Bir İhanetin Anatomisi-V
Bundan dolayı bizim yapmış olduğumuz Özgür Özel analizinin muhalif çevrelerde bir etkisi olmayacağı gibi, bilerek de hasır altı edilecektir. Türkiye’de nice büyük skandallar olmasına karşın, halk ve aydınlar bu skandallar karşısında ya sessiz kaldılar ya da görmezlikten gelmeyi tercih ettiler. Bu yazının başına da aynısı gelecektir ve muhalif çevreler yanlış bir yolda ilerlemeyi seçeceklerdir. O halde okur soracaktır: Madem bu yazının bir etkisi olmayacak niçin yazıldı? Bunun üç temel nedeni vardır: Birincisi tarihe not düşmek içindir. İkincisi, bu yazı özellikle belirli çevreleri hedeflemektedir ve bu çevrelerin düşünce yapılarını etkileyeme dönüktür. Bunların başında PKK’nin Kandil Önderliği ile CHP içindeki gerçek sol kanat bulunmaktadır. Eğer bu yazı, rejim ile “onun CHP içindeki işbirlikçileri”nin yüzlerini CHP içindeki bazı çevrelere teşhir edebilir ve bu yıkıcı politikanın etkilerini az çok sınırlayabilirse amacına ulaşmış olacaktır. Üçüncü olarak da durumumuz biraz, Dante’nin İlahi Komedisi‘indeki şu repliğe benzemektedir: Söyledim ve ruhumu kurtardım!
Bir İhanetin Anatomisi-V
Kemal Erdem
c-Faşist ABD Yönetimi’nin Rojava ve Irak Kürt Özerk Yönetimlerini Tasfiye Politikası
İlk bakışta ABD’nin böyle bir politikasının yani Suriye ve Irak’ta Kürtlerin statülerinin tasfiye politikasının olmadığı düşünülebilir. Biz de ilk bakışta böyle düşünmüştük. Ama sorun üzerine biraz ayrıntılı düşününce yanıldığımızı anladık. Bu yanılgının temel nedeni, ABD’de Demokrat Parti dönemindeki Kürt politikasının, Trump döneminde de devam edeceği anlayışına takılmamız oldu. Çünkü Trump yönetiminin Suriye’deki Kürt yönetimi üzerine yaptığı bazı açıklamalar, Kürtlerin bu bölgede statülerinin korunacağı ve Kürtlere ABD yardımının devam edeceği üzerineydi. Bu da bizde, Trump yönetiminin kendisinden önceki Demokrat Parti yönetiminin Suriye ve Irak’taki Kürt politikasını devam ettireceği fikrine neden olmuştu. Ama soruna daha ayrıntılı ve faşist ABD yönetiminin küresel ve buna uygun bölgesel politikalarının kodları temelinde yaklaştığımız zaman, Trump yönetiminin Demokrat Parti dönemindeki Kürt söylemini aslında ALDATMA aracı olarak kullandığını farkettik.
Trump yönetimi, Suriye ve Irak’taki Kürt politikasıyla ilgili olarak ikili bir politika oluşturmuştur. Bir yandan kurbanını yatıştıran, onu okşayan ve ona güven veren bir politika izlerken, öte yandan da onu bıçağın altına doğru götürmektedir. ABD yönetimi hiç kuşkusuz açıktan Kürt katliamı istediğini söylemeyeceğine göre, bunu “kendisinden bağımsız gelişen olayların bir ürünü” gibi algılanacak bir biçime sokmaya çalışacaktır. Ama derinden ve gizlice bu katliamı bizzat planlamaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, faşist ABD yönetimi ile Körfez monarşileri arasındaki anlaşmaya göre, Suriye ile Irak tamamen, Afganistan’daki Taliban örneğinde olduğu gibi, Körfez’in bu ülkelerdeki nüfuz araçları olan El Kaide’ci örgütlerin ellerine geçecektir (Suriye’de HTŞ ile bu kısmi olarak gerçekleşti) ve ABD bu geçişi koordine edecektir. Suriye ve Irak’ta Sünni cihatçı El Kaide’ci diktatörlüğü kabul etmeyen bütün kesimler, önce diplomatik yollar ile ikna edilmeye çalışılacak, bu diplomatik görüşmelerde bir sonuç alınamadığı taktirde de savaş ile diz çöktürtülecektir. Diplomasi dönemi aynı zamanda bu kesimlerin oyalandığı ve cihatçı teröristlerin ABD ile Körfez monarşileri desteği ile ordulaştığı dönem olacaktır. Bugün bu pratiği, SDG ile HTŞ arasında açıkça görmekteyiz.
Anlaşılan odur ki, Irak’taki Kürt statüsünün ortadan kaldırılması, Suriye’deki Kürt statüsünün ve kazanımlarının ortadan kaldırılmasından sonra planlanmıştır. Suriye’deki Kürt sorunu “kesin” bir şekilde çözüldükten sonra, aynı plan Irak’ta da devreye sokulacak ve Irak’ta da önce bir “Sünni cihatçı darbe” yapılacak ve bu iktidar Türkiye ile koordine halinde Irak Kürdistan Özerk Yönetimi’ni ortak bir şekilde ortadan kaldıracaktır. Ama bu dönemden önce Suriye’de Kürt sorunu “çözülürken” aynı anda da Türkiye’de AKP sorunu çözülecek ve MHP odaklı bir iktidar AKP’nin yerini alacaktır ve bu iktidar Irak’taki Kürt statüsünü Irak’lı cihatçılarla birlikte yok edecektir.
Şimdi de bu planın detaylarına gelelim.
d-Faşist ABD Yönetimi’nin Rojava’yı Tasfiye Planı
O halde ABD Rojava’nın tasfiyesini nasıl gerçekleştirmek istemektedir. Farklı güçleri tek bir noktaya doğru nasıl çekmektedir?
PKK’nin yönetimi ve hegemonyası altında bulunan Rojava birçok güç için rahatsızlık kaynağıdır. Farklı nedenlerden dolayı bu güçler Rojava’yı ele geçirmek ve PKK iktidarının burada yıkılmasını istemektedirler. Bu haliyle Rojava hem bir amaç hem de bir araç olarak belirmektedir.
Görünürdeki amaç (PKK iktidarının yıkılması) aynı zamanda farklı gizli ajandaların da örtüsü durumundadır ve farklı güçler bu gizli ajanda aracılığıyla da REKABET halindedirler. PKK iktidarını yıkmak isteyen herhangi bir güç tek başına bu amaca ulaşma olanağı ve kapasitesinden yoksundur ve bundan dolayı başka güçlerin desteğine ihtiyacı bulunmaktadır. Başka güçleri PKK’ye karşı ORTAK BİR DARBEYE çeken her güç, bu ortak darbeden sonra kendi gizli ajandasını uygulamaya geçecektir. Bundan dolayı her güç sürece en güçlü ve en avantajlı bir biçimde girmek isteyecektir.
PKK’nin Rojava’da farklı nedenlerden dolayı darbelenmesini isteyen güçler şunlardır: ABD ve müttefikleri (İngiltere, İsrail, Körfez monarşileri, Fransa vs.), Türkiye, KDP. Bütün bu güçler ilk adımda PKK iktidarının Rojava’da yıkılmasını isterlerken, ikinci adımda da birbirleriyle çelişen farklı bir plan peşinde koşmaktadırlar. Bu haliyle de ittifak halindeymiş gibi görünen güçler aslında alttan alta birbirleriyle mücadele halindedirler.
ABD bu güçleri PKK iktidarını yıkmak için ortak bir darbeye doğru çekerken, bazı güçleri aldatan bir politika uygulamaktadır. Hiç kuşkusuz bu aldatma politikasının en büyüğünü PYD ile SDG’ye karşı yapmaktadır. Bu güçlere Rojava’ya bir saldırı olması halinde destek olacağını söylemektedir. Aslında bu bir yönü ile doğrudur. ABD SDG’ye destek olacaktır ama bu destek AKP ile SDG arasında şiddetli bir savaş için olacaktır ve bu savaş ile her ikisini de zayıflatmak istemektedir. İŞTE MHP BU ANI BEKLEMEKTİR. MHP’nin bütün umudu, ABD’nin PKK’yi aldatarak onu AKP ile varoluşsal bir savaşa çekmesindedir. Böylece hem Çözüm Süreci bitecek hem de bu savaş ile AKP zayıflayarak daha fazla MHP’ye bağımlı hale gelecektir. Başka bir ifade ile ABD, AKP ile savaş karşısında SDG’ye vereceği destek ile PKK’yi kendi stratejisi içerisinde güçlü bir araca dönüştürmüş olacak ve aynı anda da onun iktidarını Rojava’da zayıflatarak yıkılmanın eşiğine getirecektir.
ABD bir AKP-SDG savaşında, Güney Kürdistan’ın Rojava’ya yardıma gelmesini önlemek için de başka bir yalan söylemektedir : Bu savaşın dışında kalarak SDG’nin zayıflamasını beklemesini ve Rojava’da PYD iktidarı yıkılmak üzereyken “kurtarıcı olarak” gelmesini istemektedir. Bu plan 2014’te Kobane saldırısı sırasında Demokrat Parti’nin yani Obama’nın planıydı ve gerçekti ama Trump bunu sadece Kürt güçlerini bölmek için kullanacaktır ve AKP-SDG savaşının sonucunda Rojava KDP’nin eline değil HTŞ’nin eline geçecektir. Çünkü emperyalist bölgesel planda Kürtlere yer yoktur !
Rojava’da PKK iktidarının yıkılmasından sonra, bu politik boşluğu doldurmak için verilen rekabette güçler kıyasıya mücadele etmekte ve birbirlerinden gerçek planlarını saklamaktadırlar. ABD bütün güçleri Rojava’da PYD iktidarının yıkılması için ortak bir saldırı için koordine etmektedir. ABD Türkiye’yi hem bir PYD iktidarının devamı ile hem de HTŞ-IŞİD cephesinin Rojava’yı yıktıktan sonra Türkiye’yi tehdit etmesi ile korkutmaktadır. Bundan dolayı Rojava’daki politik boşluğun ona karşı bir tehdite dönüşmemesi için onu,PYD’ye karşı farklı güçler ile (HTŞ ve IŞİD) ortak bir darbeye doğru çekmektedir. Türkiye Rojava noktasında ikilem içerisindedir : ortaya çıkan boşluğu doldurmaz ise ona karşı dönecek ama bu boşluğu doldurmak için SDG ile savaşa tutuşursa, ABD’nin tuzağına düşecek ve büyük bir bedel ile Rojava’dan çıkacaktır. ROJAVA MESELESİ AKP’NİN BOYUTLARINI KESTİREMEDİĞİ BİR MESELESİR.
