD’nin desteği sürecektir. Bu politika Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki Partisi’nin Ermenilere uyguladığı soykırım politikasının aynısıdır. Bu soykırım politikası ile İsrail, Filistin sorunundan ebediyen kurtulmuş olacaktır.
Bu politika Lübnan’da Hizbullah’ın tasfiyesi , Suriye’de Baas rejiminin yıkılması ve İran’da da Molla rejiminin yıkılması ile birleştirilerek, İsrail bölgede rahatlatılacak ve Siyonist yayılmasının önü açılacaktır. ABD Filistin soykırımının Arap dünyasında bir infial yaratmaması için, Körfez monarşileriyle de kapsamlı anlaşarak bu meselenin düzeyini düşürecektir. Bu süreç sonunda İsrail ile Arap dünyası arasında bir “normalleşme” yaşanacaktır.
Bu politika İsrail için hem avantaj hem de dezavantaj içermektedir. Avantajı Filistin sorununun yok edilmesidir. Dezavantajı ise İsrail yanı başında Suriye’den Çin’e kadar olan koridorda Körfez monarşilerinin desteklediği “cihatçı ülkeler” ile komşu olacak ve bu güç kendisine döndüğü zaman zor durumda kalacaktır. Onun için bu strateji, bu Sünni cihatçı bölgenin dengelenmesini de öngörmektedir. Buna göre İsrail, Pantürkist Türkiye, Rusya, Azerbaycan ve İran’da molla rejimi devrildiği zaman “faşist bir laik Şahçı” yönetim ile geniş bir ittifak kurarak bu Sünni cihatçıları dengeleyecektir.
Körfez Monarşileri: Bu monarşilerin temel sorunu öncelikle rejimlerinin güvenliğidir. ABD bu rejimlerin güvenliğini garanti altına alacak ve Demokrat Parti’nin yaptığı gibi bölgede Müslüman Kardeşler örgütlerini desteklemeyecek ve iktidara gelmelerinin önüne geçecektir.
Bu temelde Körfez monarşileri ABD’nin bu küresel stratejisine dahil olacaktır ama kendi nüfuz ve yayılma alanı olacaktır. Bu nüfuz ve yayılma alanı ise kendi selefi görüşlerine uygun rejimler tarafından yönetilecektir. ABD bu rejimlerin kurulmasını Körfez monarşileriyle birlikte yapacaktır. Körfez monarşilerinin nüfuz alanları şu ülkeleri kapsamaktadır: Suriye, Lübnan, Irak, İran’ın bazı bölgeleri, Afganistan ve Pakistan.
Özellikle Suriye ve Irak, Afganistan’daki Taliban rejimi gibi rejimlerin eline geçecektir. Sünni cihatçı terör örgütleri bu iki ülkede iktidarı tamamen ele geçirerek, tekçi bir rejim inşa edecekler ve bu ülkeler tamamen Körfez’in nüfuz alanı haline gelecektir.
Suriye’de HTŞ iktidarı bütün Suriye’ye egemen olacak ve bu temelde Kürt Özerkliği, Dürziler, Aleviler ve yine Türkiye’nin himayesi altında bulunan ve Müslüman Kardeşler geleneğinden gelen SUM ve ÖSO tasfiye edilerek, “Suriye’nin Birliği” HTŞ iktidarı altında sağlanacaktır.
Aynı durum Irak’ta da ortaya çıkacaktır. Baas rejimi döneminde olduğu gibi Sünniler iktidarı tamamen ele geçirecekler ama Suriye’deki gibi bir El Kaide örgütüyle bu yapılacaktır. Irak’taki Kürt özerkliği tamamen tasfiye edilecek ve Şiiler de aynı şekilde tamamen katliamlarla diz çöktürtülecektir. Irak’ta ve Suriye’de Kürtlerin tasfiyesinde Türkiye ile birlikte hareket edilecek, Irak’ta Türkiye’ye Musul ile Kerkük bırakılarak ve işgal edilmesi sağlanarak, Türkiye ile Irak Sünnileri aracılığıyla Kürt statüsü yok edilecektir. Suriye’de ise Rojava Özerk yönetimi tamamen yok edilerek hem Türkiye hem de El Kaide’ci Suriye Arap devleti için tamamen tehdit olmaktan çıkarılacaktır. Kürt sorununun bu katliamcı ve soykırımcı çözümü, İsrail’in Filistin sorununun soykırımcı çözümünün kabul edilmesi karşılığında ABD tarafından kabul edilmektedir. Böylece ne Araplar ile Türkler İsrail’i eleştirecek ya da bunu durdurmak için harekete geçecekler ne de Türkler ile Araplar Kürtleri katliam ve soykırımdan geçirdiğinde ABD ile müttefikleri bunu eleştirecek ve durdurmak için harekete geçeceklerdir.
