BÖLGESEL SAVAŞA BEŞ KALA
İsrail, arkasına patronu olan ABD-İngiltere ve bütün Batıyı alarak Ortadoğu’da tam bir haydutluk uyguluyor. Filistin’de bütün dünyanın gözü önünde tam anlamıyla bir soykırım uyguluyor. Filistin’in seçimle işbaşına gelmiş Hamas lideri İsmail Haniye’yi İran’ın içinde katletti. Bir yıldır küçücük Gazze’de sınırsız katliamlarına rağmen hedefine ulaşamayan bu haydut devlet, bu sefer Lübnan’a uzandı. Savaş tarihinde bir ilk olan ve sivil hedeflere saldırı niteliğindeki elektronik cihazları patlatarak Lübnan’da Hizbullah’a darbe vurmaya çalıştı. Sonunda Hasan Nasrullah’ın ve beraberindeki komutanların da öldükleri saldırıyı gerçekleştirdi.

BÖLGESEL SAVAŞA BEŞ KALA
Mehmet Güzel 3 Ekim 2024
Ekim ayına dünya ezilen halkları derin bir “ooh” çekerek girdi. Mahallenin serseri kabadayısı gibi önüne gelene sataşan ve her yaptığı yanına kar kalan İsrail’e İran, ‘ayağını denk al’ anlamında bir uyarı çekti. İran’ın ilk açıklamalarına göre içinde hipersonik ve balistik olmak üzere yaklaşık 500 füzeyle İsrail’in askeri tesisleri hedef alındı ve füzeler yüzde 80 bir isabetle hedeflerini vurdu. Ama İsrail ve Batı kaynaklarına bakarsanız, ki bunlar psikolojik savaş kaynaklarıdır-180 füze fırlatıldı ve füzelerin tamamına yakını havada imha edildi, sadece, yere düşen şarapnel parçalarından iki kişi yaralandı! Yani kısacası “acımadı ki!” Oysa zaten İran, sivil bölgeleri hedef alarak insan ölümünü amaçlamamıştı, askeri tesisleri hedef aldığını açıklamıştı. Ancak İsrail ve genel olarak Batı, ölüm üzerinden kriterler belirlemiş olduğu için öyle bir algı yaratmaya çalışıyor, dünyayı da bu algıya sürüklemek istiyor. İran’ın füze saldırılarının hemen ardından İran, İsrail’in en büyük askeri üssü olan Nevatim’in başarıyla ve isabetle vurulduğunu, bu üsteki 20 savaş uçağının da tahrip edildiğini açıkladı. Sosyal medyaya düşen videolar bunu teyit ediyordu. Kaldı ki, kullanılan hipersonik füzelerin teknik özellikleri nedeniyle engellenmeleri mümkün olmadığı için hedeflerini vurmaları gayet doğaldır. “Acımadı ki” algısıyla İran’ı ve yediği tokadı küçümseyen İsrail, sonunda itiraf etmek zorunda kaldı ve en önemli üç askeri üssünün ağır hasar aldığını açıkladı. İsrail ve Batı her olayda olduğu gibi bu olayda da algı yaratma amaçlı olarak yalanı bir silah olarak kullanıyor, dolayısıyla sadece bunların açıklamalarıyla yetinmemiz veya bunların açıklamalarına inanmamız için hiçbir neden yoktur.
İsrail, arkasına patronu olan ABD-İngiltere ve bütün Batıyı alarak Ortadoğu’da tam bir haydutluk uyguluyor. Filistin’de bütün dünyanın gözü önünde tam anlamıyla bir soykırım uyguluyor. Filistin’in seçimle işbaşına gelmiş Hamas lideri İsmail Haniye’yi İran’ın içinde katletti. Bir yıldır küçücük Gazze’de sınırsız katliamlarına rağmen hedefine ulaşamayan bu haydut devlet, bu sefer Lübnan’a uzandı. Savaş tarihinde bir ilk olan ve sivil hedeflere saldırı niteliğindeki elektronik cihazları patlatarak Lübnan’da Hizbullah’a darbe vurmaya çalıştı. Sonunda Hasan Nasrullah’ın ve beraberindeki komutanların da öldükleri saldırıyı gerçekleştirdi.
