Çanlar Kimin İçin Çalıyor? (VI)

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın, devrimci siyasete getirmiş olduğu yeni boyut anlaşılmadan, olayların mantığı anlaşılmaz. Devrimci hareket içerisinde çok yaygın bir yanlış devrim anlayışı söz konusudur. Tek burjuva devlete karşı değil ama kapitalizme karşı da direk cepheden saldırma ve yıkma anlayışı söz konusudur. Devrimin cepheden olmayan ama yan yolları da kullanan ve bazen (hatta çoğu zaman) reformların arkasına gizlenerek, bu reformların sürekli olarak ilerletilmesiyle gerçekleşebileceği çoğu zaman gözardı edilmektedir. Bu devrim tarzı devrimci literatürde, pasif devrim olarak ifade edilmektedir. Hatta yöntem olarak direk devrimden daha üstündür. Çünkü iktidarın içsavaşa sürüklenmeden ele geçirilmesine imkan tanımaktadır. Bu tür bir devrim tarihsel sonuçlar bakımından direk devrim ile aynı sonuçları üretir. Konjonktürün direk devrime mi yoksa pasif devrime mi olanak tanıdığının anlaşılması büyük önem arzeder. Pasif devrim olanağının olduğu bir anda, direk devrim metodlarının kullanılması ters sonuçlar üretir ve büyük bir stratejik darbe yeme ile sonuçlanabilir. Bundan dolayı sürecin karakterinin doğru belirlenmesi büyük önem arzetmektedir.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor? (VI)

Çanlar Kimin İçin Çalıyor? (VI)

Kemal Erdem

Kandil’in Erdoğan ve Öcalan Karşında Zor Görevi-II

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın, devrimci siyasete getirmiş olduğu yeni boyut anlaşılmadan, olayların mantığı anlaşılmaz. Devrimci hareket içerisinde çok yaygın bir yanlış devrim anlayışı söz konusudur. Tek burjuva devlete karşı değil ama kapitalizme karşı da direk cepheden saldırma ve yıkma anlayışı söz konusudur. Devrimin cepheden olmayan ama yan yolları da kullanan ve bazen (hatta çoğu zaman) reformların arkasına gizlenerek, bu reformların sürekli olarak ilerletilmesiyle gerçekleşebileceği çoğu zaman gözardı edilmektedir. Bu devrim tarzı devrimci literatürde, pasif devrim olarak ifade edilmektedir. Hatta yöntem olarak direk devrimden daha üstündür. Çünkü iktidarın içsavaşa sürüklenmeden ele geçirilmesine imkan tanımaktadır. Bu tür bir devrim tarihsel sonuçlar bakımından direk devrim ile aynı sonuçları üretir. Konjonktürün direk devrime mi yoksa pasif devrime mi olanak tanıdığının anlaşılması büyük önem arzeder. Pasif devrim olanağının olduğu bir anda, direk devrim metodlarının kullanılması ters sonuçlar üretir ve büyük bir stratejik darbe yeme ile sonuçlanabilir. Bundan dolayı sürecin karakterinin doğru belirlenmesi büyük önem arzetmektedir.

Şimdi de bu bilgiler ışığında AKP ile PKK arasındaki taktik anlaşmaya gelelim.

Son defa ve tekrara düşerek, olayların çerçevesini kısaca çizelim: AKP’nin PKK ile anlaşma ihtiyacı tek Suriye’deki gelişmelerle ilgili olmayıp, AKP’nin kendi rejimini kurtarmasıyla ilgilidir. Aslında büyük oranda ABD siyasetindeki değişimle ilgilidir. AKP’nin PKK açılımı, AKP ile MHP’nin ortak açılımı değildir. Tam tersine AKP ile MHP aynı düşünmediği için yapılmış bir açılımdır. Bu açılım özü itibariyle MHP’ye karşı yapılmış bir açılımdır. Amaç PKK (DEM) ile anlaşarak ve bu anlaşmaya CHP’yi de çekerek, MHP ile meşru zeminde siyasi boşanmagerçekleştirmektir. Çünkü MHP, ABD-İngiltere ittifakının ya da kısaca Batı ittifakının devlet içindeki ajanıdır ve sinsi bir şekilde darbelerini ABD ve İngiltere ile ortaklaştırma arayışı içindedir. ABD Türkiye’nin denge siyasetini yoketmek ve onu tekrar sıkı bir şekilde Batı’ya bağlamak için, AKP iktidarını yıkarak, MHP odaklı bir iktidarın oluşumunu sağlamaya çalışmaktadır. Bu noktada ABD, AKP’nin iç siyasette sıkışabilmesi ve CHP ile DEM’e yanaşmasını önlemek için, PKK-PYD üzerinden AKP’ye şiddetli bir saldırı gerçekleştirerek ya da bu savaşı kışkırtacak ortamı yaratarak, AKP’nin hem iç politikada hem de dış politikada tecrit olmasını sağlamak istemektedir. Şiddetli bir AKP-PKK (PYD) savaşında, AKP’nin İmralı, Kandil, DEM Parti ve CHP ile başlattığı yakınlaşma siyaseti yok olacak ve AKP MHP’ye mahkum olacaktır. Dış siyasette de ABD, AKP’nin Kürtlere olan savaşını bahane ederek, Erdoğan ile AKP üzerinde dış baskıyı arttırarak, Putin ile Rusya’ya yapılan yaptırımlara benzer yaptırımlara baş vurarak Erdoğan’ın iktidardan düşmesine çalışacaktır.