ABD bütün güçleri (AKP, ÖSO, HTŞ, IŞİD, KDP) PYD’ye karşı ortak bir darbe için koordine ederken, oyun içerisinde oyun kurarak ilerlemektedir. Üç politik güç aldatmanın temel hedefleridir : AKP, PKK ve KDP. Bunlara Fransa da eklenebilir. Çünkü Fransa ve bazı Avrupa’lı ülkelerden de Ortadoğu’da Kürtlerin tasfiye planı saklanmaktadır.
ABD PYD iktidarına ortak darbe vurulurken ve bu temelde AKP ile PYD zayıflatılırken, alttan alta kendi gerçek planının “kafasını kaldırtacak”tır. Zayıflayan PYD iktidarı Rojava’da artık IŞİD’çileri tutamayacak ve bu IŞİD’çiler serbest kalarak HTŞ ile birlikte hareket edecektir. IŞİD’çilerin özellikle ABD’lilerin desteği ile “salınmaları” SDG cephesinin “içten çökmesi” ile sonuçlanarak, SDG iç ile dış cephe arasına sıkışacaktır. Bundan sonrası zaten genel çöküştür ve PYD fazla direnemez. Bu senaryoda Rojava öncelikle HTŞ-IŞİD cephesinin eline geçecek ve Türkiye ile ÖSO’nun Rojava’ya girmeleri engellenmiş olacaktır. HTŞ ile IŞİD’in ABD desteği ile Rojava’yı ele geçirmesiyle birlikte, kenarda bekleyen KDP de boşa düşmüş olacaktır.
Rojava’nın HTŞ’nin eline geçmesinden sonra, sıradaki hamle ÖSO’nun tasfiye edilmesi olacak ve bunu da Aleviler ile Dürzilerin tasfiyesi izleyecektir. Türkiye’nin Suriye ile uzun sınır hattı göz önüne getirildiğinde, Ortadoğu’daki bütün cihatçılar bütün bu sınır hattına yerleşecekler ve “Kürt El Kaide’sinin” cephe gerisini oluşturacaklardır. Bu siyasi değişim Türkiye için PKK’den daha büyük bir tehlikenin kapısını aralamış olacaktır.
Bundan dolayı herkes (AKP, PKK, KDP) aklını başına almalıdır !
e-AKP’nin Karşı Rojava Planı
Erdoğan ile AKP yukarıdaki ABD planının hepsinden haberdardır ve gelişmeleri de çok doğru okumaktadırlar. Ama görmek ayrı şeydir ve olaylara müdahale edip kendi lehinize göre süreci şekillendirmek ayrı şeydir. Bunun için gerekli ve yeterli araçlara ihtiyaç vardır. Bu noktada durum Erdoğan için şüpheli ya da çok belirsiz bir hal almaktadır. Ama yine de Erdoğan bu sürece yani Rojava’daki sürece en güçlü bir şekilde girmek için elindeki mevcut olanakların hepsini kullanmaktadır. Bu noktada hem ABD’den hem de KCK’den bir adım öndedir. Çünkü bu son ikisi Erdoğan’ın kendi rejiminin ömrünü uzatmak için tam olarak ne yaptığını ve birkez harekete geçtiği zaman elde edeceği vurucu gücün “deliciliğinin” boyutlarını tam olarak kestirememektedir.
Erdoğan ABD’nin şu an koordine ettiği (2014’teki Kobane kuşatması ve saldırısı gibi) Rojava kuşatması ve saldırısına kadar kendisini azami derecede saklayan ama bu süreç boyunca da sanki ABD ile birlikte hareket ediyormuş gibi görünen bir taktik içerisindedir. Erdoğan’ın amacı sürpriz etkisini kullanarak, SDG’ye ortak darbeden sonra, Rojava’nın HTŞ eline geçmesine engel olmak ve Türkiye’nin güney hat boyunca güvenliğini garanti altına almaya çalışmaktır. Başka bir ifade ile Fırat’ın Batı’sında ÖSO ile kurmuş olduğu “güvenlik kuşağını”, Fırat’ın doğusu üzerinden Güney Kürdistan’a kadar uzatmaktır. Erdoğan Rojava savaşını daha önce Suriye’ye yapılan askeri müdahalelerin doğal bir uzantısı olarak ele almaktadır. Bundan dolayı Rojava’yı HTŞ’ye bırakmayacak ve orayı farklı şekilde Türkiye’nin çıkarlarını garanti altına alacak şekilde doldurmak istemektedir.
Ama kabul etmek gerekir ki, bu durum çok riskli bir durumdur ve ABD’nin tuzağının başarısı ile sonuçlanabilir. ABD Erdoğan’ın kendi rejiminin güvenliği için gelip Rojava’da “kestaneleri ateşten” toplamak zorunda olduğunu bilmektedir ve Rojava’da Joe Biden’ın Ukrayna’da Putin’e kurduğu tuzağın bir benzerini kurmuş gibidir. Putin gibi Erdoğan’ın da planı, Rojava’yı çok hızlı bir şekilde ele geçirmek ve “koparıp” almaktır. Ama bu durum onun Rojava’ya batmasıyla da sonuçlanabilir. Zaten Trump’ın amacı da budur. Erdoğan’ı Rojava’ya çekmek ve SDG’yi çok iyi donatarak TSK’ye Rojava’da büyük bir darbe vurmak ve bunu iç siyasete taşıyarak onu iç politikada köşeye sıkıştırmak ve “Kürtlere saldırdığı” söylemini kullanarak da ona karşı Batı’nın tüm yaptırımlarını devreye sokarak, içeride MHP’nin ona vuracağı darbeye siyasi alan açmaktır.
ABD’nin amacı Körfez’in çıkarları ve onunla ittifaklığın devamı için, Rojava’daki Kürt kazanımlarını tasfiye ederken, Rojava’da ortaya çıkacak politik boşluk için rekabet yaratmak ve bu rekabet aracılığıyla da bir yandan SDG’nin ve PYD’nin öte yandan da AKP’nin ipini çekmektir. Üstelik de bunları da herkesi birbirine kırdırtarak ve aynı anda zayıflatarak yapmaktır. Savaşın sonunda her ikisi de zayıflayacağı için tasfiyeleri de daha kolay olacaktır.
Erdoğan bu süreçte en güçlü konumda olmak için aldatmayı etkili bir şekilde kullanmaya çalışmaktadır. Erdoğan’ın aldatma siyasetinin kodları çözüldüğü zaman, onun stratejisine daha etkili nüfuz etme imkanı doğmaktadır. Ama Erdoğan’ın aldatma siyasetinin kodlarını çözmek o kadar kolay değildir ama yine de siyasetin yüzeyindeki bazı emarelerden, onun gizli ajandasının iskeletine inmek mümkündür.
PKK’nin Kandil Önderliği, hem ABD’nin hem de Erdoğan’ın aldatma siyasetinin hedefi olduğu için, belirli bir kafa karışıklığı içerisinde olduğundan şüphe yoktur. Kandil’in ideolojik yetersizliği, Erdoğan ile ABD’nin aldatma siyaseti ile birleştiği anda felakete dönüşebilir. Kandil her iki gücün nüfuz mücadelesinde tam olarak nerede olduğu noktasında ciddi bir kafa karışıklığı yaşayabilir ve bu durum onun etkili bir strateji ve taktikler geliştirme ile sevk ve idarede olumsuzluklar sergilemesine neden olacaktır.
Erdoğan’ın Abdullah Öcalan’a teklif ettiği ve onun da olumlu yanıtladığı Çözüm Süreci (bu Çözüm Süreci Devlet Bahçeli’nin fikri değildir !) , bir aldatma siyaseti olarak Erdoğan’ın işine en çok da Rojava’da yaramaktadır. Çözüm Süreci’nin ön gördüğü “PKK’nin silah bırakma politikası” her ne kadar, AKP’nin HTŞ’nin bütün Suriye’ye otoritesini yayma politikasını desteklenmesi olarak görünse de, aslında birçok hedefi olan bir politikadır :
1-Bununla SDG ile PYD’nin morali bozulmaya çalışılmaktadır.
2-Bir AKP-SDG savaşından önce, bir HTŞ-SDG savaşı çıkarmaya dönüktür.
3-Rojava’ya saldırmadan önce SDG’nin maksimum olarak güçsüzleşmesini sağlamak ve güçlerinin merkezi Suriye ordusu ile asayiş kuvvetleri olarak bölünmesini sağlamak istemektedir.
4-ABD’nin Rojava’yı kuşatma stratejisi içerisinde yer aldığını göstermek ve bu temelde ABD ile birlikte hareket ediyormuş görüntüsü oluşturmak istemektedir.
ABD’nin istediği öncelikle bir AKP-SDG savaşı olup ve bu ikisinin azami yıprandığı bir durum yaratıp, HTŞ-IŞİD ittifakı ile Rojava’ya yerleşmektir. HTŞ-IŞİD ittifakının Rojava’ya yerleşmesi demek, Güney Kürdistan’daki KDP bölgesinin de düşmesi ve AKP’nin en büyük müttefiklerinden birisini kaybetmesi anlamına gelecektir. Bundan dolayı AKP Rojava’nın HTŞ-IŞİD ittifakının eline geçmesini istemeyecek ve IŞİD’in işin içine karışmasıyla Rojava’ya askeri harekat düzenleyecektir. Kısacası her hakükarda AKP Rojava’ya savaş ilan edecektir !
Bu noktada AKP’nin KDP ile ilgili politikasına da kısaca değinmekte fayda vardır. Erdoğan Nisan 2024’te Erbil’e yaptığı ziyarette adeta başkan gibi karşılandı. O zamanlar bunun nedenlerini kendimize sormuştuk ve ancak bugün buna mantıklı bir cevap getirebilmekteyiz. Erdoğan Trump’ın birinci başkanlık döneminde, Trump ile birlikte çalışma görünümü altında onun planlarının büyük bir kısmını öğrenmişti. Yukarıda genel hatlarını çizdiğimiz ABD’nin küresel ve bölgesel stratejisi daha Trump’ın ilk başkanlık döneminde belirlenmişti. Erdoğan Trump’ın planından haberdar olduğu ve bu planın Kürtler kısmını da bildiği için, ikili bir politika izliyordu. Bir yandan Trump ile birlikte çalıştığı izlenimi veriyordu öte yandan da Trump’ın politikasını dolaylı yollar ile baltalıyordu. İşte bu noktada KDP yönetimini de bu planlar noktasında bilgilendirdiğinden ve Güney Kürdistan’ın tasfiyesini birlikte durdurmak için ortak planlar yapıldığından kuşku yoktur.KDP ABD ile Körfez’in organize ettiği bir El Kaide’ci saldırı karşısında büyük bir ihtimalle Türkiye’ye katılacaktır. Türkiye’nin koruması karşılığında,bölgede onunla kapsamlı bir işbirliğine yönelecektir. Bu işbirliği Rojava’yı da kapsamaktadır. KDP’nin başka bir çaresi yoktur. KDP tamamen köşeye sıkışmış durumdadır ve bu koruma karşılığında AKP’nin bütün bölge planları içerisinde onun yanında yer alacaktır. PKK BU DURUMU YOK SAYAMAZ !
