Çanlar Kimin İçin Çalıyor? (II)
Ortadoğu’daki cihatçı terörizmin jeopolitiği yani bu örgütlerin ortaya çıkışı, gruplaşmaları, aralarındaki çatışmalar vs. kısacası dinamiği, Ortadoğu’da bu cihatçılar ile bir politika geliştirmek isteyen devletlerin (bunlar başta ABD olmak üzere, İngiltere, İsrail, Almanya, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Ürdün ve Bahreyn vs.) stratejik amaçlarından ve bu temelde ortaya çıkan stratejik anlaşmazlık ve ittifak ilişkilerinden ayrılmaz. Bu teorik belirleme bütün süreçleri kucaklayan temel belirlemedir.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor? (II)
Kemal Erdem
Trump ve Ortadoğu’da Cihatçı Terörizmin Jeopolitiği
Ortadoğu’daki cihatçı terörizmin jeopolitiği yani bu terör örgütlerinin hangi devletlere bağlı olarak çalıştığı anlaşılmadan hiçbir şey anlaşılmaz. Çünkü bu terör örgütleri, bağlı bulundukları devletlerin çıkarlarına göre pozisyon almaktadırlar ve kendi aralarındaki ilişkiler de (gerek düşmanlık gerekse de dostluk) bu devletlerin siyasi tercih ve amaçlarına göre olmaktadır. Devletlerin stratejik amaçları doğru bir şekilde çözüldüğü taktirde, bu örgütlerin nasıl hareket ettikleri ya da edecekleri de bir noktaya kadar doğru olarak belirlenebilir.
Örneğin son Esad rejiminin düşüşünde Körfez monarşileri “baş aktör” iken hiç adlarının duyulmamaları oldukça ilginçtir. HTŞ bu Körfez monarşilerinin Suriye sahasında ileri sürdükleri piyondur. Bu olaylar içerisinde Körfez’in hiç olmadığını iddia etmek, güneşin hergün doğmadığını söylemek gibi birşeydir. Madem HTŞ’nin iplerini Türkiye tutuyorduysa peki HTŞ ile ÖSO (SMO) ve Suriye Geçici Hükümeti niçin birbirinden ayrı hareket ediyorlardı ve hatta zaman zaman çatışıyorlardı? Burada bir tuhaflık yok mudur? Eğer varsa o halde işin aslı nedir?
Ortadoğu’daki cihatçı terörizmin jeopolitiği yani bu örgütlerin ortaya çıkışı, gruplaşmaları, aralarındaki çatışmalar vs. kısacası dinamiği, Ortadoğu’da bu cihatçılar ile bir politika geliştirmek isteyen devletlerin (bunlar başta ABD olmak üzere, İngiltere, İsrail, Almanya, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Ürdün ve Bahreyn vs.) stratejik amaçlarından ve bu temelde ortaya çıkan stratejik anlaşmazlık ve ittifak ilişkilerinden ayrılmaz. Bu teorik belirleme bütün süreçleri kucaklayan temel belirlemedir.
Bundan sonra yapılacak ikinci belirleme ise bu devletlerin aralarındaki ilişkilerin doğasının doğru belirlenmesidir. Bu ilişkiler doğru konulduğu andan itibaren ancak “cihatçı örgütlerin anatomisi” doğru belirlenebilir. Cihatçı örgütler arasındaki ideolojik, politik ve örgütsel konularda ortaya çıkan sözde ilkesel ayrılıklar, farklı devletlerin çıkarları temelinde ortaya çıkan “araçsallaştırılmış faklılıklar”dır. Bu farklılıklar dinsel ideolojik örtü altında yapıldığı için ilk bakışta görülmesi zordur. Ama eğer imkanımız olsaydı bu cihatçı örgütlerin para ve silah lojistiğinin izini sürebilseydik, bu izlerin farklı devletlerin istihbarat örgütlerine çıktığını ve bu örgütleri para ve silah lojistiği üzerinden kontrol ettiklerini kolayca görebilirdik. Ama işin bu kısmı oldukça gizli olduğu için, dışarıdan hemen farkedilmesi zordur ama bu noktadır ki temel ve belirleyicidir. Arkasında güçlü bir devletin desteği olmadan hiçbir örgütün bu coğrafyada yaşama şansı yoktur. HTŞ’nin para ve silah lojistiğinin Körfez ülkelerinden sağlandığından şüphe yoktur.
