Bugünkü Türkiye ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi

Orta öğretim okullarında İstiklal Marşı’nın yanına asılı olan Atatürk’ünGençliğe Hitabesi, her gün öğrencilerin gördüğü bir metindir. Atatürk’ünCumhuriyet Halk Fırkası’nın Ekim 1927 yılındaki II.Kongresi’ne sunduğuNutuk’un son bölümü olan ve daha sonraları Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ya da gençliğe bir tür uyarısı olarak okullara asılan bu hitabedeki bir çok nokta (belkide hepsi) ilginç bir şekilde bugün gerçekleşmiş durumdadır. Bu durum bu hitabenin önemini arttırmakta, onun analizini ve içermiş olduğu ilkeleri tekrarele almayı zorunlu hale getirmektedir.

Bugünkü Türkiye ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi

Bugünkü Türkiye ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi

 

Kemal Erdem

 

Orta öğretim okullarında İstiklal Marşı’nın yanına asılı olan Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, her gün öğrencilerin gördüğü bir metindir. Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Ekim 1927 yılındaki II.Kongresi’ne sunduğu Nutuk’un son bölümü olan ve daha sonraları Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ya da gençliğe bir tür uyarısı olarak okullara asılan bu hitabedeki bir çok nokta (belki de hepsi) ilginç bir şekilde bugün gerçekleşmiş durumdadır. Bu durum bu hitabenin önemini arttırmakta, onun analizini ve içermiş olduğu ilkeleri tekrar ele almayı zorunlu hale getirmektedir.

 

Bu hitabenin ruhunun iyi anlaşılabilmesi için, onun bugünkü sade Türkçe ile okunması daha doğru olur. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni bugünün sade Türkçesi ile aşağıdaki gibi düzenledik. Metni sade Türkçe ile tekrar okuyalım ve sonra da bu metnin ruhunu ve de bugünkü Türkiye için ne anlam ifade ettiğini analiz etmeye çalışalım.

 

“ Ey Türk gençliği!

 

 Birinci vazifen; Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuza kadar  korumak  ve savunmaktır.

 

   Varlığının  ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek iç ve dış kötülükler olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti savunma mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin. Bu olanak ve koşul, çok olumsuz bir nitelikte ortaya çıkabilir. Gelecek ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada örneği görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi gerçekten işgal edilmiş olabilir. Bütün bu gidişattan daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin içinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve doğru yoldan uzaklaşmış ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini devletin  siyasi amaçlarıyla  değiştirebilirler. Millet, fakir ve çaresizlik  içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

 

   Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu koşul ve gidişat  içinde dahi vazifen, Türk gelecek ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki soylu kanda mevcuttur."

 

Kanımızca bu hitabede çok önemli beş nokta bulunmaktadır. Bu hitabede Atatürk:

1- Cumhuriyetin Türk ulusu ve Türkiye için önemini ;

2- Cumhuriyetin gelecekteki düşmanlarının niteliğini ya da yapısını ;

3- Bu düşmanların beliriş biçimlerini;

4-Bu düşmanlar karşısındaki görevleri;

5-Bu görevleri gerçekleştirecek iradenin yapısını ortaya koyar.

 

Bu noktaları ele almadan önce, bu hitabedeki bir noktanın günümüz koşullarını da göz önünde bulundurarak düzeltilmesi gerekir.Atatürk özellikle o günün koşullarından ve içerisinden çıkıp geldiği İttihat ve Terraki’nin varolan güçlü etkilerinden dolayı “Türk varlığı”, Türk bağımsızlığı” ve “Türk cumhuriyeti” sözcüklerini kullanır. Bugün dahi bu terimler bir çok çevrede tartışma konusudur. Ama hitabedeki “Türk” sözcüğü yerine daha kapsayıcı olması için “Türkiye” sözcüğünü kullandığımız zaman, bu metnin tamamen günümüzün koşullarını da betimleyen ve kapsayan bir yapısının olduğunu görürüz.

 

1-Cumhuriyetin Türk ulusu ve Türkiye için önemi : Atatürk Türk ulusu ile Türkiye’nin bağımsızlığını, cumhuriyet ile bir tutar. Eğer Türkiye ve Türk ulusu bağımsız olarak varolacaksa, bunun cumhuriyetin dışında olamayacağını ileri sürer. Atatürk bağımsızlık ile cumhuriyetin kopmazca birbirine bağlı olduğunu ve cumhuriyetin niteliğinin ortadan kalkmasıyla, giderek bağımsızlığın da ortadan kalkacağını ve ülkenin kaçınılmaz olarak emperyalist devletlere bağımlı hale geleceğini belirtir. Cumhuriyeti ortadan kaldıranlar, ki küçük bir azınlıktırlar , halk karşısında ayrıcalıklı bir konum elde ederek ve bu ayrıcalıklı konumlarını da ülke dışındaki güçlü emperyalist devletlere dayandırarak iktidarlarını korumaya çalışırlar. Bundan dolayı Atatürk Türkiye gençliğine “Birinci vazifen; Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuza kadar  korumak  ve savunmaktır. Varlığının  ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.” diye seslenmektedir.