Son dönemlerde medyada, Rojava Özerk Yönetimi (Doğu ve Kuzeydoğu Suriye) ile KDP arasında bir anlaşmanın yapıldığı ve buna göre, Güney Kürdistan’a bir saldırı olduğu zaman SDG’nin yardıma gideceği ve Rojava’ya bir saldırı olduğu zaman da KDP’nin yani Peşmergelerin Rojava’ya yardıma gideceğiyle ilgili bir anlaşmanın yapıldığı belirtilmektedir. Ama eğer KDP’nin AKP ile başka bir gizli planı varsa (ki vardır), bu anlaşma bir Rojava-Türkiye savaşında SDG’nin aleyhine sonuçlar üretecektir ! Türkiye ile savaş bu anlaşmayı harekete geçirecek ve Peşmerge’nin Rojava’ya girişine olanak sağlayacak ve birkez girdiği zaman Türkiye ile Rojava’da koordine olacaktır. Bu anlaşmanın bir aldatma olması büyük olasılıktır.
AKP aslında Rojava’ya öncelikle bir askeri harekat ile değil ama Abdullah Öcalan ile Çözüm Süreci üzerinden bir diplomatik yolla girmek ve burayı kendi rejimi açısından güvenli hale getirmek istemektedir. AKP’nin Rojava’da hedeflediği siyasi çözüm, ÖSO’nun ve KDP’nin de dahil olduğu üçlü bir yönetim modelidir ve bu yönetimin TSK ile desteklendiği bir politik yapı istemektedir. Bu yapı, ABD ile Körfez’in bölge planlarına “tampon” koyan bir yapıya sahip olacaktır. Bu çözüme anlaşılan PKK’nin Kandil Önderliği karşı çıkmaktadır. En azından bizim tahminimiz budur. Erdoğan açısından Çözüm Süreci bir yandan zaman kazanma aracı öte yandan da savaşsız olan bu çözümün zorlanmasıdır.
Erdoğan’ın diğer seçeneği ise diplomatik yolun tıkanması durumunda savaş ile Rojava’ya kendi otoritesini dayatmaktır. Oldukça riskli olan bu seçenekte, TSK, ÖSO ve KDP Peşmerge’lerinin ortak operasyonu ile Rojava’nın ele geçirilmesi öngörülmektedir. KDP ABD ile müttefiklerini Rojava’da durdurmak zorundadır ve AKP’nin bu politikasına destek verecektir ve kaldı ki başka bir seçeneği de yoktur ! Ama bu savaş politikası birçok bilinmezlikle doludur.
Erdoğan Rojava savaşına ve bu savaşın yıkıcılığına karşı daha fazla dirençli olmak ve ABD’nin bu savaşı kullanarak iç politikada kendi iktidarını yıkmak için yapmış olduğu hesapları, işte Özgür Özel ile CHP’yi içten ele geçirerek boşa çıkarmış durumdadır. CHP ile desteklenen bir AKP’nin Rojava politikası hem çok kanlı olacak hem de AKP’nin savaş alanından erken çekilmesinin önüne geçmiş olacaktır. Her iki partinin yüzde yetmişe varacak olan oyları, halkın AKP-CHP koalisyonuna savaş için tam destek verdiği görünümü oluşturacaktır.
TSK önderliğinde ÖSO ile KDP’nin katılımı ile Rojava’nın ortak ele geçirilmesi ve burada ortak bir yönetim kurarak Türkiye’nin Fırat’ın doğusunu da kontrol etmesi planlanmaktadır. Ama kabul etmek gerekir ki, bu AKP için de tam bir çözüm değildir ve süreç içerisinde Rojava, HTŞ ile IŞİD’in ABD ve Körfez’in desteği ile hedefi haline gelecektir. Bu çözüm geçici ve palyatif bir çözüm olacaktır.
Bu politikanın bir diğer riski, Erdoğan ile Trump arasında bir restleşmeye neden olarak bir dünya savaşının fitilini çekme riskinin bulunması ve bütün güçleri kısa bir zamanda içine çekecek olmasıdır. Trump Erdoğan ile ilgili planlarının büyük bir kısmını Rojava savaşı etrafında örmüştür. Rojava’da kaybeden taraf bütün bölgede kaybedecektir. Bu PKK için de geçerlidir.
Erdoğan Trump karşında güçlü olabilmek ve dayanabilmek için güçlü bir bölgesel cephe örmek istemektedir. İşte PKK’yi de bir noktaya kadar bu cephe içerisine almak istemektedir. ABD ve müttefikleri ile Kürtler arasındaki çelişkide Kürtleri kendi yanına çeken (elbette kendi hegemonyasında) bir politika izlemektedir. Erdoğan Trump’ın ABD-İngiltere-İsrail-Körfez ittifakı cephesine, Türkiye-İran-Çin-KDP-YNK ve mümkünse PKK ile de hareket ederek bir karşı-cephe oluşturmak istemektedir. Rusya ABD için özel konumundan dolayı bu sorunlara karışmayabilir. Onun için Erdoğan Rusya yerine gizlice Çin ile stratejik ilişkiler geliştirmek istemiştir.
PKK’nin Kandil Önderliği Rojava’da, İmralı’da Abdullah Öcalan üzerinden geliştirilen Çözüm Süreci aracılığıyla Türkiye’nin çıkarlarını gözeten yeni bir siyasi düzenleme yapmaz ise ve savaş seçeneğini seçer ise tamamen iki cephe arasına sıkışarak ezilecektir. Rojava’da savaş seçeneği KCK için doğru bir seçenek olamaz. Erdoğan Rojava savaşına çok güçlü siyasi ve askeri hazırlık yapmıştır. Uluslararası alanda Çin ve İran ile tam ittifak halinde hareket etmektedir ve Rusya tarafsız konumdadır. KDP tamamen kendi yanındadır ve YNK’nin de İran ve KDP aracılığıyla kendi politikasına yamanması büyük bir olasılıktır. İç politikada ise CHP’yi kendisine bağlamıştır ve askeri olarak da büyük bir güç elde etmiş durumdadır.
KCK’nin Rojava’da savaşı seçmesi durumunda, Çözüm Süreci ile öngörülen PKK’nin Kandil kadrolarının Güney Kürdistan’a yerleşmesi ise bir tuzak durumuna dönüşecek ve KDP ile YNK PKK’nin lider kadrolarını öldürtmek için Türkiye’ye yardım edeceklerdir. ABD’nin KDP ile YNK bölgelerini tasfiye politikası, KDP ile YNK’ye Türkiye ve İran ile ortak çalışmaktan başka bir seçenek bırakmamaktadır. Rojava’da savaş seçeneği KCK için çıkmaz bir politik yoldur !
Bu tür bir çözüm aslında ne KCK için ne de AKP için gerçek bir çözümdür.
Peki o zaman KCK için çıkış yolu ne olmalıdır ?
f-KCK için bir Karşı-Plan Taslağı
Rojava’da doğru bir politikanın ne olduğunu belirleyebilmek için, öncelikle bütün seçeneklerin belirlenmesi ve içerisinden en uygun olanının seçilmesi en iyi yöntem gibi durmaktadır. Rojava’daki politikanın karakteri, KCK’nin Türkiye ile ilişkilerinin karakterini de belirlemektedir ve bu durum yine bütün diğer güçler için de doğrudur.
PKK Rojava’da üç temel seçeneğe ya da strateji olanağına sahiptir ve bu seçeneklerin de çok farklı tarihsel sonuçları bulunmaktadır. PKK’nin Rojava’daki üç temel seçeneği kabaca şöyledir : 1-ABD kampı ile birlikte hareket etmek ; 2-Türkiye ve müttefikleriyle (Çin,İran,KDP vs.) hareket etmek ; 3- Her iki kampa dahil olmadan ve her iki kampla da taktik bir ilişkiye devam ederek, Suriye’deki diğer topluluklar ile (Dürzi, Alevi ve laik Sünniler vs. Haseki Konferansı’ndaki güçlerle) birlikte genel bir ayaklanma gerçekleştirerek ve HTŞ yönetimini yıkarak Suriye genelinde iktidarı ele almaktır.
Bize göre, bu seçeneklerin birincisi ve üçüncüsü yanlıştırlar. Zaten ABD ile taktik bir anlaşma içerisinde olarak, Türkiye ile savaşmanın yanlış olduğunu bu yazı boyunca defalarca belirttik. PKK Obama döneminde elini kaptırdığı ABD’den (Ekim 2014 Kobane saldırısı döneminde), on yıl boyunca elini geri alamadığı gibi, Trump dönemi ile birlikte neredeyse tasfiyenin eşiğine gelmiştir. ABD artık (eskiden de öyleydi), PKK için bir müttefik olamaz. PKK ona dayanarak savaşmaktan ziyade, ondan kendisini nasıl kurtaracağı üzerine düşünmesi gerekmektedir. Bugün PKK’nin ABD ile ilişkisi, Henri Kissinger’in bir dönemler ifade ettiği şeye dönüşmüş durumdadır : ABD’nin düşmanı olmak tehlikelidir ama onun müttefiki olmak öldürücüdür ! PKK için artık bu öldürücü ilişkiye bir nokta koymanın zamanı gelmiştir. Önümüzdeki süreçte PKK siyasetinin odağında, ABD’den nasıl kurtulunacağı yer almalıdır. PKK ABD’ye dayanarak Türkiye ile savaştığı taktirde, İKİ CEPHE ARASINA SIKIŞACAKTIR ! Birinci cephe açık yani Türkiye ve müttefiklerinin cephesidir. İkinci cephe ise gizli ve örtülü bir cephedir. Bu cephe ABD’nin koordinasyonunda HTŞ ile IŞİD’in koordine edildiği ve SDG’nin hem yandan ve geriden hem de Rojava’nın içinden kuşatılacağı bir cephe olacaktır. Bundan dolayı birinci seçenek PKK için devre dışı kalması gereken seçenektir.