Bütün cihatçı örgütleri kaba bir indirgemecilik ile ABD, İngiltere, İsrail ve Türkiye’ye bağlamak, siyasetin bazı gri noktalarının (ki çok önemli noktalardır) üzerinden atlamakla ve isabetsiz analizler yapmakla sonuçlanır. Cihatçı örgütlerin üç türü arasındaki (IŞİD, El Kaide ve Türkiye ile ilişkili olanlar) temel farkın açıklanması, sorunun yarısının çözülmesi anlamına gelir. Özellikle de IŞİD ile El Kaide arasındaki ayrılığın tam nedeni doyurucu bir şekilde verilmeyene kadar, bu örgütlerin oluşturmuş olduğu cihatçı fenomen anlaşılmaz. Bundan dolayıdır ki, cihatçı terörizmin jeopolitiğinin açıklanmasına IŞİD ile El Kaide arasındaki ayrılığın açıklanmasıyla başlanmalıdır.
IŞİD fenomeni ilk ortaya çıktığı zaman (2013-2014) bu örgütü anlamak için yapmış olduğumuz birçok araştırma ve bu temelde birçok makale söz konusudur (2). Bunların birinde şöyle yazmıştık:
“W.Bush döneminde, Körfez Monarşileriyle sıkı bir ittifaklık ilişkisi bulunmaktaydı. Bu ittifakın “gayrı meşru” çocuklarından birisi de “11 Eylül” olaylarıydı. W.Bush döneminde Müslüman Kardeşler örgütü bölgede ittifak yapılacak bir hareket değil, tecrit edilmesi gereken bir hareketti. Bu harekete karşı, Arap-milliyetçi hareketler ile Monarşiler destekleniyordu. Bu ittifak ilişkisinin sonucu olarak, El Kaide gibi terör örgütleri ortak bir şekilde kullanılan örgütlerdi. Başka bir şekilde ifade edersek eğer, ABD bu terör örgütleriyle Körfez Monarşilerini kullanarak ilişki kuruyordu. Körfez Monarşileri, ABD yönetimi ile bu terör örgütleri arasında bir tür tampon işlevi görüyordu. Bu durum Körfez Monarşilerine güven verdiği gibi, ABD’li siyasetçilere de bir terslik durumunda “temiz kalma” olanağı sağlıyordu.
(…)
Obama’nın ilk dönemlerinde bu plan (yani Körfez’de Müslüman Kardeşler hareketinin zamanla iktidar olacak olgusu) saklandıysa da, Suriye iç savaşıyla deşifre oldu. Obama AB ile eşit müttefiklik ilişkileri çerçevesinde ve NATO zemininde yeni bir taktik yapı oluşturdu. Bu yapıya göre, El Kaide gibi terör örgütleri NATO çerçevesinde bütün güçlerin ortak çabalarıyla direk olarak kullanılacaktı. Buraya kadar Körfez Monarşileri için bir sorun yoktu. Çünkü Körfez Monarşilerinin de kendi cihatçı terör örgütleri vardı ve bu durumda bölgesel vizyonun örtüşmesine ya da ayrışmasına göre Körfez Monarşileri pozisyon alabilirdi. Ama ne zaman ki, ABD ve müttefikleri kendi güdümündeki terör örgütünü (IŞİD) büyütmek ve güçlendirmek ve de üstelik bunu Körfez Monarşilerinin güdümündeki terör örgütlerini zayıflatarak yapmak istedi, işte o zaman bölge politikasında ayrışmalar başladı. Batı’nın Körfez Monarşilerinin güdümündeki çihatçı terör örgütlerini zayıflatması ve onları IŞİD’e katarak yoketmesinin anlamı, Körfez Monarşilerinin yakında Müslüman Kardeşler ve benzeri hareketlerle değişilecek olmasının en açık belirtisiydi. IŞİD’in (Batı’nın direk güdümündeki) El Kaide’yi (ABD ve müttefiklerinin ortak örgütü) zayıflatarak gelişmesi, W.Bush dönemindeki politikanın da baltalanması anlamına geliyordu. Obama Yönetimi, AB, NATO, İsrail, AKP Türkiyesi ve bölgedeki Müslüman Kardeşler hareketinin birlikteliğinden oluşan güçle, Körfez Monarşilerinin tecrit edilerek, cihatçı terörizmin direk kullanılabileceğini düşünüyordu. IŞİD’in Körfez Monarşilerinden bağımsız büyütülmesi politikasının ne anlama geldiğini anlayan Körfez Monarşileri, bu politikaya şiddetle karşı durdular ve ABD politikalarından ayrışmaya başladılar.