 

Atatürk’e göre cumhuriyet Türkiye ve Türk ulusu için bir “hazine”dir. Çünkü cumhuriyet (yani bütün vatandaşların biçimsel eşitliği) büyük bir toplumsal enerjinin açığa çıkmasına neden olur ve bu toplumsal enerji doğru bir politikanın liderliğinde doğru bir şekilde yönetildiğinde ise gerekli olan kalkınma ve refah ivmesinin elde edilmesine neden olur. Aslında cumhuriyetin bütün toplumu en üst düzeyde birbirine kenetleyebilmesi  için, tutarlı ve güçlü bir demokrasinin bu cumhuriyete eşlik etmesi gerekir. Kısacası gerçek anlamda bir Demokratik Cumhuriyet (ki demokrasi ile cumhuriyet bir madalyonun iki yüzü gibidir), toplumda tutarlı biçimsel eşitliği sağlayarak, barış dönemlerinin uzamasını ve toplumun biçimsel sorunların zaman kaybettirici etkilerinden sıyrılarak yekpare kalkınma ve refah sorunlarına layıkıyla odaklanmasını sağlar. Atatürk’ün bir diğer önemli özdeyişi olan “Yurtta Barış Dünyada Barış”’ın barındırdığı ruh da aslında budur.Bu özdeyiş gerek ülkede gerekse de dünyada barışın ortaya çıkmasını, demokrasinin gelişimi ile birbirine bağlamıştır. Bu özdeyişin eş anlamlısı aslında “Yurtta Demokrasi Dünyada Demokrasi”dir. Türkiye, cumhuriyeti demokrasi ile birleştiremediği içindir ki, bugün bir çok sorunu yaşamaktadır. Bundan dolayı Türkiye’deki demokratik devrimin şiarı “Kuruluştan Demokratik Cumhuriyet’e” olmalıdır.

 

AKP yirmi yıldan beri uygulamış olduğu planlı politikalar sonucunda zaten sorunlu olan cumhuriyetin giderek içini boşaltmaya başlamış ve ülkede cumhuriyeti fiilen tasfiye etmiştir. Zaten Tek Adam Yönetimi demek cumhuriyetin yokolduğu anlamına gelir ve ilginç bir şekilde cumhuriyetin adım adım yokolması (ki emperyalist gericiliğe dayanarak yaratılmıştır), aynı zamanda Türkiye’nin emperyalistlere daha da bağımlı hale gelmesiyle el ele gitmiştir. Toplumda sorunlu da olsa varolan eşitliğin tamamen yokolması ve ayrıcalıklı bir zümrenin yaratılması, liyakat sistemini tamamen yokederek toplumsal enerji ve yaratıcılığın yokolmasına ya da israf olmasına neden olmuştur.Cumhuriyetin tasfiyesi sonucunda ortaya çıkan bu toplumsal nitelik kaybı, ülkeyi emperyalist planlara açık ve tarihsel olarak savunmasız hale getirmiştir, ki Atatürk haklı çıkmıştır.

 

2-Cumhuriyetin gelecekte ortaya çıkacak düşmanlarının yapısı ya da niteliği : İlginç bir şekilde Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı düşmanlığın ilk önce dışarıdan değil ama içeriden geleceğini ve bundan dolayı da farkedilmesinin ilk etapta zor olacağını ve bu iç düşmanlar zamanla da dış düşmanlar ile birleşerek ya da baştan itibaren de beraber  hareket edebileceklerini, bundan dolayı da Türkiye gençliğinin uyanık olması gerektiğini belirtir. “Gelecekte dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek iç ve dış kötülükler olacaktır.” derken cumhuriyete gelecek olan tehlikenin yönünü belirtir. AKP’nin iktidara yönelirken, Gülen Cemaati ve onun aracılığıyla da ABD ile birlikte hareket ettiğini herkes bilmektedir ve zaten gizli, saklı da bir şey yoktur. Türkiye’de cumhuriyetin tasfiyesine bizzat ABD önayak olmuştur. Dünyanın en güçlü emperyalist ülkesi olarak Türkiye’de rejim değişimi için harekete geçmiş ve bunun için bir çok yol ve yöntem kullanmıştır. Bundan dolayı Atatürk’ün hitabedeki şu tespiti de gerçekleşmiştir : Gelecek ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada örneği görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Atatürk kendi döneminde (ki şimdi de aynıdır), emperyalist devletlerin bağımsız ülkelerin durumundan hoşlanmadığını iyi biliyordu. Çünkü bağımsız devletler, emperyalistlerin küresel plan yapmalarına ve bu toplumları derinlemesine sömürmeye engel oldukları için, emperyalist devletlerin bağımsız ülkelerin bu yapılarını ortadan kaldırmak için herşeyi yapacaklarını biliyordu. Eğer bu bağımsız ülkeler cumhuriyet ise emperyalist devletler onun bu niteliğine saldıracaklar yokeğer küçük bir azınlığın diktatörlüğü ise bu diktatörleri kendi diktatörleriyle değiştireceklerdir. Türkiye’de cumhuriyete saldıran siyasi klik ya da klikler, iktidar planlarını emperyalistlerin planlarıyla uyumlu kılarak ve onlarla birlikte hareket ederek gerçekleştirmişlerdir.