Üçüncü seçenek yani Suriye’deki diğer topluluklar ile birlikte HTŞ’yi yıkmak ise dışarıdan bakıldığında “çok devrimci” görünen ama tamamen solculuk olan ve de siyasi sonuçları bakımından birinci seçenek ile aynı olan bir siyasettir. Her iki kampın aleyhine olan bu tür bir GENEL AYAKLANMA , her iki kampın taktik yakınlaşmasına neden olarak, ortaklaşa olarak bu ayaklanmanın ezilmesiyle sonuçlanacaktır. Zaten halihazırda ABD Rojava’da böyle bir ORTAK KUŞATMA VE EZME hareketini koordine etmektedir. Böyle bir ayaklanma durumunda ise bu politika daha da hız kazanacaktır ve kısa bir zaman sonra çıkmaz ile sonuçlanacaktır. ÇÜNKÜ STRATEJİ BİLİMİNİN ÇOK ÖNEMLİ İLKELERİNİ ÇİĞNEMEKTEDİR. Suriye genelinde bir ayaklanma ile iktidarın alınması politikası, ikinci bir “Hendek Siyaseti” ve felaketi olacaktır. Bu siyaset 1 Kasım 2015’te devreye sokulan kötü Hendek siyasetinin Rojava versiyonu olacak ve çok kanlı bitecektir.
Bu iki seçeneğe sürüklenen bir siyasi hareketin hem bölgesel hem de küresel güç ilişkilerini yanlış analiz ettiği ve karşısındaki güçlerin gerçek karakterlerini anlamadığı anlamına gelir. Bütün bunların altında da her iki tarafın (buna KDP de dahil) KCK’ye çekmiş oldukları aldatma operasyonları neden olmaktadır. Bu aldatma siyasetleri ve farklı politikaların iç içe geçerek oluşturmuş olduğu karmaşık yapı, özellikle de PKK’nin Kandil Önderliği’nin kafasının karışmasına neden olmaktadır. Bunun temel nedenlerinden bir tanesi Kandil’in ideolojik yetersizliğidir.
PKK için en mantıklı yolun üçüncü seçenek yani Türkiye’nin dahil olduğu kamp ile birlikte hareket etmenin ve bu temelde bir yol ve yöntemin bulunması olduğu görülmektedir. KALDI Kİ HALİ HAZIRDA PKK’NİN TÜRKİYE İLE BAŞLATTIĞI BİR “ÇÖZÜM SÜRECİ” BULUNMAKTADIR ve diğer olumsuz iki seçenek (bir ve üç) gündeme geldiği zaman Öcalan ile Erdoğan arasındaki bu Çözüm Süreci baltalanmış olacaktır. PKK ROJAVA’DA VE BÖLGEDE TAMAMEN ÇEMBERE ALINMIŞ DURUMDADIR VE BU ÇEMBERDEN ANCAK KUZEY’DEKİ BU ANLAŞMA ARACILIĞIYLA ÇIKABİLİR. KUZEY’DEKİ BU ANLAŞMA PKK İÇİN STRATEJİK BİR ÖNEMDEDİR VE BUNU TEHLİKEYE ATMAK “KÜRT ULUSUNA VE BÖLGE HALKLARINA İHANET ETMEK”LE EŞ ANLAMLIDIR !
Nasıl bir politika izlenmesine geçmeden önce, geçmişte yaptığımız bazı yanlış analizlere değinelim ve bunların niçin şimdi yanlış olduklarını belirtelim.
Biz faşist Trump yönetiminin, Demokrat Parti dönemindeki Kürt politikasını bazı değişiklikler ile birlikte uygulayacağını düşünüyorduk. Obama 2014 yılının Ekim ayında Rojava’ya kuşatma ve bastırma hareketi düzenlediği zaman, amacı Rojava’yı IŞİD ve diğer cihatçılar aracılığıyla alıp, KDP’ye vermekti. Rojava’da böyle bir düzenleme Türkiye’nin PKK tehditini yok edeceği ve Rojava’yı da Güney Kürdistan gibi bir politik düzleme getireceği için, Türkiye için de kabul edilebilir bir durumdu. Bu tür bir düzenleme ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri de zedelemeyecekti. Bir tür ABD, Türkiye ve KDP ortak politikası gibiydi.
Bizim tahminlerimize göre (bunların doğru olduğunu düşünüyorum), 2014’te Rojava’nın elde kalması bazı siyasi tavizlerin sonucunda olmuştur. Bu tavizler, Rojava’nın KDP ile paylaşılması ve ABD’nin İran politikası ile göreli uyumdur. Bu dönemde AKP ile ABD arasındaki uyumsuzluk, Kandil’in ABD'ye vermiş olduğu tavizleri ilginç hale getirmiş ama aynı zamanda da PKK’nin bir dereceye kadar ABD’ye bağımlı hale gelmesine neden olmuştur. O gün bugündür Kandil, ABD ile olan bu politik çerçeveyi değiştirmek için taktikler üretmektedir. Geçerken belirtelim ki, ABD ile bu tür bir ilişkinin kurulması doğruydu ve başka bir çare de yoktu. Ama Kandil bu politikayı zamanla yanlış kullanmıştır.
İşte biz ABD ile var olan bu politik çerçevenin Trump döneminde de devam edeceğini düşündük ve bu temelde Çözüm Süreci boyunca şöyle bir formülasyon geliştirdik : Türkiye’de AKP ile MHP arasındaki iktidar mücadelesi boyunca Kuzey’de ateşkes ya da Çözüm Süreci politikasının azami devam ettirilmesi, Rojava’nın ABD ve müttefikleriyle taktik ittifak halinde korunması ve bu temelde KDP ve YNK ile Rojava’nın birlikte yönetimi için bir politik düzenlemenin gerçekleştirilmesi ve İran’ın da darbelenmesi. İran’ın darbelenme süreci aynı zamanda Türkiye karşısında da mevzilenme süreci olacaktı.
Ama bugün ortaya çıkan bazı politik gerçekler, bu stratejinin yanlış olduğunu bize göstermektedir. Çünkü faşist Trump yönetimi, kendisinden önceki ABD dış politikasını ve yine aynı şekilde Kürt politikasını radikal bir şekilde değiştirmiştir. Trump Demokrat Parti’nin bölgede Kürt haklarını asgari düzeyde de olsa koruma politikasını tamamen çöpe atarak, güçlü devletleri kendi yanına çeken ve bu temelde onların sorunlarını da bu temelde “çözen” bir politika geliştirmiştir. Bölgede gerici devletlerin temel sorunlarına “çözüm” için destek vererek, onları stratejik olarak kendisine bağlama politikası uygulamaktadır. Bu politikada hiçbir moral değer söz konusu değildir ve sadece belirli bir stratejik amaç (Çin ve İran’ın kuşatılıp ve yıkılması) için güçlerin yerleştirilmesi ve buna engel olanların da ezilmesi öngörülmektedir. Kürt ve Filistin ulusları, Dürziler, Aleviler ve Şiiler bu stratejik amaç üzerinde “küçük engeller” olarak görülmektedirler. Bundan dolayı ABD ile artık bir ittifaklık ilişkisi mümkün değildir ve DENGELİ BİR ŞEKİLDE yani ABD’yi tam karşıya almadan ve yumuşak bir şekilde PKK’nin diğer kampa geçmesi ve bu kamp içerisinde ESNEK BİR SİYASET ile yeni bir ilişki tarzı geliştirmesi gerekmektedir.
PKK’nin 2014-2025 arası Rojava’daki siyaseti bitmiştir ve bu siyaset tarzında ısrar ya da inat ermek ise bir felaket ile sonuçlanacaktır.
PKK’nin Kandil Önderliği’nin (ama bir noktaya kadar Abdullah Öcalan’ı da buna eklemek lazım) temel problemi güç ilişkilerinin düzeyine göre GEREKLİ POLİTİK ESNEKLİĞE sahip olamamaktır. Halbuki içerisinde geçtiğimiz süreçte en önemli özellik politik esnekliktir ve PKK’yi bu esneklik kurataracaktır. Bazı ideolojik ilkelerin (ki bunların çoğu yanlıştır) varlığı bu esnekliğin önünde engeller oluşturmaktadır. Ama insanın düşmanından da çok şey öğrenmesi gerekir.AKP ve MHP’nin uygulamış olduğu esnek politikalar PKK için de ders olmalıdır. Örneğin MHP, süreçten tecrit olamamak için PKK ile masaya oturmayı dahi kabul etmiştir ve şimdilik onu kurtaran bu esnekliğidir. PKK de aynı şekilde oldukça esnemeli ama bunları belirli bir hesap ve kitap içerisinde yapabilmelidir. Bütün mesele bu esnemenin oranları, zamanı ve yerleri meselesidir, ki ancak stratejik bir berraklık tarafından bu ölçüler doğru tutturulabilir.
Bizim önereceğimiz politika ilk bakışta büyük bir tepki çekecektir (özellikle de “Leninist” çevrelerde) ama bu “dünyada bi haber olan” bu sözde devrimci çevreleri zerre kadar dikkate almamak gerekir. Çünkü bu sözüm ona devrimci çevreler meselenin tam olarak ne olduğunun farkında değillerdir. KÜRT ULUSU SOYKIRIM EŞİĞİNDEDİR VE BU SOYKIRIMIN DURDURULMASI ACİL BİR GÖREV HALİNE GELMİŞ DURUMDADIR. ÇÜNKÜ HEM ROJAVA’NIN HEM DE GÜNEY KÜRDİSTAN’IN ETRAFI YAMYAMLAR VE VAMPİRLER TARAFINDAN ÇEVRİLMİŞTİR.
Bu korkunç durumdan çıkış, sadece ve sadece STRATEJİ BİLİMİNİN İLKELERİNE sadık kalma ve onları doğru uygulamakla olanaklıdır.
Öncelikle Rojava ve bölge bağlamında bazı yanlış düşünceleri bertaraf etmek gerekmektedir. Bunların başında AKP’nin HTŞ ile ittifaklık yaptığı ve Suriye’de onunla birlikte hareket ettiği ve de HTŞ’nin iktidara gelişinde AKP’nin büyük bir rol oynadığı yalanıdır. Bu yalan bizzat Trump tarafından bir aldatma söylemi olarak kullanılmaktadır. Birçok kesimi şaşırtacağım ama PKK AKP’YE HTŞ’DEN DAHA YAKINDIR ! Türkiye’de HTŞ’nin ortağı MHP’dir ! Çünkü MHP ABD ve HTŞ ile aynı PLANLAMA içerisindedir. HTŞ ABD ve İngilizlerin yardımı ile Esad rejimini devirdiği zaman, AKP bu sürecin arkasından sürüklenmiştir ama Trump kendisinin bizzat planladığı bu politikayı “Erdoğan’ın adamları Suriye’de iktidarı ele geçirdi” diye lanse etmiştir.