(…)
Obama İkinci defa Başkan seçildikten sonra, IŞİD’ın hızla büyütülmesi politikasına geçildi ve bu durum Suriye’de iki önemli olayın ortaya çıkmasıyla çakıştı: 1- Esad rejiminin sanıldığından da dirençli çıkması ve; 2- Rojava’daki Temmuz 2012 Devrimi. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Monarşileri, Batı’nın da desteğiyle Esad rejiminin hemen yıkılmasını ve yerine de işbirlikçilerden oluşan ortak bir yönetimin gelmesini istiyorlardı. Bu durum Obama yönetiminin öngörmüş olduğu stratejik vizyona tersti. Çünkü yeni Suriye yönetiminde, Obama’nın “reforma” tabi tutmak istediği Körfez Monarşileri ve daha ne yapacağı belli olmayan AKP Türkiyesi çoğunlukta olacaktı. Böyle bir durum ABD ve müttefiklerinin aleyhine dönebilirdi ve kaldı ki Suriye’de çıkarları Batı’dan ayrışan devletler, başta ABD ve Avrupa olmak üzere Batı ülkelerinde cihatçı terörizmi kullanarak bir çok terör eylemi gerçekleştirdiler ve “mülteci ihracı” tehditinde bulundular.
Böylece çıkarları farklılaşan her devletin kendi cihatçı terör gruplarının olduğu ve taktik olarak ise Esad rejimi karşısında zaman zaman birlikte hareket edildiği bir durum oluştu. Taktik birliktelik tek Esad rejimi karşısında değildi ama Rojava’daki Kürt özerk bölgesine karşı da taktik olarak beraber hareket ediliyordu. Bütün cihatçı terör örgütlerinin birlikte hareket ettiği en son büyük saldırı, Rojava’daki Ekim 2014 ortak saldırısıdır. Bu saldırı karşısında PKK diz çökmek zorunda kalmıştır.
Suriye’de hiçbir devletin kendi cihatçı terör grupları Esad rejimi karşısında tek başına ayakta kalacak durumda olmadığı için, aralarında anlaşmazlıklar olsa da bu terör örgütleri temel düşmana (yani Esad rejimi) Birleşik Cephe politikası uygulamaktadırlar. Bu terör örgütleri için bu Birleşik Cephe taktiği varolmak için zorunludur. Ama ne zaman ki ABD, İsrail ve AB devletleriyle, PYD ile YPG’ye Ekim 2014 Rojava saldırısından sonra çengel attı ve onları kendi stratejik çıkarları temelinde kullanmaya ve bu temelde Kuzey Suriye’de bir “Kürt Koridoru” politikasına geçti, işte bu andan itibaren Türkiye farklı bir politikaya geçti ve Suriye’den tecrit olmamak için, Rusya ve İran ile anlaşarak Astana sürecini başlattı.
Astana süreci, Türkiye’nin, ABD ve müttefiklerinin Kuzey Suriye’de oluşturmak istediği Kürt Koridoru’nu durdurmak için, Rusya ve İran ile taktik işbirliğini öngörüyordu ve bu işbirliğinin Rusya ve İran için temel amacı, Türkiye’nin güdümündeki cihatçı terör örgütleriyle, Batı’nın ve yine Körfez ülkelerinin güdümündeki cihatçı terör örgütlerinin birbirlerinden ayrılmasıydı. Türkiye Kuzey Suriye’ye girişini, Halep ve İdlip’te, ABD, Avrupa ve Körfez ülkelerinin terör örgütleriyle, kendi terör örgütlerini ayrıştıracak olmasına bağlamıştı ya da Rusya-İran-Suriye ekseninin bu yönlü isteğini kabul etmişti. Çünkü AKP bir yerden birşey vermeden başka bir yerde bir şey alamazdı. Bu politikanın sonucunda Halep’teki Birleşik Cephe çöktü ve cihatçı terörizm Kuzey’e doğru yöneldi ve İdlip etrafına sıkıştı. O gün bugündür Türkiye, İdlip ve etrafında kendi cihatçı teröristleriyle, diğer ülkelerin teröristlerini güya birbirinden ayıracak ve bunun sonucunda da Suriye devleti diğerlerini yokedecek!
Türkiye’nin bu taktiğine karşı diğer ülkelerin cihatçı teröristleri ama özellikle de El Nusra İdlip’in büyük bölümünü ele geçirerek karşılık verdi. Suriye devletinin ve Rusya’nın operasyon yapma eğilimine karşı ise, başta ABD ve Avrupa ülkeleri kimyasal saldırı komplosu ile karşılık verdiler. Türkiye ise bir saldırı durumunda ortaya çıkacak bir göç dalgasından endişe ettiğini belirtmekte ve bu endişeyi kullanarak da işleri ağırdan almaktadır.