Burada bir parantez açarak Hizbullah’ı ve öldürülen lideri Nasrullah’ı İsrail algısıyla algılayan Batı beslemesi akıllara bir hatırlatma yapmak gerekir. Hizbullah, Lübnan’ın yasal bir siyasal partisidir, hem de en güçlü siyasal partisi. Lübnan’ın yasal parlamenter yapısında ve hükümetinde Bakanları ve milletvekilleri olan, Lübnan’ın diğer bütün toplumsal kesimleriyle yapıcı diyalogu ve iş birliği bulunan, cihatçı ve şeriatçı kesimlere karşı laikliği temel alan bir siyasal yapıdır. Lübnan ordusunun güçsüz yapısı nedeniyle Lübnan’ın askeri ulusal güvenliği de Hizbullah’ın omuzlarındadır. Geçen yıl Akdeniz’deki gaz rezerv alanlarının belirlenmesi esnasında, İsrail’in, Lübnan’a ait alanları gasp etmesine karşı askeri tehditler ve diplomatik girişimlerle Lübnan’ın hakkı olan alanları korumuş olan da Hizbullah’tır. Suriye’nin çağrısıyla Suriye’ye gelip ABD ve İsrail’in kuklası olan selefi cihatçı katil sürülerine karşı Suriye yönetimini savunan da aynı Hizbullah’tır. Daha Türkiye’de, geçmişte PKK’ye karşı Türkiye devleti tarafından kurulup kullanılmış, “domuz bağları” ve “mezar evler” ile ünlenmiş olan, bugünün iktidar ortağı HÜDA-PAR’ın öncülü Hizbullah ile Lübnan Hizbullah’ını birbirinden ayıramayan ama “son derece fikir sahibi olup analizler yapan” İsrail kulvarındaki akılsızlara karşı bu gereksiz parantezi kapatalım.
İSRAİL BÖLGESEL SAVAŞ İÇİN ÇIRPINIYOR
İsrail, uzun süredir güttüğü stratejiyle İran’ı savaşın içine çekmeye çalışıyor. Bir şekilde İran’ı savaşa zorlayarak ABD’yi de İran’a karşı savaşa sürükleyerek Ortadoğu’yu cehennem ateşine atmak istiyor. Bu oyunu gören İran, stratejik akıl siyasetiyle İsrail’in bu oyunlarına düşmekten kaçınıyor. Ama Direniş Ekseni yoluyla hem İsrail’in hem de bütün Batı emperyalist ülkelerinin Ortadoğu’da nüfuz alanlarını ve egemenliklerini sınırlama yoluna gidiyordu. Bu siyaset, bölgedeki anti emperyalist bütün güçlerle birlikte yürütülüyor. Suriye, İran, Irak’taki Haşdi Şabi direniş güçleri, Lübnan’daki Hizbullah ve diğer devrimci Lübnan güçleri, Filistin’in bütün direniş örgütleri ve Yemen’deki Husiler olarak bilinen Ensarullah yönetimi... Ortadoğu’nun Direniş Ekseni olarak adlandırılan bu güçler, günümüzde Siyonizm’in ve emperyalizmin bölge halklarına karşı geliştirmekte olduğu zorba egemenliğe karşı direniş bayrağını tutan güçlerdir. Bunların tasfiye olması demek, bütün Ortadoğu’nun kan ve ölüm denklemi altında İsrail Siyonizm’inin ve ABD emperyalizminin ayakları altında çiğnenmesi demektir.
Direniş Ekseni güçlerinin dayanışma içerisinde savaşmalarını ‘İran yayılmacılığı’ olarak gören akıl özürlülerine hatırlatmak gerekir ki, dünyanın en muktedir emperyalist ülkeler, halklara karşı örgütlü kötülük halinde saldırıyorlar. Gerek NATO gerekse de ihtiyaç duydukları her alanda bölgesel koalisyonlar kurarak halklara saldırıyorlar. Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye ve Yemen’e hep ‘ortak koalisyon güçleri’ kurarak saldırdılar. Bunların karşısına da örgütlü ve dayanışma halinde karşı koymak bir zorunluluktur.
Gazze’de resmi olarak Filistin Başbakanı olan Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin İran’da İsrail tarafından öldürülmesi, İran’ın İsrail’e güçlü bir misilleme yapma gereğini doğurmuştu. Ama ABD devreye girerek, Gazze’de ateşkes sağlanması karşılığında İran’ın misillemesini erteletmişti. ABD’nin Gazze’de ateşkes vaadi boş bir yalan çıktı. Gazze’de ABD’nin onayıyla soykırım son hız devam ettirildi. Bununla yetinmeyen İsrail, yine ABD’nin ve tabi ki bütün Batı emperyalist ülkelerinin desteğiyle Lübnan’da insanlığa karşı suç niteliğindeki elektronik araçlarla saldırılarını yaptı. Ardından Lübnan’da bombardımanlarla Lübnan’ın ulusal güçleri ve siyasi şahsiyetlerine karşı saldırılar gerçekleştirdi. Bu saldırılarda hedef alınan şahsiyetler ile halkı ayırarak sivil- askeri ayrımı yapmayı doğru bulmuyorum. Çünkü hedef alınan ve öldürülen Hizbullah’ın lider şahsiyetleri, Lübnan’ın ulusal, resmi ve yasal sivil politikacılarıdır. Hizbullah’ın askeri komutanları da Lübnan’da yasal, meşru ve resmi görevlilerdir. Bu ayrıma girilmesinin yanlışlığını ifade ederek, İsrail’in ağır bombardımanlarında, hedef alınan şahsiyetlerin yanı sıra yüzlerce sivil Lübnanlı öldürüldü. En sonunda Hasan Nasrullah’ın, yanındaki önemli komutanlarla birlikte katledilmesi, sabır sınırlarını paramparça eden bir gelişme oldu.