Peki neden ?
Trump bu sözleri Erdoğan için değil, PKK’nin Kandil Önderliği’nin kafasını karıştırmak için söylemiştir. Nedeni ise, AKP ile HTŞ’nin birlikte hareket ettiği görüntüsü oluşturarak ve bu ikisinin birlikte Rojava’ya saldıracağını, bundan dolayı da SDG’nin ABD’ye doğru yanaşmasını sağlamak içindir. SDG’nin ABD’ye doğru daha fazla kayması ise Türkiye ile Rojava savaşını garanti altına almak içindir. Trump’ın korktuğu şey, PKK’nin Kandil Önderliği’nin, Erdoğan ile Öcalan arasındaki anlaşmaya göre pozisyon alması ve bir Türkiye-Rojava (SDG) savaşının çıkmaza girmesidir. Bu Trump’ın stratejisine ve Ortadoğu politikasına indirilmiş büyük bir darbe olacaktır. Bundan dolayı ABD sürekli olarak Rojava’yı oyalayan ve HTŞ’ye bu oyalamada zaman kazandıran bir politika izlemektedir.
Suriye’de ABD önderliğinde tam bir komedi oynanmakta ve bu komedi ise PKK’nin Kandil Önderliği’nin aldatılmasını hedeflemektedir. Tuvalete giderken bile ABD, İngiltere ve İsrail’e danışan Colani’yi güçlü gösteren ABD, Kürtlerden HTŞ rejimine teslim olmasını istemektedir. Peki soruyu şöyle soralım : “ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in ve Körfez’in viagrası aracılığıyla iktidar olan Colani”ye özellikle de ABD,İngiltere İsrail niçin Kürt özerkliğini kabul etmesi için dayatmada bulunmuyorlar ? Bu güçler bunu HTŞ’ye dayatsalar HTŞ yok diyebilir mi ? Sen koskoca Avrasya’da stratejik ve siyasi düzenleme yapacaksın, Avrupa’yı dize getireceksin, İran’rejimini ölümün eşiğine getireceksin, Lübnan Hizbullah’ının altından girip üstünden çıkacaksın, Suriye’de üç-beş zibidiye teslim olacaksın ?! Bunun altında bir gizli planın olduğu açık değil midir ?
Erdoğan’ın Trump’ın Suriye ve Irak politikasına karşı yapmış olduğu dolaylı ve dolaysız siyasi hamleler bulunmaktadır. İmralı’da Öcalan ile masaya oturma ve onunla taktik bir anlaşma arayarak, PKK’nin Kandil Önderliği’ni de bu taktik anlaşmaya çekmek,bu bütünsel anti-Trump politikanın bir parçasıdır. Erdoğan gizliden gizliye bir anti-Trump politikası örmektedir. Çünkü Trump onu Rojava’da oyuna getirip ve sonra da yıkmak istemektedir. Bunu bilen Erdoğan, Trump’ı tek Ortadoğu’da değil ama Asya’da da boşa düşürmek isteyen bir politika izlemektedir.
Trump’ın hem AKP’yi hem de PKK ile birlikte bütün Kürtleri hedef alan politikası, kaçınılmaz olarak BELİRLİ BİR DÖNEM PKK İLE AKP’Yİ BİRBİRLERİNE DOĞRU İTMEKTEDİR. Trump Erdoğan’ın Öcalan hamlesini, Kandil’i kendi yanında tutarak etkisiz hale getirmek ve Kandil’i AKP’ye karşı kullanmak ve sonra da her ikisini tasfiye eden bir politikaya bağlamak istemektedir. Rojava’da Türkiye (AKP) ile SDG arasındaki bir savaş, Öcalan ile Kandil arasında da köklü bir kopuşa neden olacaktır ve PKK BÜYÜK BİR SİYASİ KARMAŞA İÇERİSİNE SÜRÜKLENECEKTİR. BU DURUM İSE KANDİL’İN “BÜROKRATİK ZORA” BAŞVURMASINA NEDEN OLARAK, ONUN DİKTATÖR ALGISINI GÜÇLENDİRECEKTİR!
Trump’ın Rojava politikası tek bir politikadan yani savaştan oluşmaktadır. Ama Erdoğan’ın Rojava politikası tek savaştan oluşmamaktadır ama diplomasi yoluyla Rojava’ya etki etmeden de oluşmaktadır. Erdoğan bütün Irak ve Suriye sınırı boyunca bir GÜVENLİK KORİDORU oluşturmak istemektedir ve bu koridoru öncelikle HTŞ ile IŞİD’e karşı ve sonra da PKK’ye karşı oluşturmak istemektedir. Başka bir ifade ile tehlikeyi Türkiye sınırıdan uzak tutmak istemektedir. Erdoğan Rojava’da PKK iktidarı ezildiği zaman ve kendisi oraya müttefikleriyle (ÖSO ve KDP) yerleşemediği zaman, Rojava HTŞ ile IŞİD’in eline geçtiği zaman, AKP ile HTŞ düşman hale geleceklerdir. Çünkü HTŞ, Rojava’dan sonra ÖSO’yu tasfiye edecektir ve Erdoğan bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Çünkü HTŞ’nin iplerini Körfez elinde tutmakta ve Körfez’de Müslüman Kardeşler’den nefret etmektedir. Bugün bunu dillendirmeyenler yarın Rojava’nın ezilmesinden sonra düşman olacaklardır. Bundan dolayıdır ki, Rojava’nın ezilmesi sırasında her iki taraf da, ikinci adım için en iyi stratejik pozisyonda olmak için gizli bir mücadele içerisindedirler. Burada PKK’nin Kandil Önderliği’nin tutumu ve tercihi temel önemdedir.
ABD son dönemlerde Rojava’ya birçok silah sevkiyatı yaparak, SDG’nin ve Kandil’in gözlerini boyamaya çalışmaktadır. ABD’nin gücünün Rojava’nın arkasında olduğu yanılsaması yaratarak, Kandil’in savaş seçeneğine daha yatkın hale gelmesini istemektedir. KANDİL BU TÜR ALDATMALARA GELMEMELİDİR. SAVAŞ ROJAVA VE KANDİL İÇİN ÇIKMAZ BİR SİYASETTİR.
Bugün PKK ve Kürtler için temel siyasi çıkış yolu diplomasi içinde yatmaktadır. Ama diplomasinin doğru uygulanması ise doğru bir stratejik perspektif gerektirmektedir. Doğru stratejik perspektif ise strateji biliminin ilkelerini mevcut politikaya doğru aktarmakla olanaklıdır. Kandil’in böyle bir perspektife sahip olduğunu ileri sürmek mümkün değildir.
Strateji ile ilgili olarak şu noktalara dikkat etmek gerektiğine inanıyoruz:
1-Doğru bir stratejik öncelik;
2-Bu stratejik önceliği güçlü bir emperyalist ve bölgesel kampın çıkarlarının altına saklamak;
3-Hiçbir koşul altında AÇIKTAN bu kamplardan ayrı bir stratejik pozisyon belirlememek;
4-Kürt ulusal birliğini sözde değil ama özde gerçekleştirmek ve özellikle de KDP ve YNK ile Rojava’da güçlü bir birlikteliğin oluşumunu sağlamak;
5-PKK’nin politik esnekliğinin sınırlarını muazzam derecede uzatmak ve her koşula adapte olabilen bir yapıya sokabilmek;
6-Direk stratejiyi değil ama dolaylı stratejiyi temel almak;
7-Hiçbir güç ile tek başına asla cepheden savaşmamak;
8-İttifak yapılan güçleri uzun dönemde kuşatmaya ve dengesini bozmaya çalışmak;
9-Bölgesel ve küresel ittifak sistemlerinin sürekli olarak bir parçası olamaya çalışmak ve farklı güçler ile çıkarların geçici kesişme durumlarını iyi görmek ve bunları kaçırmamaya çalışmak. Bu geçici çıkar kesişme anlarını kaçıran bir hareket, kaçırdığı bu anın kendisine karşı dönmesine engel olamaz.
10-Bizim bir düşman ile karşı karşıya gelmeden önce, onun başka düşmanlarla karşı karşıya gelmesine çalışmak ve bu temelde manevra yapmak. Dışımızdaki güçleri birbirine kırdırtarak zayıflatmak zorunludur ve bu genellikle tavizlerin doğru kullanımına bağlıdır.
11-Hiçbir zaman aynı anda birçok stratejiye sahip olmamak yani “birçok seçeneği açık” bırakmamak. Bu durumun temel nedeni kafa karışıklığı olup, güçlerin dağınık kalması ve darbelenmesiyle sonuçlanacaktır, ki Kandil 2013-2015 arası bu hatayı yapmıştır.
12-Savaşta alan kontrolü ikincildir ve birincil olan kendi güçlerimizin korunması ve düşman güçlerinin zayıflatılmasıdır. Düşman güçleri zayıflatılmadan alan kontrolü tehlikelidir. Bundan dolayı elimizdeki alanların kontrolünü, düşmanın güçlerini darbelemeye, zayıflatmaya ve onların hiçbir zaman bir araya gelemeyecek şekilde bölünmesine neden olacak şekilde kullanmak gerekir.
Stratejinin bu yukarıdaki ilkelerine uygun olarak, PKK için bir karşı-plan taslağı şöyle olabilir:
1-Rojava’da PKK için doğru ittifak politikası, ABD ve müttefikleriyle değil (bunun Trump ile birlikte çıkmaz olduğunu gördük) ama Türkiye ve müttefikleriyle birlikte hareket etmektir. ABD, İngiltere, İsrail, Körfez monarşileri, HTŞ ve İŞİD’e karşı, Türkiye, İran, Çin, KDP, YNK ve Irak Şiileri ile birlikte hareket etmeye çalışmak. Stratejik önceliğin HTŞ ve IŞİD’e karşı ve de bunların arkasında bulunan ABD, İngiltere ve Körfez’e darbe vurulmaya göre şekillenmesi zorunludur. Ama elbette burada ABD, İngiltere ve Körfez cepheden karşıya alınmadan ve yumuşak bir şekilde bu yapılmalıdır.
2-Bu kamp ile (yani Türkiye’nin olduğu) olan ittifak yapısını “bütünlüklü bir bölgesel strateji” içerisine yerleştirmek.
3-Bu bölgesel stratejiye uygun olarak İran’ın, Türkiye’nin, Irak’ın ve Suriye’nin bütünlüğünü sağlamak.