Obama yönetiminin stratejik vizyonu, cihatçı terörizmin parçalanmasına ve bundan dolayı da Batı tarafından artık kullanılacak bir durumda olmamasına neden olmuştur. Geçerken belirtelim ki, bu cihatçı terör örgütleri içinde Batı’nın, Türkiye’nin ve Körfez ülkelerinin istihbarat elemanları ve özel savaş unsurları yeralmaktadır. İdlip ve çevresine sıkışan cihatçı terörün içerisinde bu unsurların olması ve tek çıkış yolunun Türkiye üzerinden olması, Batı’yı ve Körfez ülkelerini bir noktaya kadar Türkiye’ye bağımlı hale getirmektedir. Bu cihatçıların lojistiği Türkiye üzerinden olmaktadır.
Trump Başkan seçilene kadar durum kısaca buydu.
Cihatçı terörizmin bölgede yeniden toparlanabilmesi için, ABD’nin Körfez monarşileriyle ve Türkiye ile yeni bir stratejik işbirliği geliştirebilmesi gerekmektedir. Bunun ise tek bir yolu vardır, o da Körfez monarşilerine statükonun devamı için güvence vermek, (ki Trump geldiğinden beri bunu yapmıştır) ve Türkiye’nin yeni politik yöneliminin yani AKP-MHP eksenli gelişen Panislamist-Pantürkist yönelimini kabul ederek, bölgede İran ve Suriye rejimlerinin yıkıldığı ve bölgenin ABD liderliğinde Körfez Monarşileri ve Türkiye ile birlikte ortak nüfuz altına alınmasını öngören bir stratejik vizyon üzerinde anlaşılması.
AKP Türkiyesi, görünürde böyle bir işbirliğini kabul etmiştir ancak Trump ABD’si bunun geçmişte olduğu gibi bir taktik yaklaşım mı yoksa stratejik bir yaklaşım mı olduğu noktasında emin değildir.” (3)
Trump Erdoğan’ın ABD karşısında ikili oynadığını ve sürece taktik yaklaştığını bildiği için, ona Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de tuzak kurmuştur (bu noktaya sonra tekrar döneceğiz).
Yukarıda yaptığımız alıntıda, IŞİD ile El Kaide arasındaki farklılık açıkça koyulmuştur. IŞİD Trump’ın da açıkça dediği gibi “Obama ile Hilary Clinton’un çocuğudur” ve Obama döneminde İngiltere, İsrail, Fransa ve Almanya’nın da içinde olduğu Batı ittifakı tarafından tek taraflı kullanılmak için kuruldu. Amaç El Kaide’nin IŞİD içinde eritilerek, Körfez monarşilerinin ellerinden bu bölgesel nüfuz aracının alınması ve bu monarşilerin savunmasız hale getirilmesiydi. Çünkü bu monarşilerin yerine Müslüman Kardeşler hareketi getirilerek ve seçim sisteminin de olduğu bir ılımlı islam rejimi (sözde Türkiye gibi!) düşünülüyordu. Obama yönetimi tarafından Arap Baharı bütün bölgeye yayılacak bir “Ilımlı İslam Baharı” gibi ele alınıyordu. Bu politika Körfez monarşilerinin çıkarlarıyla çelişiyordu ve bu monarşiler Demokrat Parti’nin politikalarına giderek mesafe koymaya başladılar. Çünkü bu politikalar sinsi bir şekilde kendi iktidarlarının altını oyuyordu.Bu mesafe koymanın alanlarından birisi de Ortadoğu’daki cihatçı terör alanıydı. Körfez monarşileri, Obama Yönetimi’nin IŞİD aracılığıyla ellerindeki El Kaide örgütlerini çekip aldığını görünce, bu süreci kesintiye uğratmaya başladılar ve El Kaide kendi içinde çıkan IŞİD’e karşı direnmeye başladı ve böylece iki örgüt arasındaki ayrılık ortaya çıktı.