İran’ın sabrı bir zaaf mıydı? Batı gözlüğü ile bakan akıl özürlüler öyle görüyor. Ama İran hem bölge direniş güçlerinin genel çıkarları hem de kendisinin ulusal çıkarları doğrultusunda tutum sergiliyor. İsrail’in amaçladığı bölgesel savaş, mevcut koşullarda İran’ın da, Direniş Ekseni güçlerinin de hesabına gelmiyor. Libya parçalanmış vaziyette saf dışı edilmiş, Irak parçalanmış ve sadece Haşdi Şabi güçleri direnişin safında, Suriye 13 yıllık savaşta askeri ve ekonomik olarak güçsüz hale getirilmiş, topraklarının önemli bir bölümü hala işgal altında, Lübnan savaştan ve ekonomik sorunlardan yorgun düşmüş, Rusya Ukrayna savaşı görüntüsü altında NATO ile ciddi bir savaş halinde, Çin çatışmalara doğrudan fazla müdahil olmadan ekonomik ilerlemesini devam ettirme derdinde. Bu koşullarda bölgesel savaş ne bölge halklarının ne de İran’ın çıkarına uygun düşer. Sadece İsrail’in hesabına uygun düşer ki, savaşlardan, Batının yardımıyla topraklarını genişleterek çıkmayı alışkanlık haline getirmiş olan bu devlet böylesi bir savaştan da yayılarak karlı çıkmayı amaçlıyor.
Ancak İran’ın ve Direniş Ekseninin sabrı, İsrail ve ABD’nin bölgede istediği gibi at koşturmasına da izin verecek bir sabır değildir. İran, güvenilirliğinin sarsıntıya uğrayacağı bir anda harekete geçti ve İsrail’e etkili bir misillemede bulundu. Bu misilleme zorunluydu. Karşılığı ağır olabilir. ABD ve İsrail İran’a daha ağır bir darbe vurması da beklenebilir. Ancak İran’ın düşmandan yiyeceği darbe, misilleme yapamamış olmaktan daha ağır bir etki yaratamaz.
ŞİMDİ NE OLABİLİR?
İsrail ve ABD bütün tehdit ve böbürlenmelerine rağmen İran’ın her şeyi göze alan bu misilleme saldırısıyla itibarlarını çizdirdiler. İsrail bu saldırıya karşılık verecektir. Ancak vereceği karşılığın da karşılığını alacağı muhakkaktır. Bu durum İsrail’in işine gelir çünkü bu vesileyle amacına uygun olarak bölgesel savaşı tırmandırmış olur. Arkasına ABD’yi takarak İran’la bölgesel bir savaşa tutuşmak isteyecektir. Ancak mevcut koşullarda böylesi geniş kapsamlı bir savaş ABD’nin de işine gelmeyecektir. Bu nedenle ABD, İsrail’i, vereceği karşılık konusunda ölçülü olmaya zorlayacaktır. Hatta mümkün olduğu oranda İran’ın yeni bir karşılık vermesini gerektirmeyecek bir rotaya zorlamaya çalışacaktır. ABD, en azından kasım ayındaki ABD seçimlerine kadar bölgesel savaşın önüne geçmeye çalışıyor. Ama bunda başarılı olup olmayacağı kesin değil. Çünkü İsrail, devenin yularını çeken bir eşek gibi ABD’yi sürüklüyor.