Irak ve Suriye ile ilgili ABD ile Körfez’in planlarına biraz daha yakından bakmak gerekmektedir.
Çok kısa bir zaman önce ABD’nin Türkiye büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, neredeyse yüzyıl önce yani 1916’daki Sykes-Picot anlaşmasında çizilen sınırların hata olduğunu belirtti ve bu temelde kamuoyunda büyük bir tartışma baş gösterdi. Tom Barrack 1916’da çizilen sınırların yapay ve bölgenin gerçekliğini hesaba katmayan bir yapıya sahip olduğunu belirtiyordu. İlk bakışta haklı gibi görünen bu söylemin arkasında aslında büyük bir tuzak yatmaktadır. 1916’daki bu anlaşma örneğin Kürtlerin bölünmesine neden olduğu için eleştirilebilir. Ama Barrack’ın derdi bu değildir! Zaten onların planlarında Kürt kazanım ve haklarının toptan tasfiyesi bulunmaktadır. Peki bu anlaşmanın ortadan kaldırılmasının ve sınırların tekrar çizilmek istenmesinin anlamı nedir? Artık bunu anlamamak için aptal olmak gerekir. Bugünkü faşist ABD yönetimi, Sykes-Picot’yu ortadan kaldırarak ve Kürtlerin statüsünü aynı anda tasfiye ederek, Irak’ın Sünni bölgeleri ile Suriye’yi El Kaide’ci bir yönetim altında birleştirmek istemektedir. Başka bir ifade ile Suriye’deki HTŞ rejimini, Irak’ın Sünni bölgelerine kadar yaymak istemektedir. Yakında Irak diye bir devlet yok olacaktır. Başka bir ifade ile “Irak-Şam İslam Devleti” kurulmuş olacaktır. Bu zaten IŞİD’ın adıdır. Irak Sünnileri ile Suriye Sünnilerinin ortak bir devlet içinde birleştirilmesi ve güçlendirilmesi, onların düşmanları karşısında (Kürtler, Aleviler, Dürziler) direnme güçlerini arttırmak içindir. Sünnilerin bu birleştirilmesi Türkiye üzerine de bir baskı unsuru olarak düşünülmektedir.
Bu analiz kaçınılmaz olarak bizi İran meselesine götürmektedir. Irak’ta Sünnilerin Suriye’ye katılmasından ve Kürtlerin tasfiyesinden sonra, Irak’lı Şiiler de İran’a bağlanacaklardır. Zaten İran da küçültülecektir. İran’ın kuzeyi yani Güney Azerbaycan İran’dan kopartılıp Azerbaycan’a bağlanacaktır. Rojhilat Kürdistan’ı Türkiye’nin işgal etmesi (Musul ve Kerkük ile birlikte) büyük bir olasılıktır. Balucistan ise Afganistan-Pakistan ekseni tarafından kendilerine katılacaktır ve böylece İran küçültülmüş bir şekilde yeniden Şah krallığına çevrilecektir. Dikkat edilirse harita etnik ve dini fay hatlarına göre tekrar şekillendirilmektedir.
Suriye ile Irak’ın bu cihatçılaştırılması, büyük bir cihatçı ordusunun ortaya çıkması (150-200 bin gibi) ile sonuçlanacaktır. Bu ordu İran rejiminin devrilmesi sırasında İran’a karşı kullanılacaktır. Ama daha önce eğer AKP rejimi ABD’nin bu küresel stratejisine angaje olmaz ise ona karşı da kullanılacaktır. Bu temelde Körfez’in nüfuzu altında bir “Kürt El Kaide”si kurulacak ve “İslami Kürdistan” şiarı ile Türkiye’nin sınırları içinde bulunan Kürt bölgelerine ABD ile Körfez’in himayesinde operasyonlar yapacak ve PKK’den boşalan siyasi boşluğu tamamen doldurmaya çalışacaktır. Suriye ve Irak’taki El Kaide iktidarlarıyla ve 150-200 bin cihatçı ordu ile desteklenen bu hareketin yıkıcılığının boyutları bugünkü PKK ile asla karşılaştırılamaz.