4-Irak’ın ve bu temelde Güney Kürdistan’ın, ABD ve Körfez ittifakı ve de bunların vekil uzantıları olan El Kaide ve IŞİD aracılığıyla yok edilme tehlikesine karşı birlikte mücadele edilmesini sağlamak.
5-Rojava’da ortak bir PYD-KDP-YNK iktidarı kurmak (bunu tam on yıldır söylüyoruz!).
6-Erdoğan ile Öcalan arasındaki anlaşmaya dayanarak, AKP iktidarı ile Suriye için kapsamlı bir politika üzerinde anlaşmak. Bu politika şu noktaları kapsamalıdır:
a-Türkiye’nin güvenliği ile Güney Kürdistan’ın ama özellikle de KDP bölgesinin, Rojava’nın, Suriye’deki ÖSO bölgesinin ve Suriye’nin sahil bölgesi olan ve Alevilerin çoğunlukla yaşadığı bölgelerin güvenliği bir ve ortaktır. Suriye’nin Sahil bölgelerinden Güney Kürdistan’a uzanan hat boyunca, bu bölgelerde yaşayan halkların birlikte TÜRKİYE’NİN KORUMASI yani PROTEKTORASI altında bir GÜVENLİK KORDONUNUN oluşturulması ve Türkiye ile bu bölgelerin güvenliğinin garanti altına alınması zorunludur. Bu güvenlik kordonu içindeki Alevilerin korunması için Kürt güçleri, Aleviler ile ÖSO’cular arasına tampon bir güç olarak girmelidirler.
b-Bu anlaşma bir gizli madde ile bu ittifak yapısının uygun bir ortamda bütün Suriye’de iktidarı ele geçirmesi siyasi amacına bağlanmalıdır. Başka bir ifade ile HTŞ iktidarı ortak bir şekilde yıkılmalı ve yerine ÖSO ve SUM ile birlikte bütün toplulukların (Kürtler, Dürziler ve Alevilerin) katıldığı Federatif bir Suriye kurulmalıdır. Türkiye Suriye’de federatif bir sisteme karşı değildir. Sadece başka güçlerin egemenliği altında olan bir federatif Suriye’ye karşıdır. Kendi hegemonyasında bir Suriye’ye evet diyecektir. Türkiye’nin liderliği etrafında bir Federatif Suriye için anlaşmak gerekir. Bu Federatif Suriye için Türk ordusunun generallerinin komutanlığı altında ortak bir müdahale gücü oluşturulabilir ve Kürt komutanlar da bu müdahale gücünde Türk generallerinin yardımcıları olarak görev yapabilirler. Bunlar Türkiye’ye güven vermek açısından olumlu adımlar olur.
c-Bu Federatif Suriye’de Rojava bölgesinin başkanlığına ise İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan getirilmelidir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin güvenlik problemini de ortadan kaldıracaktır.
d-Eğer Türkiye Rojava’da ÖSO’nun da iktidar yapısı içerisinde olmasında ısrar ederse, bu da kabul edilebilir. Ama pazarlık onun oraya gelmesine ilk başta engel olmaya dönük olmalıdır çünkü zaten federatif Suriye’de ÖSO iktidar olacaktır ama eğer Erdoğan çok bastırırsa bunun için, bu da kabul edilebilir. PKK bu noktada birkaç taktik uygulayabilir. Gerekirse SDG’nin ismi değiştirilerek KDP ve YNK peşmergeleriyle birlikte Rojava’da bir ortak Peşmerge ordusu kurabilir Türkiye’ye güvence vermek için.
7-Böyle bir iki düzeyli politika üzerinde anlaşmak yani önce bir güvenlik kordonu ve sonra da bu güvenlik kordonunu bir Federatif Suriye’ye genişletme ile tamamlama politikası, bir yandan AKP iktidarını koruma ve onun vekillerinin (ÖSO) Suriye’de iktidar olmasını sağlarken, öte yandan da Erdoğan ile AKP’yi, Batı’lı güçler ile kafa kafaya getirecektir. Bu politika Batı’ya bir tür savaş ilanı olacaktır ve AKP ile Batı arşındaki ilişkiler tamamen düşmanca bir mecraya sürüklenecektir.
8-Bu Suriye politikasının başarısı (Trump ile Körfez monarşilerinin tamamen tersidir) AKP ile Batı ve Körfez’i düşmanlığa sürükleyeceği için, AKP bu düşmanlık boyunca PKK’ye muhtaç hale gelecektir.
9-Federatif Suriye içerisinde Kürtler, Dürziler ve Aleviler ortak bir politika belirleyerek, İsrail’e güvenlik noktasında güçlü güvenceler vererek, PKK Federatif Suriye aracılığıyla ve İsrail üzerinden Batı ile taktik bir yakınlaşma elde etmeye çalışarak, Türkiye’nin Suriye ve PKK üzerindeki baskısını hafifletmeye çalışacaktır.
10-Federatif Suriye içerisinde Kürt Özerk bölgesinde (ve yine diğer özerk bölgeler içinde geçerlidir) asayiş kuvvetleri hariç, bütün askeri güçler tek bir merkezi ordu içerisinde eriyebilir. Çünkü Federatif Suriye’deki MERKEZİ ORDU’NUN BİLEŞENLERİNİN BÜYÜK KISMI Kürtlerden, Dürzilerden ve Alevilerden oluşacaktır. Müslüman Kardeşler (ÖSO) kökenli askerler ya tamamen dengelenmiş olacaktır ya da azınlığa düşmüş olacaklardır.
11-Federatif Suriye’de önemli mevkiler Irak’ta olduğu gibi farklı milliyetler ve dini azınlıklar tarafından anayasal olarak bölüşülebilir ve hatta bölüşülmelidir.
12-Suriye’nin demokratik yapısı içerisindeki ÖSO sorunu (ki bunlar demokrasi için tehdittir) ancak ve ancak Türkiye’de AKP sorunu çözüldüğü zaman çözülebilir.
13- AKP’yi Ortadoğu’da arkadan böyle bir politika için iten PKK, diğer yandan Türkiye’de gizlice farklı metod ve araçlarla AKP’yi sürekli zayıflatmanın ve hatta iktidarda indirmenin yollarını aramaya çalışmalıdır. Türkiye’de AKP’yi iktidardan indiren ve bir demokratik cumhuriyetin güçlü parçası olan PKK, Suriye’de de federatif Suriye sınırlarına çekilmeyen ÖSO’yu da tasfiye etme olanağına sahip olacaktır.
Yukarıda genel hatlarını çizdiğimiz ama elbette üzerinde daha da çalışılması gereken bu taslak, Rojava’da PKK için en mantıklı yol gibi görünmektedir. Savaş Rojava için bir yıkım olacağı gibi zaten yorulmuş olan halkın tamamen güçten düşmesine ve çökmesine neden olacaktır, ki ABD-Körfez-HTŞ-IŞİD katliamları için bir temel teşkil edecektir.
Rojava’da Türkiye’ye karşı savaş seçeneğinin kabul edilmesi durumunda, SDG’nin hiçbir kazanma şansı yoktur. Çünkü ittifak politikalarının yapısı SDG’ye hiçbir kazanma şansı bırakmamaktadır. Rojava’nın mutlak suretle düşmemesi gerekmektedir. ABD ile müttefiklerinin (HTŞ,IŞİD, Körfez, İngiltere vs.) Rojava’da durdurulması zorunludur. Batı ile işbirlikçilerinin Rojava’da bu durdurulması AKP ve KDP-YNK için de zorunludur. Bundan dolayı Rojava’da kalın bir savunma duvarını bölgedeki bütün güçler (Türkiye, İran, PKK, KDP, YNK ve Irak Şiileri) birlikte örmek zorundadırlar. Hatta bu güçlerin birlikteliği dahi yetersiz kalabilir. Eğer PKK Rojava’da ABD’nin oyununa gelir ve Türkiye ile savaşırsa, bütün bu güçler arasındaki birlik tamamen koparak, her gücün ayrı ayrı yem olmasıyla sonuçlanacaktır. Bölgede güçlerin bu ayrışması durumunda KÜRT SOYKIRIMI kaçınılmazdır. PKK’nin AKP ile bu tür bir anlaşması, AKP ile KDP’nin yapmış olduğu gizli anlaşmayı da tamamlayacaktır.
Burada bir noktanın aydınlatılmasının gerekli olduğuna inanıyoruz.
Şöyle bir soru sorulabilir : Madem AKP’nin çıkarı HTŞ ile değil ama SDG ile birliktedir, peki niçin AKP HTŞ’ye yanaşarak SDG’yi tehdit etmektedir?
Bu sorunun cevaplanması çok önemlidir.
Daha önce de dediğimiz gibi Rojava’da savaş Erdoğan için ikinci seçenektir. Birinci seçenek diplomasiyi zorlayarak ve “yumuşak güçler” ile sonuç elde etmektir, ki bu çok mantıklıdır. Bu diplomasi yolunun bir parametresi olarak İmralı’da Öcalan ile anlaşma yapılmıştır. Ama bu anlaşma Kandil’i bir politik çerçeveye çekmek için yetersizdir. Çünkü hem Öcalan hem de Kandil Rojava’da bir siyasi değişiklik ya da esneme yapmamaktadırlar. Erdoğan Türkiye’nin güney sınırını tamamen güvenlik altına almak için Rojava’da bir noktaya kadar kontrol sahibi olmak istemektedir. Çünkü buranın Batı tarafından delinip bir “cep” haline gelmesini istememektedir. Kandil’in esnememesi ihtimaline karşı, HTŞ’ye taktik olarak yanaşarak ve öncelikle HTŞ-SDG savaşı çıkartarak, sonradan bu savaşa dahil olmak istemekte ama bunun dışında da Rojava’nın kuşatılmış olduğunu PKK’ye gösterip İmralı üzerindeki anlaşma aracılığıyla daha fazla kendisine taviz vermesini istemektedir. AKP-HTŞ yakınlaşması taktiktir. Yukarıdaki plan AKP’ye teklif edildiği ve uygulandığı zaman, AKP ile HTŞ yakınlaşması yavaş yavaş yok olacak ve zamanla ikisi düşman hale gelecektir. Bu düşmanlık ABD ve müttefikleriyle AKP arasındaki düşmanlığı daha da derinleştirecektir. Böyle bir durumda Trump çılgına dönecek ve Erdoğan’a karşı uluslararası alanda yaptırıma başvuracaktır. Bütün bunlar PKK’ye derin bir nefes aldırtacaktır.