Suriye içsavaşının patlak verdiği 2010-2011’den 2015’e kadar olan süreçte Türkiye Suriye’de Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile birlikte hareket ediyordu. Bu sonuncuların ise Batı’dan farklı olarak kendi “gizli ajandaları” söz konusuydu. Birlikte Esad rejimini düşürüp ve yeni yönetimde çoğunluğu elde ederek Batı’yı Suriye’den dışlayan bir politikaya sahiptiler. Bundan dolayı Obama Yönetimi, bu ülkelerle birlikte Suriye’de Esad rejimini deviren bir girişimin içinde olmadı. Olmadığı gibi, bir de Suriye’nin kuzeyinde bir “Kürt Koridoru” oluşturarak, bu ülkeleri Suriye’den tecrit etmek isteyen bir politikayı devreye sokunca, Obama Yönetimi ile Körfez monarşileri ve Türkiye’nin arası açılmaya başladı ve hatta bu sonuncuları Avrupa’da tarihin en büyük terör eylemlerini (Paris’te önce Ocak 2015’te Charlie Hebdo, Kasım 2015’te de daha büyüğünü) gerçekleştirerek bu koridorun oluşumunu durdurdular. Obama döneminde Suriye’de Batı ittifakına (Atlantik, Körfez monarşileri ve Türkiye) son darbeyi de Türkiye vurdu. Türkiye Rusya ve İran ile 2015’ten itibaren anlaşarak ve Suriye sınırındaki bölgelere askeri harekat yaparak farklı bir yol tutmaya başladı. Böylece Suriye’deki cihatçılar da üç merkez şeklinde ayrışmaya başladılar:IŞİD’çiler, Körfez monarşilerinin El Kaide’ci cihatçıları, ki bunlar daha çok İdlib etrafında yoğunlaştılar ve Türkiye’nin önce ÖSO sonra da SMO olarak adlandırdığı merkez oluştu.
IŞİD El Kaide içerisindeki Batı yanlısı cihatçıların, El Kaide’yi bölmesi ve sonrasında tamamen kendisine katmak istemesi temelinde ortaya çıkan bir örgüttür. El Bağdadi’nin bir Batı ajanı olduğundan ve El Kaide’yi içeriden ele geçirmek için örgüt içine sızdırıldığından şüphe yoktur. Bağdadi’nin lider özellikleri olmayan bir lider olduğunu bizzat İndependent Türkçe’ye verdiği bir röportajında HTŞ lideri Colani (şimdi Ahmed Eş Şara) söylemiştir:
“Onunla tanıştım. Dürüst olmak gerekirse, ona biraz şaşırdım. Durumları analiz etme konusunda büyük bir yetkinliğe sahip değildi. Güçlü bir kişiliği yoktu. Uzun bir süre Irak savaşından kopuktu, çünkü Bucca hapishanesinden çıktıktan sonra Suriye'ye gitti ve o sırada geri dönmeden önce 3 ila 4 yıl orada kaldı.
El Kaide örgütünün ve IŞİD'in liderleri arasında tanınmıyordu. Onu tanımam gerekiyordu. Aramızda iletişim kuracaktı ve iletişim mektuplar aracılığıyla olduğunda, kişiyi iyi tanıyamazsınız.
Büyük bir sorumluluk, Suriye sorumluluğu üstlenecektim, bu yüzden kişisel bir ilişki olması gerekiyordu, gözümün onu doğru düzgün tanımasına izin vermem, beynimin onu doğru düzgün dinlemesine izin vermem gerekiyordu, böylece onunla nasıl konuşacağımı veya durumları değerlendirme ve emir verme yeteneğini nasıl değerlendireceğimi bileceğim.
Bunu doğru düzgün inceliyor mu, incelemiyor mu? Bu yüzden kendime bu fırsatı verdim. Bu yüzden talep ettim. 'Gitmeden önce görüşmeliyiz' dedim ve o da bu fikri memnuniyetle karşıladı ve hemen cevap verdi.” (4)
IŞİD Körfez monarşileriyle sıkı ilişkiye sahip olan El Kaide içerisinden çıkarken yapay ve sekter bir ideoloji üzerine bina edilmişti. IŞİD programı ile siyasi ve askeri çizgisini oluşturan Batı, IŞİD’in El Kaide’den farkını sekterizm ve taktik başarı üzerine oturtmuştu. Radikal eylemler ve bu eylemlerin kendi gizli operasyonlar ile örtülerek sürekli kılınması, bilinçsiz ve deneyimsiz genç El Kaide kadrolarının IŞİD’e geçmesine neden olacaktı. Kısacası bu “öfkeli cihatçı gençler” birer robot gibi düşünülmüşlerdi. Ama Selefi cihatçı hareketin belirli bir geleneği ve ideolojisinin de referansları vardı ve de o kadar robot değillerdi.