 

3- Bu düşmanların beliriş biçimleri : Bir toplumdaki işbirlikçi sınıflar aynı zamanda o toplumun en gerici toplumsal katmanlarıdır ve bu katmanlar kendi tarihsel doğalarına uygun  ideolojik ve politik karakterlere sahiptirler. Siyasi ve toplumsal yaşama bağlanışları gerici ideolojik, politik ve kültürel biçimler altında olur, ki genellikle bu biçimler ya dinden devşirilir ya da belirli bir ulusun özelliklerinin abartılışından kaynaklanır. Emperyalistlerin ekonomik, politik ve askeri gücü ile içeride din ile ulusun özelliklerinin istismarının karışımından oluşan bir ideolojik, politik, ekonomik ve askeri güç oluşur ve bu temelde bu işbirlikçi sınıfların toplumsal alanlarının derinleşmesi ve genişlemesi eğilimi ortaya çıkar. Bu sınıfın en karakteristik özelliği, ara bir sınıf oluşundan dolayı, emperyalistler karşısında cafcaflı bir şekilde ve büyük gürültüyle başladığı hiçbir tarihsel projeyi bitirecek ve bu temelde bağımsız bir konum elde edecek yapıya sahip olamamasıdır. Ya hedeflediği toplumsal projenin tarihsel karşılığı yoktur ya da hedeflediği bu proje emperyalist planlarla içiçe geçmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu sınıfın ülke içinde cumhuriyetin bütün kurumlarının içini boşaltması ve böylece cumhuriyeti tedrici olarak tasfiye etmesi aynı zamanda “emperyalist işgalin ülke içinde gizli bir şekilde ilerlemesi”dir. Atatürk “Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi gerçekten işgal edilmiş olabilir.” derken dışarıdan gelip de ülkeyi işgal eden düşmanları kastetmemiştir. Yüzüne işbirlikçilik maskesi takarak ilerleyen emperyalistleri kastetmiştir. Gerek Ergenekon Komplosu gerekse de 15 Temmuz Olayları, zor ve hile ile cumhuriyet ordusunun, polisinin, yargısının ve bürokrasisinin dağıtılmasından başka bir şey değildir. Bu komploların hile yanı açıktır ve zor yanı da yargının ele geçirilmesinden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Yargının tamamen çökertilmesi, denetimi ortadan kaldırdığı için ülkenin bütün stratejik kurumları ele geçirilmiş ve cumhuriyet ordusu  dağıtılarak yerine cumhuriyet karşıtı kurumlar kurulmuştur. Bu haliyle ülke “içten işgal edilmiş”tir. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde çerçevesini çizmiş olduğu işgal koşulları bugünkü AKP iktidarı ve rejimiyle ortaya çıkmıştır. Atatürk tam da ortaya çıkan bu rejime karşı Türkiye gençliğini uyarmıştır.

 

Burada bir noktanın altının önemle çizilmesi gerekir. O da bizzat cumhuriyeti kuran kadroların, baştan itibaren yapmış oldukları hatalar ile cumhuriyet karşıtı işbirlikçi güçlerin cumhuriyeti tasfiye etme olanaklarını yaratmış olmalarıdır. Cumhuriyet hedefinin konulmasıyla, bu hedefi gerçekleştirecek araç ve metodların yanlış ele alınması yani hedef ile araç ve metodlar arasındaki çelişki, cumhuriyetin sonunu hazırlayan temel nedenlerden birisidir. Kuruluştan itibaren Cumhuriyetin “Türkçü” bir temele oturtulmak istenmesi ve Kürt ulusunun zorla asimilasyona tabi tutulması, cumhuriyetin demokrasi ile birleşememesinin önündeki en büyük engellerden birisi olmuştur. Dar bir temele oturtulmak istenen cumhuriyet kaçınılmaz olarak bu darlığın neden olmuş olduğu küçük bir elit bürokratik sınıfın oluşmasına neden olmuştur. Bu elit bürokratik sınıf ise, zamanla özel sermayeye devlet imkanlarını peşkeş  çekerek, onun  palazlanıp ve güçlenmesi ve de ülke ekonomisi içinde tekelci bir konuma ulaşmasını sağlamıştır. Bu andan itibaren de, her iki sınıfın küçük bir oligarşi olarak kaynaştığı bir siyasal yapı ortaya çıkmış ve demokrasi giderek sürekli bastırılan bir duruma dönüşmüştür. Bu gerici oligarşi, emperyalistler ile birlikte devrimci hareketi bastırmak ve toplumu uyutmak için dini de devreye sokmaya başladığı andan itibaren, giderek içinden çıkamadığı bir duruma sürüklenmiş ve “Türkçü” ile “Dinci-Sünni” hareketlerin kıskacı arasına girerek, iktidarı giderek kaybetmeye başlamıştır. Bu oligarşi için “dincilik” ile “Türkçülük” kullanılan araçlarken, zamanla kendisine de hakim olmaya başlayan bir eğilime dönüşmüştür. Hem Kürt sorunu hem de din istismar edilerek ve bu sorunların arkasına saklanılarak, kişisel ve parti çıkarları “cumhuriyetçi devlet aklı”nın yerine geçirilmiş ve bu temelde cumhuriyetin kurumları tedrici olarak tasfiye edilmiştir. Hem dini hem de ulusal özellikler, insan duygularıyla çok içiçe geçtiği için, kitlelerin manipülasyonunda önemli işlevlere sahiptirler. Gerici sınıfların bu araçları bu kadar yaygın kullanmak istemelerinin altında,bu araçların insan duygularına derinlemesine nüfuz etmeleri yatmaktadır. Duygular ise yanılma ve yönlendirmeye en açık insan özellikleridir. İşte Atatürk “Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini devletin  siyasi amaçlarıyla  değiştirebilirler.” derken bunu kasdetmiştir. Bugün içeriden gerçekleşen işgal cumhuriyeti tasfiye ederken, kişisel çıkarların, cumhuriyet kurumlarının yerine ikame edildiği bir duruma yolaçmıştır.