Erdoğan PKK’nin Rojava’da daha fazla taviz vermemesi durumunda hiç kuşkusuz savaşa baş vuracaktır (başka çaresi yoktur ve o buna muhtaçtır) ama bu savaş için de PKK’den daha fazla avantajlı ve ondan daha güçlüdür. Erdoğan iç politikada Özgür Özel’i kendisine bağladığı için ve KDP ile de gizli bir anlaşma yaptığı için, eğer HTŞ-IŞİD ile SDG’yi de önce savaşa sürüklerse (bu yüksek ihtimal), Rojava’da büyük bir baskınlık kuracaktır. Erdoğan Rojava savaşı için bütün önlemlerini almıştır ve stratejik olarak PKK’den daha güçlü konumdadır. Mevcut koşullarda en zayıf stratejik pozisyonda olan PKK’dir ve bundan dolayı kendisini kurtarması için tavizlerin doğru kullanımı temelinde manevra yapması gerekmektedir.
Yukarıda önerdiğimiz planın özü, Türkiye’yi büyüterek ve genişleterek zayıflatmadır. Yayılan güç zayıflar ama iki defa zayıflar. İlkin fazla alanı kontrol etmek zorunda olduğu için zayıflamak zorunda kalır, ikinci olarak da bu alanların ele geçirilmesi onu başka güçlere ile düşmanlığa sürüklediği için zayıflamasına neden olur. Zaten amacımız da budur yani onu farklı güçler ile karşı karşıya getirerek, üzerimize fazla gelmemesi için zayıflatmaktır. Genişleyen gücün zayıflaması bir doğa yasasıdır ve sadece bu yasanın savaşa nasıl aktarıldığını bilmek ve anlamak gerekir.
Erdoğan ile Öcalan arasındaki anlaşmanın politik karakterini doğru anlamak gerekir aksi taktirde bu anlaşma PKK için bir çıkmaz siyasete ve tuzağa dönüşecektir. PKK ne yaparsa yapsın, AKP demokratikleşme için hiçbir adım atmayacaktır. Çünkü bu anlaşmanın AKP açısından fonksiyonu farklıdır. Bu temelde hiçbir beklenti içinde olmamak gerekir ama bu demokratikleşme baskısını da AKP üzerinde kurmak gerekir. Meclis’te kurulan komisyonlar “gaz alma” ve “oyalama” komisyonlarıdır. AMA BU DEMEK DEĞİLDİR Kİ, ÖCALAN İLE ERDOĞAN ARASINDAKİ ANLAŞMA YANLIŞTIR. HAYIR BU ANLAŞMA DOĞRUDUR AMA BU ANLAŞMANIN FONKSİYONUNU DOĞRU ANLAMAK GEREKMEKTEDİR.
Erdoğan için acil olan şey, Türkiye’de demokratikleşme değildir ve kaldı ki böyle bir demokratikleşme adımı onun için büyük bir tehlike oluşturacaktır. Erdoğan’ın Öcalan ile yapmış olduğu anlaşmada aciliyet Rojava’dır ve Rojava’nın HTŞ-IŞİD ittifakının eline geçmesi, onun iktidarı için yıkım olacaktır. Erdoğan Öcalan ile anlaşmayı Rojava’da sağlam bir mevzi elde etmek için kullanmak istemektedir, ki PKK’nin buna olumlu cevap vermesi zorunludur. PKK’NİN AKP İLE ANLAŞMASI, AKP’DEN ÇOK KENDİSİ İÇİN DAHA AVANTAJLI VE ZORUNLUDUR.
PKK’nin AKP ile birlikte yukarıda uygulayacağı plan, onun Türkiye’nin iç politikasındaki algısını da değiştirecektir. Yıllarca “Türkiye’nin güneyinde terör devleti” söylemini kullanan gerici çevrelerin bütün propagandaları yerle bir olacaktır. Kürt dostluğunun samimiyeti böylece test edilmiş olacak ve AKP Suriye’de Kürtlerin bu desteği karşılığında Türkiye’de demokratik adımlar atma baskısı altına girecek ve bunu yapmadığı zaman da zayıflayacaktır.
Bu konuyu bağlamadan önce içine girdiğimiz konjonktür ya da çağ ile ilgili olarak da birşeyler söylemek gerekir. Eğer çağı doğru tanımlarsak ve tarihin nasıl bir kavşağında bulunduğumuzu doğru idrak edebilirsek (bu bir tür tarihe kuş bakışı gibidir) gelecek ile ilgili tasarımlarımızı da daha doğru bir temele oturtabiliriz.
İçinden geçtiğimiz süreçte PKK’nin kendisini koruması, hem Kürt ulusu için hem bölge halkları için hem de dünya halkları için çok büyük bir önem arzetmektedir. PKK bugün emperyalist ve bölgesel gericiliğin büyük bir tarihsel kuşatması altındadır ama bu kuşatmadan en az zarar ile çıkarsa, tarihin gelmiş geçmiş en büyük alt-üst oluşlarından birisine yol açacaktır. Tarihte bugünkü duruma benzer bir durum yine olmuştur ve sonuçları bugüne kadar ulaşmıştır.
Peki geçmişte yaşanan bu dönem ne zamandı ?
Okurun aklına hemen birinci dünya savaşı ve Ekim devrimi gelecektir. Ama bu yanlıştır.
İçinden geçtiğimiz sürece benzer başka bir süreç, bundan neredeyse bin beş yüz yıl önce İslamiyetin doğuşu ve sonrasında yaşanmıştır. Bugünkü PKK hareketi İslamiyetin doğuşu ile ortaya çıkan büyük jeopolitik alt-üst oluşun aynısına neden olabilir ve dünya jeopolitiğinde eşi görüşmemiş bir kırılmaya neden olabilir. ÇÜNKÜ BUNUN İÇİN BÜTÜN UNSURLAR NEREDEYSE YAN YANA DİZİLMİŞ DURUMDADIRLAR VE SADECE BİR KIVILCIMIN BOZKIRI TUTUŞTURMASI GEREKMEKTEDİR.
Madem ki bu konuya girdik sorunun tamamını görmek için, o zaman kısaca bu noktayı da açarak bu konuyu kapatalım.
İslamiyetin doğuşu öncesinde ve sırasında, bu hareketin kısa bir zaman sonra bütün dünyaya yayılacağı gibi bir politik hava yoktu. Ama hiç kimsenin beklemediği birşey oldu ve İslamiyet bir yüzyılda bütün Ortadoğu’yu, Afrika’nın büyük bölümünü, İspanya’dan Fransa’nın içlerine kadar olan coğrafyayı, Orta Asya ve Kafkaslar’ı, Hindistan’ın batı kesimlerini içine alacak şekilde genişledi.
Peki ne oldu da böyle bir yayılma elde etti ?
Bunun üç temel nedeni vardı :
1-O zamanki devletlerin politik yapıları uzun zamandan beri krallık yani mutlak monarşik yapı üzerinde yükselen siyasi yapılardı. Bu yapılar bir kast sistemi kurmuşlardı ve toplumun altındaki kesimlerin kişisel yeteneklerini bastıran ve açığa çıkmasına engel olan bir siyasi yapıya sahiptiler. Bu kast sistemi aynı zamanda büyük bir siyasi ve toplumsal çürümüşlüğe de neden olmuştu.
2-İslamiyet eşitlikçi bir toplumsal düzen ileri sürerek, bu kast sistemini uzun zamandan beri zorlayan kişilerin enerjilerini serbest bıraktı. İktidar ve zenginlik ilişkilerini, kan bağından kurtardı ve kim tanrıya en iyi şekilde hizmet ederse onun iktidar olacağı bir yapıya soktu. Allah için mücadele eden bireyler aynı zamanda kişisel yeteneklerini de en uç noktaya kadar zorlayarak , bu yeteneklerini serbest bıraktılar ve toplumsal ölçekte dev bir enerjinin oluşmasına neden oldular. Allah için mücadele ederken, siyasi yönetici, askeri yönetici, zengin tüccar, köle ise özgür bir insan ve hatta Halife olarak devlet başkanı dahi olabilme olanağı ortaya çıkmıştı.
İslam devrimi başka şeyler yine yaptı : Önemli siyasi, ekonomik ve hukuki reformlar yaptı. Halkın durumunu iyileştirmek için önemli reformlara imza attı. Yoksul halka sadaka ve zekat yoluyla yardım ederek bir sosyal devlet politikası geliştirdi. İnsanları köle yapan ve genellikle zengin tüccarların bir tuzağı olan faizi yasakladı. Haksız kazançların önüne geçti. Bütün bunlar üretici güçlerde belirli bir atılıma ve toplumun refah düzeyinde bir gelişmeye neden oldu, ki daha sonraları Arapların bilim ve sanatta önemli atılımlar yapmasına neden oldu.
3-İslamiyetin gelişmesini kolaylaştıran diğer unsur ise, o zamanki dünyadaki jeopolitik yapıydı. Bizans imparatorluğu ile Pers imparatorluğunun yirmibeş yıl süren ve 602’de anlaşma ile sonuçlanan çok yıkıcı bir savaşı söz konusuydu. Bu savaşın varlığı, Bizans’ın Arap yarım adasına inmesini geciktirmişti. Ama bazı araştırmacılar, Bizans ile Persler arasındaki savaş sırasında, Bizans’ın Arap yarım adasına ideolojik olarak etki etmek istediğini ve Persler ile savaş bittiği zaman da bu ideolojik olarak “yumuşatılmış” ve Bizans istilası için uygun hale getirilmiş Arap toplumunu ele geçirmek istediklerini belirtmişlerdir.Bu aydınların tezlerine göre, Bizans bunun için ilkönce Araplar içerisinde bir tek tanrılı din oluşturmak istemiş ve Arapları önce bu tek tanrılı dine çekerek, sonra da Hristiyan yapmak istemiştir. Bu proje için de Hz. Muhammed uygun bulunmuştur. Hz. Muhammed ise Arapları tek bir millet olarak birleştirmek istediğinden bu projeyi kabul etmiştir. Böylece Bizans’ın Arap yarım adasını ele geçirme hedefi ile bir kısım Arap aydınının Arapları birleştirme politikası kesişmiştir. Başka bir ifade ile Araplar kendi politikasını güçlü bir emperyalist devletin çıkarları altında geliştirmiş ve zaman kazanmış, sonra da ortaya çıkan olumlu politik oratamdan da yararlanarak, kendilerine ayrı bir politik yön çizerek imparatorluğa yönelmişlerdir. İslamiyet ile ilgili bu politik yorum daha nesnel ve mantığa uygun görünmektedir.