Körfez monarşileri kendi gizli servisleri aracılığıyla El Kaide örgütünün eriyerek IŞİD’e dönüşmesinin önüne geçti ve böylece Batı’nın gerçekleştirmek istediği El Kaide’nin IŞİD’e dönüşüm süreci kesintiye uğradı. IŞİD-El Kaide bölünmesi, Demokrat Parti ABD’si ile Körfez monarşilerinin Ortadoğu’da stratejik olarak ayrışmalarının sonucuydu. Obama Yönetimi’nin yanlış ve isabetsiz politikaları, Ortadoğu’da Batı ittifak kampının farklı merkezlere ayrışmasına neden olmuştur. Devletler düzeyindeki bu ayrışma da cihatçı terör örgütleri arasında ayrışmaya neden olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Trump ikinci defa başkan seçildiği zaman ve Esad rejimi düştüğü zaman, Obama döneminde yapılan hataların düzeltildiğinden bahsetmiştir.
Trump ilk başkan seçildiği 2016’da ve göreve başladığı Ocak 2017’de, Obama döneminde Ortadoğu’da yaratılan ayrılığın giderilmesiyle işe başladı. Körfez monarşilerine güçlü güvenceler ve rejimleri noktasında garanti vererek stratejik işbirliği önerisini onlara götürdü. Obama’nın Körfez’de Müslüman Kardeşler politikasını rafa kaldırdı ve IŞİD’in El Kaide’yi zayıflatması (ki Körfez monarşilerinin bölgede yayılma ve nüfuz elde etme aracı) politikasına tek son vermekle kalmadı ama Suriye’de Körfez monarşilerinin önderliğinde bir cihatçı rejimi dahi kabul etti. Trump’ın stratejisi, Suriye ile İran politikasında bir işbölümünü öngörüyordu ve bu stratejiye göre, Türkiye denge politikasını terkederek Batı’ya bağlanacak ve bu temelde Türkiye ile Körfez monarşileri birlikte Esad rejimini devirerek,Suriye’yi birlikte kontrol edeceklerdi. Bu kazanıma dayanarak da hep beraber İran rejimi devrilecekti. Erdoğan bu politikayı görünürde kabul ediyordu ama pratikte hep ayak diredi.
İşte Trump Körfez monarşilerine güven vermek için, IŞİD’i Suriye’de geri çekti ve Körfez’in iplerini elinde tuttuğu El Nusra’nın (ki hemen Ocak 2017’de HTŞ yapıldı) önünü açtı. Obama döneminde IŞİD sürekli olarak El Kaide örgütlerine saldırarak onları zayıflatıyordu ve bu durum cihatçı cepheyi sürekli zayıf düşürüyordu. Obama’nın korktuğu şeylerden birisi de, Körfez monarşileri ile Türkiye’nin birlikte Esad rejimini düşürmesi ve yine hep beraber Rojava’ya saldırarak, buradaki özerk yönetimi yok ederek Batı’nın planlarını baltalamasıydı. Bundan dolayı IŞİD sürekli olarak El Kaide örgütlerine saldırarak onları zayıf tutuyordu.
Trump Obama’nın bu politikasını değiştirdi. Tahminlerimize göre,Trump Yönetimi ile Körfez monarşileri ve Türkiye arasında, Suriye ve İran rejimlerinin yıkılması noktasında bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşmada Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasında Türkiye ile Körfez monarşilerinin sahadaki cihatçılarıyla birlikte, Türk Ordusu da direk kullanılacaktı. Türkiye’nin bu temelde angajmanı, onun Batı yanına geçtiğinin de bir göstergesi olacaktı. Çünkü Suriye’ye böyle açıktan bir giriş, Türkiye’nin Rusya ve İran ile açıkça cepheleşmesi demekti. Trump’ın ilk döneminde Erdoğan hiçbir zaman böyle bir politikaya söz vermesine karşın girişmedi ve Doğu’lu güçleri karşısına almaktan hep çekindi.
İşte Colani ile HTŞ’nin önü 2017’de Trump ilk başkan seçildiği zaman açıldı. Bu açılmada IŞİD’in ABD ve müttefikleri tarafından geri çekilmesi büyük rol oynamıştır. Yapılan anlaşmaya uygun olarak Trump, IŞİD’çilerin önemli bir kısmını kamyonlara bindirerek (sözde yakalayarak) Rojava’daki hapisanelere kapattı. Bir diğer kısmı da ABD’nin kontrolü altında olan bölgelerde (Suriye’nin Irak ve Ürdün sınırına yakın bölgelerinde) “yeraltında” bekletilmektedirler. Suriye’de Esad meselesi halledildikten sonra, Rojava’daki bu IŞİD’çiler Rojava’da yapılacak bir “kargaşada” kurtarılarak, İran için kullanılacaktır (Bu noktaya PKK ile ilgili bölümde tekrar döneceğiz).