 

4-Bu düşmanlar karşısındaki görevleri : Atatürk cumhuriyetin kurumlarının dağıtılmasıyla ortaya çıkan bu emperyalist işgalin “barışçıl direniş olanakları”nı da artık yokettiğini belirtir. Bundan dolayı Atatürk “Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti savunma mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin.” diye yazar. Çünkü işgal ulus için öyle olumsuz koşullar yaratır ki, zulüm ve zorbalık ile iç içe geçer ve ulusun bütün demokratik ve barışçıl direniş olanaklarını elinden alarak, bu direniş kuvvetlerini çok olumsuz koşullar içerisine sürükler. En basit gösteri ve yürüyüş hakkı, en basit ifade ve düşünce özgürlüğü gerici ve işgalci sınıflar tarafından ortadan kaldırılır ve ulusun devrimci ve demokratik zinde güçleri ya öldürülür ya da cezaevlerine kapatılır. Çükü “işgal”in “işgal” olabilmesi için bunlar zorunludur. Hiçbir ulus demokratik ve bağımsız iradesini isteyerek başkasına ya da “küçük bir azınlığa” devretmeyeceğine ya da vermeyeceğine göre direnecek ve tepki gösterecektir. Onun bu direnişi ve tepkisi ise onun iradesini baskı altına almak isteyen gerici sınıflar tarafından bastırılmaya çalışılacak ve bu da zorbalığın ve zulümün farklı biçimlerini ortaya çıkaracaktır. Gezi Davası’nda verilen cezalar, bir çok Kemalist subay ve askerin cezaevlerinde hiçbir neden yokken tutulması, ülkenin kaynaklarının bir avuç oligarka peşkeş çekilmesi, eğitimin zorla dincileştirilmesi, seçilmiş belediye başkanlarının yerlerine kayyumların atılması vs. işgalci güçlerin ulusa uygulamış olduğu zulüm  eylemlerinden sadece  bir kaçıdır. Ortaya çıkan bu baskıcı yapının temelinde, ulusun direnme araçlarının en önemlisi olan devletin şiddet araçlarının (ordu, jandarma ve polis gibi), “bir tek siyasal hareketin (ya da kliklerin) tekeline geçmesi” bulunmaktadır. Tek toplumda sermeye el değiştirmemiş ama kollektif güvenlik araçlarının kamu aidiyeti de ortadan kaldırılarak tek bir siyasetin mülkü haline getirilmiş ve bu durum cumhuriyetçiler üzerindeki baskının pervazsızlığının da temelini oluşturmuştur. Toplumsal şiddetin bu tek elde yoğunlaşması, baskı ve zulüm uygulayanların cesaretinin de kaynağını oluşturur. İşte bunun bilincinde olan Atatürk, böyle bir durum ortaya çıktığı andan itibaren, hangi koşul altında olursa olsun cumhuriyetçi Türkiye gençliğinin, düşmanların bu şiddet araçlarını dengelemesi görevinin zorunluluğunu  onlara belirtir. Çünkü toplumda gençlerin dışında askeri örgütlük ve direniş oluşturabilecek başka bir yaş kategorisi, doğanın sınırlamalarından dolayı mevcut değildir. Atatürk “ Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu koşul ve gidişat  içinde dahi vazifen, Türk gelecek ve cumhuriyetini kurtarmaktır.” derken gençliğe aslında cumhuriyeti kurtarmak için savaş görevini vermiştir.