Bugün de İslamiyetin doğuşu dönemine benzer bir durum yaşanmaktadır. Dünya genelinde faşist ve gerici hareketlerin neredeyse bütün dünyada iktidara gelmeleri söz konusudur. ABD ile Avrupa’da bu süreç tamamlandığı zaman (ki çok ileri gitmiş durumda), halklar İslamiyetin doğuşu sırasında olduğu gibi, varolandan daha eşitlikçi bir siyasi projeye yöneleceklerdir. PKK’nin Demokratik Modernite ideolojisinin odağına koyduğu Demokratik Cumhuriyet işte bu noktada bütün halkların ortak özlemi ve hedefi olacaktır. Çünkü Demokratik Cumhuriyet programı, bütün farklı bireyleri ve toplumları tek bir toplumsal merkezde toplayan güçlü bir tarihsel kaldıraç gibi ortaya çıkmaktadır.
PKK bugünkü kuşatmadan çıkmayı başarırsa ve Kürdistan’ı önce bölge ülkeleri ile doğru bir şekilde politik olarak birbirine bağlarsa ve bu ülkelerde demokratik cumhuriyet politikalarının önünü açabilirse ve de güçlü bölgesel devletler de emperyalist ülkelerdeki demokratik cumhuriyet politikalarını tetiklerlerse, işte o zaman dünya ölçeğinde büyük bir politik fırtınanın eseceğinden ve bütün gerici güç ve hareketleri yere sereceğinden kuşku yoktur.
Kısacası büyük bir tarihsel dönemeçte bulunuyoruz ve büyük fırsatlar ile büyük riskler ve tehlikeler iç içe geçmiş durumdadır.
AKP’nin “Siyasi Mühendisliği” ve CHP’nin Tavanı ile Tabanı Arasındaki İlişkiler Üzerindeki Etkisi
AKP’nin Özgür Özel aracılığıyla uyguladığı bu “siyasi mühendislik” nereye kadar gidebilir? Bu “siyasi mühendislik” CHP’nin tavanı ile tabanı arasında bir ayrışmaya neden olabilir mi?
Hiç kuşkusuz bu politikanın sonuçları, CHP’nin tavanı ile tabanı arasındaki siyasi açının daha da açılmasıyla sonuçlanacaktır. Buradaki temel mesele, medyanın ezici çoğunluğunun AKP’nin ve yarın da bir kısmının “işbirlikçi CHP yönetiminde” olacak olmasından dolayı, halkın bu kirli ilişkileri çözmesi kolay olmayacaktır. Bundan dolayı bu tür ilişkileri çözebilen ve halka uygun bir dil ile anlatmasını bilen aydınlara ihtiyaç olduğu gibi, bir de bu fikirlerin yayılmasını sağlayan medya araçlarına ihtiyaç bulunmaktadır. Şimdilik her ikisi de yoktur. Çünkü bugün medyaya baktığımız zaman, kimse oynanan bu oyunun farkında değildir. Bu da işimizin ne kadar zor olduğunu göstermektedir.
Gerek sorunu anlayan aydınların oluşturulması olsun gerekse de bu aydınların doğru düşüncelerini yayacak medya araçlarının oluşturulması olsun, bütün bunların ortaya çıkabilmesi için, öncelikle doğru bir siyasi hareketin yaratılması gerekmektedir. Bu siyasi hareket yaratıldığı zaman, sorunun diğer kısımları kendiliğinden çözülmüş olacaktır.
AKP’nin CHP planı, onu belirli bir süre için kullanıp ve rejimin tam oturması durumunda da tasfiye etmektir. Onun planı zaten bellidir ama bu sürecin sonunda CHP’nin tabanı ne olacaktır? Bu taban dağıldığı zaman ve parti birçok partiye bölündüğü zaman ne olacaktır? Bugün CHP’yi Özgür Özel aracılığıyla şaha kaldıran AKP, yarın işi bittiği zaman onu yere çakacaktır. Bundan dolayı ileride ortaya çıkacak olan bu dağılma karşısında şimdiden hazırlıklı olmak ve bu kitleyi bir noktaya toplayacak siyaset ve taktiklerin üretilmesi gerekmektedir.
Sonuç
Bu uzun yazıyı sonlandırırken, Erdoğan’ın Özgür Özel aracılığıyla kurmuş olduğu CHP planının nasıl bir sonla biteceği noktasında bir analizin yapılması yerinde olur. Erdoğan’ın elinde bu noktada birkaç seçenek bulunmaktadır:
1-Erdoğan Özgür Özel ile yapmış olduğu gizli anlaşmaya sadık kalarak ve bu temelde CHP gelecek genel seçimlerde yerel seçimlerde olduğu gibi ya birinci ya da kıl payı ikinci parti çıkartılarak, AKP ile CHP’nin bir koalisyonu ortaya çıkar. Bu koalisyon gizli protokole uygun olarak yeni bir anayasa hazırlar ve Türkiye parlamenter rejime geçer. AKP bu temelde MHP’den siyasi olarak boşanır. Yine CHP ile desteklenmiş olan bir AKP rejimi, PKK’nin Rojava’da savaş seçeneğine başvurması durumunda Rojava’ya savaş ilan ederek, ilk etapta ABD’nin planlamasına uygun olarak PKK iktidarının Rojava’da ortak yıkılmasına katılır. İkinci adımda da Rojava’ya HTŞ ile IŞİD’in yerleşmesini engellemek için, ÖSO ve KDP ile birlikte hareket ederek Rojava’yı ele geçirmeye çalışır. Bu koalisyon iç politikada MHP ile DEM’i de köşeye sıkıştıracaktır.
2-Diğer bir politika ise, Erdoğan’ın Özel ile yapmış olduğu gizli anlaşmayı bozması ve CHP’yi bir kaos ortamına sürükleyerek ve birçok parçaya ayrılmasını sağlayarak, baskın bir seçimle ve seçim hilesiyle tek başına iktidar olmayı seçmesidir. Bu oldukça riskli bir politikadır ve karşısındaki cephenin kapsamlı bir bastırılmasına neden olacağı ve hem ülke içinde hem de ülke dışında meşruiyet sorunu yaratacağı için bilinmez bir sürecin kapısını aralayacaktır.
Erdoğan Özgür Özel ile gizli bir anlaşma yapsa da her koşulda CHP’yi zayıflatmak için taktikler üretecektir. Bu temelde CHP’ye kayyumlar atayabilir ve Kılıçdaroğlu’na taktik olarak CHP koltuğunu yargı yoluyla verebilir yok eğer Özel ile ilerlemek isterse ve anlaşmaya sadık kalırsa CHP’ye kayyum atamayabilir vs. bütün bunlar “genel fotoğrafın” yanında detay şeylerdir.
Okur hiç kuşkusuz yapmış olduğumuz Özgür Özel analizinin kamuoyunda çok ses getireceği ya da bizim böyle bir beklenti içinde olduğumuzu sanacaktır. Bizim böyle bir beklentimiz yoktur! Çünkü bu yazı muhalif çevrelerde ne ses getirecek ne de dikkate alınacaktır. Medyada gördüğümüz ünlü muhalif yazarların hemen hemen tamamı bu analizleri bilerek yok sayacaklar ve “AKP’nin Özgür Özel ile estirmiş olduğu yalancı muhalefet rüzgarının” arkasından gitmeyi tercih edeceklerdir. Bunun nedeni ulusun intihar etme eğiliminden kaynaklanmaktadır. Gerek halk gerekse de ortalama muhalif aydınlar, rejimin çekmiş olduğu psikolojik operasyonlar ile neredeyse aptallaşmış durumdadırlar ve onların bilinçleri üzerinde rejimin ideolojik ve psikolojik aygıtlarının güçlülüğü, onları “bir kurtarıcıya” doğru sürüklemektedir. Ulusun içerisinde bulunduğu çaresizlik, doğru düşünme yeteneğini elinden almıştır ve ona neredeyse kolektif bir intihardan başka bir yol bırakmamıştır. Özgür Özel CHP’sinin arkasından gitmek, dolaylı olarak Erdoğan ile AKP’nin politikalarına eklemlenmek ve monte olmak anlamına geldiği için, bir tür “siyasi intihar” anlamına gelmektedir.
Bazen bu tür durumlarda doğruyu söyleyen insanların sesi yeterince duyulmaz ve hatta duyulmak istenmez. Görmek istemeyenden daha büyük kör ve duymak istemeyenden daha büyük sağır yoktur! Bazen uluslar ne yapacaklarını bilmedikleri ve kendi aralarındaki kısır çekişmelerin kurbanı oldukları için istemeden de olsa kolektif bir intihara sürüklenirler.
Bugün Türkiye’deki muhalefetin durumu, bile bile 15 Temmuz Komplosu’na sürüklenen Gülen Cemaati’nin durumuna benzemektedir. Gazeteci Ahmet Dönmez, son yıllarda yapmış olduğu araştırmalarda, Fethullah Gülen’in aslında 15 Temmuz Komplosu’nu önceden bildiğini ve kendisine bazı kanallardan böyle bir komplonun yapılacağı bilgisinin gelmiş olmasına rağmen, yine de komplo sırasında hareketsiz kalarak, bu komplonun Cemaat’in üzerine yıkılmasına mani olamamıştır. Bu haliyle Gülen Cemaati siyasi olarak intihar etmiştir.
Bundan dolayı bizim yapmış olduğumuz Özgür Özel analizinin muhalif çevrelerde bir etkisi olmayacağı gibi, bilerek de hasır altı edilecektir. Türkiye’de nice büyük skandallar olmasına karşın, halk ve aydınlar bu skandallar karşısında ya sessiz kaldılar ya da görmezlikten gelmeyi tercih ettiler. Bu yazının başına da aynısı gelecektir ve muhalif çevreler yanlış bir yolda ilerlemeyi seçeceklerdir.
O halde okur soracaktır: Madem bu yazının bir etkisi olmayacak niçin yazıldı?
Bunun üç temel nedeni vardır: Birincisi tarihe not düşmek içindir. İkincisi, bu yazı özellikle belirli çevreleri hedeflemektedir ve bu çevrelerin düşünce yapılarını etkileyeme dönüktür. Bunların başında PKK’nin Kandil Önderliği ile CHP içindeki gerçek sol kanat bulunmaktadır. Eğer bu yazı, rejim ile “onun CHP içindeki işbirlikçileri”nin yüzlerini CHP içindeki bazı çevrelere teşhir edebilir ve bu yıkıcı politikanın etkilerini az çok sınırlayabilirse amacına ulaşmış olacaktır. Üçüncü olarak da durumumuz biraz, Dante’nin İlahi Komedisi‘indeki şu repliğe benzemektedir: Söyledim ve ruhumu kurtardım!
“Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne- üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile”
(Ahmed ARİF, Anadolu Şiiri)
(bitti)