Savaşın boyutlanması halinde başta İran ve Suriye olmak üzere elbette ki bölge halkları için çok yıkıcı bir etkisi olacaktır. Ancak ne İsrail ne de ABD için sonuç daha farklı olacaktır. Böylesi bir bölgesel savaştan İsrail’in bir devlet olarak sağ çıkması ve ABD’nin bölgedeki mevcut konumunu koruması çok şüphelidir. Çünkü böylesi bir bölgesel savaş, direniş güçlerinin bütün imkanlarını ortaya koyarak ölüm kalım savaşı verecekleri bir savaş olacaktır. Direniş savaşını yürüten güçler, bölgenin kadim, tarihi halklarıdır, İsrail gibi dünyanın her tarafından toplanmış olan konforist işgalciler değildir. Hizbullah’ın roket atışlarından sonra Lübnan’a sınır olan işgal edilmiş Filistin topraklarından yüz bin civarında işgalci İsrailli işgal ettikleri toprakları bırakıp kaçtığına göre, İsrail’e füzelerin yağmur gibi yağacağı bir bölgesel savaşta İsrail’de kalacak kimseyi bulmak zor olacaktır. Filistinlileri ölüm, hatta soykırım bile Gazze’den çıkartamıyor. Ama işgalci İsraillileri füze sesi bile çıkartmaya yeterli olacaktır. Çünkü biri yerli, kökü bu vatandadır, diğeri ise konforlu yaşama sahip ve dünyanın başka bölgelerinden vaatlerle getirilmiştir. Aradaki bu fark, İsrail’in üzerine bombaların düşeceği bir bölgesel savaşta İsrail’in sonunu getirecek bir sonuca yol açabilir.
Bu satırlar elbette bölge halkları açısından temennileri de içeriyor. Ancak nesnellik adına söylenebilecek en doğru şey, bölgesel savaşın ne bölge halkları ve devletleri için ne de İsrail ve ABD için kolay zafer vaat etmiyor. Ölüme, sürgüne, yıkıma, yokluğa alışmış olan bölge halklarını, yeni darbeler yok edemez. Ama buna alışık olmayan ABD ve İsrail’in alacağı ciddi darbeler, onların bölgedeki varlığını tehlikeye atabilir.
İSRAİL’İN KARA OPERASYONU
İsrail Lübnan’da Hizbullah’a ağır darbeler vurduktan sonra bu örgütün direniş kapasitesini felç ederek karadan Lübnan’da bir işgal harekatına girişmeyi hedefledi. Hizbullah’ın komutanlarını ve liderlerini katlederek onun organizasyon yeteneğini felç edeceğini düşündü. Ancak bu tür organizasyonlar dinamik ve üretkendir. Elbette ki yediği ağır darbeler onun yapısında önemli zayıflıklar yaratmış olmalıdır. Ancak göründüğü kadarıyla hiyerarşik yapısında ve direniş kabiliyetinde niteliksel bir çözülme söz konusu olmamıştır.
İsrail’in en iyi olduğu alan, hava ve teknik üstünlüktür. Hizbullah’ın ise en iyi olduğu alan, kara savaşındaki gerilla taktikleridir. İsrail, bütün askeri ve teknik üstünlüğüne ve hiçbir kural tanımadan soykırım boyutundaki katliamlarına rağmen bir yıldır Gazze’de istediği hiçbir sonucu alamamış iken, Lübnan’da kara harekatıyla sonuç alması mümkün değildir. Bugün karşısında kara harekatı yapmaya kalktığı Hizbullah, İsrail’i 2006’da sürüne sürüne Lübnan’dan atmıştı. O günden bugüne yer altı ve yer üstünde, teknik ve donanım olarak, deneyim ve taktik olarak, silah envanteri ve lojistik olarak çok daha ileri boyutlara ulaşmış olan Hizbullah’a karşı İsrail’in kara savaşında başarı şansı görünmüyor. Nitekim tereddüt ede ede sınırdan adımını içeri atar atmaz seçkin birliklerinden elit komutanlar dahil olmak üzere savaşçılarını ölü olarak sedyelerde geri taşımak zorunda kaldı. İsrail, çok uzun vadeye de yaysa, Lübnan’da kara harekatıyla işgal gerçekleştirme şansına sahip görünmüyor. Bu denemeden, 2006’dakinden çok daha ağır bir yenilgi yaşayarak çekilecektir.
Savaş, İsrail’in varlık koşuludur. İsrail ve emperyalizmin bölgedeki yayılmacılığı ise Direnişin varlık koşuludur. ABD ve İsrail’in yayılmacılığı, bölge halklarına karşı ölüm ve zulmü dayatan varlığı devam ettikçe bölgenin direniş potansiyeli ve azmi yükselir. Vurulan darbeler direniş güçlerine geçici etkiler yaratır ancak direniş potansiyelini asla yok edemez. Çünkü Direniş, varlığını bu zulümden almaktadır.
İsrail kurulduğu günden bu yana bölgemiz rahat yüzü görmedi. İsrail’in varlığı devam ettikçe de rahata ermesi mümkün değildir. Ve şu anda bir kez daha kıyametin kapısının eşiğinde bulunuyoruz. Tutuşturulacak bir fitil bölgeyi cehenneme çevirecektir. Ama bu ateşten, fitili tutuşturanların kurtulması mümkün olmayacaktır.