 

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, büyük bir soyutlama ile cumhuriyetin tasfiyesinin gelecekte gerçekleşebilecek çerçevesini çizmiş ve bu tasfiyenin ortaya çıkmasıyla birlikte de savaşın kaçınılmaz olduğunun altını çizerek, bu savaşın  yükünün de ancak gençler tarafından çekilebileceğini belirtmiştir. Bu hitabe cumhuriyeti korumak için gençlere bir tür savaş çağrısıdır. Bugün bazı yasal muhalefet kesimleri içerisinde, sadece yasal muhalefet çerçevesi içinde bu gidişatı durdurma eğilimi ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet tarihsel olarak tasfiye olmuş ve bir tür bataklık ortaya çıkmışken, yasal muhalefet bu bataklıkta ve sadece yasal imkanlar ile gidişatı durdurma hastalığına kapılmıştır. Seçim sisteminin etrafı, tamamen cumhuriyet-karşıtı olan ordu, jandarma, polis, yargı, bürokrasi ve “korporatist” bir ekonomik yapı ile çevrilmiş durumdadır. Kısacası araba çamura batmış ve patinaj yapmaktadır. Arabanın bu patinajdan çıkabilmesi için, “dışarıdan” bir müdahale zorunludur. Oligarşik azınlığın kendi mülkiyeti haline getirdiği devletin şiddet araçları dengelenmeyene kadar, arabanın çamurdan çıkması mümkün değildir. Bazı yasal muhalefet kesimlerinin, tek yasal alanı temel alarak yapacağı iktidar mücadelesi, kaçınılmaz olarak onları “rejime iliştirilmiş muhalefete” çevirecek ve bu yolda yapacakları ısrar ise onları “rejimin işbirlikçileri”ne dönüştürecektir. Türkiye devrimci ve demokratik hareketi asla bu “iliştirilmiş muhalefet” anlayışına  onay vermeyecektir !

 

Atatürk’ün cumhuriyet tehlikeye düştüğü zaman hitap ettiği gençlik zaten devrimci hareketin tarihinde mevcuttur. Bu gençlik Deniz Gezmiş , Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve bugün gerçek bir Demokratik Cumhuriyet için mücadele eden Kürt gençliğidir. Zaten uzun zamandan beri bu gençlik, Türk egemen sınıflarının emperyalistler ile girmiş olduğu yanlış ilişkileri teşhire yönelmiş ve buna karşı mücadeleye girişmiştir. Bugün gelinen noktada bu gençliğin ne kadar haklı olduğu ve aslında Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin de ruhuna uygun hareket ettikleri ortaya çıkmıştır. Gerçi bu gençlik mücadelesiyle cumhuriyetin tasfiyesini durduramamıştır ama mücadelesiyle “imdat freni”ni çekmiş ve tehlikenin yönünü bütün topluma göstermiştir.

 

5-Bu görevleri gerçekleştirecek iradenin yapısı : Atatürk gençliğe savaş görevini verirken, bu savaşı gerçekleştirecek iradenin yapısını da onlara genel olarak belirtir. “ Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki soylu kanda mevcuttur.” cümlesiyle, gençliğin ulusun kurtuluşu için gerekli olan gücü nerede bulacağı noktasında bir ipucu verir. Bu noktada Atatürk simgesel bir anlatımla gençleri yönlendirmeye çalışır ve “damarlardaki soylu kan” vurgusu hiç kuşkusuz gençliği Türk ulusunun tarihine yönlendirir. Türklerin savaşkan bir ulus olduklarını herkes bilir ama Atatürk bu simgesel anlatımla aslında gençliği Kurtuluş Savaşı’na ve bu savaş sonucunda ortaya çıkan Cumhuriyet’in kuruluş dönemine ve de bu dönemdeki deneyim ve ilkelere yönlendirir. Hitabe’nin merkezinde cumhuriyet fikri olduğuna göre, aslında Atatürk gençliği Türk ulusunun tarihinde özel bir dönem olan Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanı dönemine yönlendirir ve bu dönemden ilham alarak ülkenin tekrar kurtuluşunun gerçekleştirilmesi için gerekli ideolojik, politik ve askeri önlemlerin elde edilmesini önerir. Elbette burada dogmatik olarak hareket etmeden ziyade bilim ile kuşanmış ve dogmatiklikten uzak ve yaratıcı bir şekilde hareket edilmesi gerektiğini anlatmak ister.

 

Bugün de gerçekten  Türkiye’nin kurtuluşu, Cumhuriyet’in kuruluşu sırasında emperyalist işgale karşı verilen mücadeleye benzer bir şekilde ama daha kapsamlı ve demokratik bir zeminde gerçekleşebilir. Kaba bir karşılaştırma bugün nasıl hareket edilmesi gerektiği noktasında bize bazı ipuçları verebilir. Kurtuluş Savaşı’nın dört önemli özelliği bulunmaktadır :1-Kapsamı, 2-Demokratik Yapısı,3-Askeri ve Politik olarak iki ayağı olan bir strateji üzerine konumlanması, ve 4-Uyguladığı dış siyaset. Onun bu özellikleri günümüzün koşulları göz önüne alınarak doğru bir şekilde güncellendiği zaman bugün de geçerli olduğu görülecektir.