Trump ABD’si ve onun sadık müttefikleri olan İsrail, İngiltere,Fransa ve Almanya ile Körfez monarşileri arasında bir stratejik ittifaklık ilişkisi söz konusudur. Bu sonuncuların Erdoğan Türkiye’si ile de bir taktik ittifaklıkları söz konusudur. Esad rejimini işte birincileri yani Batı ile Körfez monarşilerinin kontrol ettiği cihatçılar yıkmıştır ve Türkiye’nin de onların peşine takılmasını sağlamıştır. Erdoğan Batı ile yapılan anlaşmaya uymayarak (Devlet Bahçeli’nin bastırmasına ragmen) Türk Ordusu’nu Suriye’ye sürmemiş ve sadece Türkiye’ye bağlı cihatçıların önünü açarak katılmasını sağlamıştır ve bu haliyle de Rusya ve İran ile karşı karşıya gelmekten kaçınmıştır.
Suriye’de cihatçı terörizmin iktidar yapılması ve bu temelde Körfez monarşilerine güven ve insiyatif verilmesi politikası daha önce Afganistan’da, Taliban’ın tekrar anlaşma yoluyla iktidara getirilmesinde görülmüştür. Gerek Afganistan’da gerekse de Suriye’de cihatçı terörün iktidara gelmesi, Trump ABD’si ve müttefikleriyle (İngiltere ve İsrail), Körfez monarşileri arasında gerçekleşmiş olan ittifak politikalarının sonucudur. Türkiye bu sürecin dışındadır ve bu sürece Türkiye, denge siyasetini bıraktığı ya da bıraktırıldığı zaman stratejik olarak ancak girebilecektir.
Taliban’ın Afganistan’da iktidara geliş biçim ve yöntemleriyle, HTŞ’nin Suriye’de iktidara gelişi arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır ve bu benzerlikler öyle üzerinden atlanılacak bir yapıda değildir. İki ülkede cihatçıların iktidara gelişinin, arka planda bazı devletler tarafından özenle hazırlandığından ve kumanda edildiğinden kuşku yoktur. Taliban öteden beri başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez monarşileri tarafından desteklenen bir cihatçı harekettir ve onları Afganistan’da iktidara getiren, Trump Yönetimi’nin eski ABD politikasını yani Afganistan’ı Batı’nın tek taraflı (Körfez monarşilerini dışlayarak) yönetme anlayışına son veren politikasıdır. Trump Yönetimi’nin Körfez’e bu alan açması ve onların da insiyatif alarak bölge ve dünya politikasına Batı’nın yanında bu katılmaları, birçok yeni politikanın temelini oluşturmaktadır. İşte bu Körfez monarşileri hem Taliban’a hem de HTŞ’ye daha ılımlı olmalarını tembih ederek, Batı ile ilişkilerin gelişmesi ve onların çıkarları yönünde hamleler yapmasını salık vererek, onların Batı tarafından kabul edilebilir hükümetler olmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu ılımlı görünme politikasının altında Körfez’in PR çalışması bulunmaktadır. Bu terör örgütleri, ılımlı ve Batı’nın çıkarlarıyla uyumlu göründükçe, Körfez monarşilerinin Batı ile ittifak ilişkileri hem güçlenmekte hem de Batı’nın daha fazla Körfez monarşilerine bağımlı hale gelmeleri durumu ortaya çıkmaktadır.Böylece ABD’de Demokratlar iktidara geldiklerinde, kendi rejimlerini hedef alabilmeleri de zorlaşacaktır.