Bu yukarıdaki kısa analiz temelinde, Trump ABD’si ile Körfez monarşilerinin Ortadoğu politikasının “yol haritası”nı şu şekilde belirlemek mümkündür :
1-Suriye’de rejim değişikliği. Bu zaten gerçekleşti.
2-Filistin-Rojava-Hizbullah sorununun “kesin” çözümü. Bu çözüm, Filistin’in tam işgalini, Rojava’da Kürt özerk yönetiminin tam tasfiyesi ve Rojava’ya tamamen HTŞ’nin hakim olmasını ve de Lübnan’da Hizbullah’ın silahlı yapısının tasfiyesini öngörmektedir. Elbette bu sürece aynı anda Suriye’de Dürzilerin ve Alevilerin de katliamlarla diz çöktürtülmesi eşlik edecektir. Başka bir ifade ile bu süreç, HTŞ iktidarının bütün Suriye’ye yayılma dönemidir.
3-Rojava savaşı aynı zamanda Türkiye’de AKP’nin iktidardan indirilmesi dönemi olacaktır. AKP’nin yerine odağında MHP’nin olduğu bir iktidarın oluşturulması sağlanacaktır.
4-Irak’ta da Suriye’de olduğu gibi önce bir El Kaide’ci darbe gerçekleştirilecektir.
5-Bu darbeden sonra “Irak’ın HTŞ”si ile Türkiye’de MHP’nin odağında olduğu yeni faşist iktidar ve Rojava’yı kendisine katmış olan Suriye HTŞ’si birlikte Güney Kürdistan Özerk Bölgesi’ni tasfiye edeceklerdir. Rojava düştüğü, AKP yıkıldığı ve Irak’ta El Kaide’ci darbe ortaya çıktığı andan itibaren, Güney Kürdistan tamamen kuşatılmış olacaktır. Bu temelde Türkiye Musul ve Kerkük’ü işgal edecektir.
6-Güney Kürdistan’ın tasfiyesinden sonra, Türkiye, Irak ve Suriye bir cephe halinde hareket ederek, Irak Şiilerini katliamdan geçirerek Irak tamamen yeni Irak El Kaide yönetimine geçecektir ve büyük bir ihtimalle bu yönetim, yukarıda da belirttiğimiz gibi Suriye ile birleşecektir.
7-Afganistan, Türkiye ve Irak ile çevrili olan İran’da rejim değişikliği için düğmeye basılacak ve İran’daki molla rejimi yıkılacaktır ve yerine Körfez’e daha uygun olan Şah krallığı temelli bir rejim getirilecektir.
Erdoğan ile AKP’nin işte PKK ile masaya oturmalarının altında, bu güney hattının ABD ile Körfez monarşilerinin güdümü altında bulunan cihatçıların eline geçmesi tehditi yatmaktadır. Bu hattın yani Suriye ile Irak’ın tamamen bu cihatçıların eline geçmesi hem AKP hem de PKK için ORTAK BİR TEHDİTTİR. Her iki siyasi hareketin masaya oturmasının altında işte her iki hareketi de tehdit eden bu cihatçı tehlike yatmaktadır.
Bu da bizi kapsamlı olarak Rojava meselesine götürmektedir.
(devam edecek)
Dipnotlar:
7-Özgür Özel: CHP'ye sızma olmasın diye MİT'ten destek istedik | Independent Türkçe
10- Bakınız : Erdoğan’ın darbe tezgahı ve siyasal iktidarın tam fethi – Kemal Erdem makalesine.
11- Burada özellikle üç makale kasdedilmektedir : a-AKP-MHP Kavgası ve Muhalefet ; b-Çanlar Kimin İçin Çalıyor ? ; ve 3- PKK’nin Kendisini Fesih Kararının Tarihsel Önemi Üzerine. Bak : demokratikbirlik.org sitesi.