 

Kurtuluş Savaşı’nda emperyalist   işgalin büyüklüğü ve derinliği karşısında bütün ülkenin en kapsamlı olarak bir araya getirilmesi zorunluydu. Bundan dolayı Kurtuluş Savaşı’na toplumun bütün kesimleri katıldı ve bu katılımları da 1921 Anayasa’ında da görüldüğü gibi garanti altına alındı. Bu Anayasa özellikle Kürtlere bir özerklik tanıyarak katılımın kapsamını ulusal çapta muazzam ölçüde genişletmiştir. Kapsamın oluşumu kongrelerle demokratik bir şekilde oluşturulmuş ve bu durum hem katılımın genişliği üzerinde hem de ülkenin “ortak bir kader duygusu” etrafında daha da kenetlenmesine yolaçmıştır.  Demokratik süreç olmadan katılımın bu genişliği ve ulusun moral birliğinin en üst seviyede ortaya çıkması ve kurtuluşun maddi ile manevi yükünü çekmesi mümkün değildi. Bütün ülke politika ve demokrasi aracılığıyla birbirlerine kenetlenirken, onun iradesinin üzerindeki baskılar ve sınırlayıcı engellerin ise askeri araçlarla giderilmesi gerekiyordu. Bunun nedeni işgalcilerin askeri olarak ilerlemesiydi. Onların askeri güçleri kırılıp ve işlemez hale getirilmeden ulusun iradesinin ülke çapına yayılması mümkün değildi. Ulus politik olarak cephe şeklinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri aracılığıyla bir araya getirildi ve askeri güçleri de işgal olmamış bölgelerdeki askeri güçlerin bir araya getirilmesinden oluşturuldu ve daha sonra da ikisi “kaynaştırılarak” Kurtuluş Savaşı elde edildi.

 

Askeri kuvvetler bir yandan ulus için bir askeri zırh ya da kalkan sağlayarak onların güvenliğini sağlıyordu, öte yandan da düşman ordularını zayıflatarak ve gerileterek ulusun iradesini ülke geneline yayıyordu. Dış politikada ise daha çok dengeci bir yaklaşım elde edildi. Sovyet Rusya ile politik ve diplomatik yakınlaşma stratejik değil ama taktikti. Sovyet Rusya’nın Ankara Anlaşması’na mecbur edilmesi, Kafkasya’da kısa süreli olarak İngiliz ve Fransız’la ile birlikte hareket edilerek (oldukça ilginç!)  Sovyet Rusya’nın zayıflatılması sonucunda elde edildi. Kafkasya üzerinden Anadolu’ya inme umutları yok olan Sovyet Rusya Ankara Anlaşması’na razı oldu. Kurtuluş Savaşı bu anlaşmayı bazı askeri sorunların çözümü ile birlikte Batı cephesinde elde ettiği bazı askeri zaferler ile birleştirerek, Batı emperyalist kampını bölmek için kullanarak, İtalya ve Fransa ile barış yapmaya bağlayarak ve onlara bazı imtiyazlar vererek savaş alanını terketmelerini sağladı. Böylece işgal güçleri bölünmüş ve zayıflamış olarak ulusal kuvvetlerin gücünün düzeyine indirilerek son taaruz için uygun hale getirilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda İngiltere’nin başını çektiği emperyalist kampa karşı savaşan Türkiye, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde ise İngiltere tezlerini kabul etti ve doğrusu da buydu.

 

Bütün bu siyasi ve askeri mantık farklı biçimler altında günümüz Kurtuluş Savaşı için de geçerlidir.

 

Öncelikle günümüzdeki mücadelenin toplumsal kapsamını doğru belirlemek gerekir. Şu noktayı bir ilke olarak kabul etmek gerekir: Türkiye’de hiçbir toplumsal kesim ya da birkaç toplumsal kesimin bir araya gelmesiyle gerekli politik güç elde edilemeyecektir. Ne tek başına CHP ya da Millet İttifakı ne HDP ve onunla ittifak yapan sosyalist güçler ne tek başına PKK ne tek başına Türkiye’deki illegal devrimci güçler vs. Nedeni rejimin bütün devlet kurumlarını tasfiye ederek tekeline almış olması ve emperyalist bir kampa dayanarak ve onlardan güç alarak da kendini yeniden üretebilme yeteneğidir. Faşizmin yıkılması için gerekli olan politik ve askeri gücün elde edilmesi ancak bütün devrimci ve demokratik muhalefetin tek bir cephede birleşmesiyle mümkündür.Bunun dışındaki bütün yollar teorik olarak kapalıdır. Bu cephe muhafazakar demokratlardan başlayarak CHP, HDP ve legaldeki bütün partileri, sendikaları, demokratik kitle örgütlerini, bütün kadın ve gençlik örgütleriyle birlikte  LGBT’leri kapsamakla kalmamalı ama illegal alandaki bütün Türkiye’li ve Kürdistan’lı devrimci örgütleri de kapsamalıdır. Bütün devrimci ve demokratik hareket bir Gizli İttifak (Union Sacrée) temelinde tek bir cephede örgütlenmelidir. Bu Gizli İttifak’ın çok sade bir programı olmalıdır: Faşizmin yıkılması, kuvvetler ayrımının tutarlı bir şekilde tesis edilmesi ve faşizmin askeri, politik, hukuki, bürokratik, ekonomik, ideolojik ve kültürel  kurumlarının tasfiyesi ve tamamen demokratik temellere dayanan bir seçimlerin yapılması. Kısacası bir Demokratik Cumhuriyet’in tesis edilmesi. Diğer sorunlar seçimlerden çıkacak ulusal iradenin sorunudur.