HTŞ’nin iplerinin Körfez monarşileri tarafından tutulması tespiti, İsrail’in son zamanlardaki Suriye saldırılarının nedenlerinin açıklanmasında bize yardımcı olmaktadır. Körfez monarşileri ile İsrail arasında sorunsuz bir ilişki olduğunu sanmak yanıltıcıdır. Monarşiler hem kendi ülkelerinde hem de İslam dünyasında, Filistin sorununun baskısı altında bulunmaktadırlar. İsrail’e Filistin sorununda sonsuz kredi açacak durumda değildirler. Filistin davasının savunulmasının bırakılması, kendi monarşilerinin de yakın ve orta dönemde sonu olacaktır. İşte İsrail’in korkusu bu cihatçıların zaman içinde Körfez monarşileri ile çelişkileri tekrar ortaya çıktığı zaman kendisine dönme potansiyelidir. Bu cihatçılar İran etkisinin dışlandığı Selefi bir Filistin davasını öne çıkarabilirler ve İsrail’i zora sokabilirler. HTŞ’nin Körfez monarşilerinin denetiminde olması ve bu monarşiler ile İsrail arasındaki ilişkilerin güvensiz bir temele dayanması, İsrail’i HTŞ noktasında tetikte tutmakta ve İsrail’i daha çok Rojava ve Güney Kürdistan ile ilişkilere sürüklemektedir.
Ama Suriye ile ilgili olarak bir nokta belirtilmeden konu eksik kalacaktır. Esad rejiminin düşüşü sırasında Rusya ile bir eşgüdümün olduğu ve Esad’ın arkasında durmaması için bir anlaşmanın yapıldığı da doğrudur ve bizim tahminlerimize göre Putin, HTŞ’nin iplerini Körfez monarşilerinin tuttuğunu bildiği için, Körfez monarşileri (özellikle Suudi Arabistan ve BAE) aracılığıyla ve Suriye’de üslerinin kalacağı tavizi karşısında Esad’ın arkasında durmamıştır. Suriye’deki tavizi ise ABD’nin Ukrayna’da vereceği tavizle dengelemiştir.
Rusya Suriye’de tam olarak kaybeden olmayabilir. Rusya ile Körfez monarşileri arasında, ABD iç politikasının yarılmasından kaynaklanan bir yakınlaşma da söz konusudur. Monarşilerin Demokrat Parti ile sorunlarının olması ve onların iktidara gelmeleri durumunda, Körfez’in yüzünü daha çok Rusya,Çin,İran ve Türkiye’ye döndüğü ve ABD’yi dengeleyen bir politika izlediği geçmiş deneyimlerden sabittir. Körfez’in bu denge gözeten durumu, Rusya ile Suriye’de bir denge kurulmasına neden olarak, Rusya’nın Suriye’deki üslerinin korunması ile sonuçlanması mümkündür. Bunu bekleyip ve göreceğiz.
Körfez monarşilerinin Demokratlarla problemi, zaman içinde onları Suriye’de eğer Erdoğan rejimi devam ederse, Türkiye ile sıkı bir işbirliğine de sürükleyebilir ve bu temelde HTŞ ile SMO’nun birlikte Rojava’ya karşı kullanıldığı bir politikaya da neden olabilir. Bu durumda bu sonuncular (Körfez ile Türkiye), zor durumda olan Rusya ve İran’ı da peşlerine takarak Rojava’ya ortak bir saldırı dahi gerçekleştirebilirler. Devletler düzeyindeki bu gri ilişkiler anlaşılmadan, siyasi sürecin yönünün doğru tahmin edilmesi mümkün değildir.
Teorik olarak, Suriye’de HTŞ önderliğinde Esad rejiminin düşüşü, Batı’dan bağımsız bir politika izleyen AKP ile PKK’nin kuşatılmalarına da bir giriş oluşturmaktadır. Bu iki harekete Batı ile Körfez monarşileri Suriye’de bir tuzak kurmuş durumdadırlar.
Görüldüğü gibi cihatçı terörizmin jeopolitiği çok açıktır ve olaylarda bir gizem ve karmaşıklık yoktur. Sadece insanların kafaları karışık olduğu içindir ki, olayları karmaşık görmektedirler.
(devam edecek)
DİPNOTLAR:
2-IŞİD üzerine olan şu üç makaleye daha fazla bilgi için bakılabilinir:
-IŞİD’in (İslam Devleti) Arkasındaki Güçler ve Stratejik Hedefleri:
http://www.komunistdunya.org/news.php?readmore=180
-IŞİD:Batı Emperyalistlerinin Ortadoğu’da “Truva Atı”:
http://www.komunistdunya.org/news.php?readmore=182
- “Cihatçı Terörizm”in Yeniden Yapılandırılması Üzerine:
http://www.komunistdunya.org/news.php?readmore=272
3-Bak: Kemal Erdem, “Cihatçı Terörizm”in Yeniden Yapılandırılması Üzerine.
4- https://www.indyturk.com/node/750107/yazarlar/ht%C5%9F-lideri-colani-kimdir