 

Bu siyasal cephe bir askeri örgütün kurulması kararını alarak, bu görevi devrimci harekete vermelidir. Devrimci hareket ile demokratik hareket ülkenin kurulması noktasında bir tür işbölümü yaparak toplumsal bütünlük oluşturmalıdırlar. Demokratik hareket devrimci hareketin kuracağı bu askeri örgütü kendi kanatları altına almalı ve onun başarısı için dolaylı olarak bütün toplumsal imkanlarını seferber etmelidir. Devrimci hareket demokratik hareketin bağrına basarak ve ondan güç alarak büyüyerek yükselecek ve demokratik hareketin üzerinde bir “askeri kalkan” oluşturarak onu korumaya alacaktır.Bu askeri örgütün hareket tarzı,  modern savaş bilimi ve sanatının gelmiş olduğu nokta göz önüne alınarak etkili bir şekilde kurulabilir. Hali hazırda gerilla birliklerinden, özel kuvvetlerden ve büyük korsan gösteri birliklerinin karışımından oluşan bir savaş teorisi kurulmuş durumdadır. Bu askeri hareket tarzı, psikolojik savaş temelinde demokratik hareketin başarısına bağlanarak, onun seçimlerde zafer elde etmesini sağlayacak ve ülke genelinde meşruiyet üretmesine yardımcı olacaktır. Faşizm bir yandan demokratik hareketin politik darbeleri altında öte yandan da devrimci hareketin askeri darbeleri altında hırpalanarak iradesi azar azar tükenecektir. Burada zor olan işin askeri kısmı değil ama bütün muhalefetin politik olarak bir araya gelmesidir.

 

Böyle etkili bir askeri örgütün oluşabilmesi için büyük bir tarihsel uzlaşma şarttır. Kemalist asker ve subaylar ile Kürt gerillaları ve Türkiye devrimci hareketinin illegal askeri ve politik kadrolarının demokratik bir zeminde uzlaşmaları zorunludur. Bu siyasal uzlaşma olmayana kadar ne etkili bir politika ne de etkili bir askeri örgüt yaratılabilir. Gerçek şudur ki, Türk ordusunun eski Kemalist subay ve askerleri olmadan hiçbir zaman etkili bir kurtuluş savaşı inşa edecek durumda olamayacağız. Troçki’nin Ekim Devrimi’nden sonra içsavaş sırasında Kızıl Ordu’yu Çarlık Rusya’sının subayları temelinde niçin kurduğunu bugün çok iyi anlıyoruz. Bundan dolayıdır ki, mevcut rejim eski Türk ordusunun Kemalist subaylarını içeride tutmaktadır. Hepsine FETÖ damgası vurularak bilinçli bir şekilde içeride tutulmalarının nedeni, rejime karşı oluşturulacak bir direnme savaşına katılmalarının önüne geçmektir. Çünkü demokratik ittifakı askeri ve politik olarak ayağa kaldıracak tek güç bu Kemalist subay ve askerlerdir. Onların kurmay bilgileri ve yetenekleri bugün gerekli mücadelenin odağında bulunmaktadır.

 

Bu siyaset dış politikada ise faşist rejime destek veren emperyalist kampın karşısındaki kamp ile yakınlaşarak koordine edilecek ve bütün imkanlar içerideki bu mücadeleye kanalize edilecektir. Bu noktada rejimin yakın süreçte özellikle Pantürkistlerle ittifakı daha da derinleştirerek, ABD-İngiltere İttifakı’nın başını çektiği emperyalist kampa dahil olması hemen hemen kesin gibidir. Mevcut rejim iktidarı bırakma yerine bu emperyalistler ile anlaşarak ama Rusya ve Çin ile de düşmanlığa sürüklenerek ülkeyi tamamen zapturapt altına alma yoluna gidebilir. Bu onun son tarihsel eylemi olacaktır. Türkiye devrimci ve demokratik hareketi, Batı Emperyalistlerinin Rusya, Çin, İran ve Suriye rejimlerini yıkma baskıları karşısında ve bu sonuncuların ölüm ve kalım mücadelesinde güçlenmek ve ayağa kalkmak için sonuna kadar yararlanacaktır! Bu politika dikkatli bir şekilde AB üyeliğiyle koordine edilerek, Batı emperyalist kampı arasında çatlakların oluşmasına bağlanacak ve hatta ABD iç politikasındaki rekabete bağlanarak mevcut rejim azami olarak tecrit edilmeye çalışılacaktır. ABD ve İngiltere asla cepheden düşmanlığa sürüklenmeden ve onlarla anlaşma yolunu sürekli açık bırakarak, bu ülkelerin iç politikaları sürekli bıçak sırtında tutularak Türkiye noktasında politika değişikliğine gitmeleri sağlanacaktır. Hatta bu politika içsavaşın sürekli şiddetlendirilmesi politikasıyla desteklenerek, bu ülkelerin iç politikalarında büyük korku ve paniğin ekilmesine bağlanmalı, Türkiye’yi ebediyen kaybetme korku ve duyguları sürekli kamçılanarak devrimci ve demokratik hareket ile anlaşmaya çekilmelidir. Avrupa ile azami yakınlaşma, ABD ve İngiltere ile makul bir anlaşmaya bir giriş olabilir ve onların mevcut rejimden desteklerinin çekmesinin başlangıcı olabilir. Yerli yerinde ve akıllı bir taviz politikası, Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi Batı Emperyalistlerinin kendi içinde bölünmelerinin bir kaldıracı haline getirilmelidir.

 

Faşist rejim bütün meşruiyetini kaybedip ve emperyalistler ile anlaşıp açık bir diktatörlüğe geçtiği zaman (olayların bu yönde ilerlemesi çok büyük bir olasılıktır), bütün yasal muhalefeti bastırarak ülkeyi karanlığa gömecektir. Bu sürecin tek yasal yol ve araçlarla durdurulması mümkün değildir. Zaten Atatürk’ün gençliğe hitap etmesinin nedeni de budur. Ortaya çıkan koşullar barışçıl direnme araçlarının etkinliğini yok edeceği için, Atatürk direk gençliğe seslenerek bu koşullarda savaş düzenine geçmesini onlardan istemektedir. Rejimin açık diktatörlüğe geçmesi karşısında demokratik-yasal hareket bir seçimle karşı karşıya kalacaktır. Ya yukarlarda ana çerçevesini çizdiğimiz mücadeleye önderlik edecek ya da paramparça olacaktır. Özellikle de bu noktada CHP kilit parti konumundadır. Gerçek liderlik ülke karanlığa gömüldüğünde böyle bir mücadeleyi örmekten geçecektir. Rejim açık diktatörlüğe geçtiği andan itibaren yasal muhalefet üç temel eğilime bölünecektir: 1- Yukarıdaki mücadeleye geçmek için devrimci hareket ile tutarlı ittifak yapan kesim; 2- Ne devrimci harekete ne de rejime yaklaşan ve tarafsızlığı seçen kesim. Bu kesim bu haliyle “rejime iliştirilmiş muhalefet” haline gelecektir; 3-Yasal demokratik muhalefetten kopup açıkça rejim ile işbirliğine giren kesim.

 

Türkiye’de yasal demokratik muhalefet içerisinde siyaset yapan geniş bir kesimin, belki de uçurumun kenarında oldukları için rasyonel düşünme yeteneklerini kaybetmelerinden  dolayı tam olarak anlamadıkları şey,  bugünkü rejimin seçim sisteminden çıkan bir rejim olmadığıdır. AKP’nin iktidar yolu seçim sisteminin dışında oluşturulmuş olan (ABD’nin Abdullah Öcalan’ı yakalaması ve PKK’yi pasifize etmesi, AKP ile Gülen Cemaati’nin bir araya getirilmesi, Ergenekon Komplosu, 15 Temmuz Olayları vs.) bir politik, askeri ve psikolojik operasyonların sonucunda ortaya çıkmış ve bütün bu olayların sonuçları seçim sisteminin manipülasyonuna bağlanmıştır. Bundan dolayı bu rejimin seçimler yoluyla yenilmesi mümkün değildir. Bugün Millet İttifakı odaklı bir liberal yanılsama bütün toplumu baskı altına almış durumdadır ve bu sürecin pratikte tüketilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Mevcut koşullarda devrimci hareketin desteği olmaksızın demokratik hareket tek başına bu sürecin altında kalkamaz ve kalkamayacağını da yakında göreceğiz. Türkiye Devrimi patlayan bir yanardağa benzeyecek ve o patladığı zaman kesinlikle onu bastırmak için kraterin ağzında olmamak gerekir çünkü önüne çıkan herkesi silip süpürecektir!

 

Rejim açık diktatörlüğe geçtiği andan itibaren, mevcut yasal siyasetin dinamiği de kırılmış olacak ve kapsamlı bir mücadeleyi örgütleyemeyen bütün yasal muhalefet paramparça olacaktır ve de mevcut oy tabanlarını da kaybedeceklerdir. Ama tek bunları kaybetmeyecekler, başta özgürlüklerini, onur ve şereflerini de kaybedeceklerdir. Hiçbir şey özgürlükten, onur ve şereften daha yüksek olamaz. Özgürlüğü, onuru ve şerefi olmayan ulusların refahı da olmaz!

 

Ey Türkiye Cumhuriyeti’nin evladı, muhtaç olduğun güç, senin devrimci ve demokratik hareketinin geleneğinde mevcuttur!