Ama aynı süreç, PKK’nin de kerte kerte tasfiye edilme süreci olacaktır. Çünkü ABD ikili oynayarak, bir yandan PKK-PYD’yi arkadan destekleyerek AKP üzerinde yıkıcı olmasını sağlayacaktır; öte yandan da Türkiye’ye istihbarat desteği vererek PYD içindeki PKK kadrolarını tasfiye edecektir. Kısacası IŞİD ile yaptığı gibi oyun içinde oyun kuracaktır. PKK’nin bu iki süreç karşısında yani AKP ile savaşırken ABD karşısında tutunması mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki, bu savaştan uzak durması gerekmektedir.

Bu kısa analizde de çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, Erdoğan ile AKP’ye yönelen darbe ABD merkezli olup ve bu darbe içerisinde PKK temel bir yere sahiptir. Erdoğan çok doğru bir şekilde, ABD’nin planının PKK kısmını yok ederek ya da İmralı’da Abdullah Öcalan ile anlaşarak ve onun üzerinden ABD planının PKK kısmını çekip alarak, ABD’nin kendi iktidarına karşı yöneltmiş olduğu darbeyi boşa düşürmek istemektedir. Şayet Erdoğan ABD ile birlikte hareket etmiş ve denge siyasetine son vererek Batı ile stratejik bir düzlemde buluşmuş olsaydı, PKK ile anlaşmasına gerek yoktu. PKK ile anlaşma ihtiyacı, Erdoğan’ın ABD ile stratejik olarak çatışmasının ifadesidir.

Olayın çerçevesini kısaca ortaya koyduktan sonra, bu çerçeve içerisinde PKK için çıkış yolunun ne olabileceği noktasında mantık yürütmeye çalışalım.

Geçen yıl Ocak-Mart arasında yazdığım “AKP-MHP Kavgası ve Muhalefet” (6) makalesinde, içine girilen bu sürecin geleceğini o zaman tahmin etmiş ve bu nokta ile ilgili olarak bazı fikirler ileri sürmüştüm. Hatta daha o zamanlar, Trump’ın seçilebileceğini ve bu durumda büyük fırsatlar ile birlikte büyük risklerin ortaya çıkacağını da belirtmiştim. Aslında riskler, fırsatların değerlendirilememesinin yaratmış olduğu olumsuz eğilimlerin yoğunlaşmış şeklinden başka bir şey değildir. Fırsatlar ne kadar çok heba edilirse, riskler de o kadar çoğalır ve stratejik zayıflığın tescili sonucunda da “kör talih” olarak karşımıza dikilir. Daha yakından bakıldığı zaman aslında ortaya çıkan felaket, tarihsel ve konjonktürel süreçlerin yanlış ele alınmasının sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. O zaman riskleri azaltmak demek, güçlü bir ideolojik ve felsefi temele dayanarak güçlü bir strateji temelinde mantıklı bir taktik planlar sistemi kurmak ve bütün harekete de bunu kavratarak, doğru kadrolar ile hedefe ilerlemek demektir.

Bunları niçin yazıyoruz?

Çünkü tarih ve talih PKK için kapıyı ikinci defa çalmıştır ve kesin olan şudur ki, üçüncü defa çalmayacaktır. Birinci Barış ya da Çözüm Süreci’nde (2013-2015) PKK’nin Kandil Önderliği, Abdullah Öcalan’ın ne yapmak istediğini tam olarak anlamayarak yanlış bir stratejiye yönelmiş ve bunun sonucunda istenilen siyasi başarı ortaya çıkmamıştır. Bu sürecin ayrıntılı bir analizini, “PKK ve Ortadoğu Devrimi” (7) kitabımda bulunan “İmralı Notları ve Barış Süreci” makalesinde ele almış ve Abdullah Öcalan ile PKK’nin Kandil Önderliği arasındaki ideolojik ve siyasi dekalajı ayrıntılı bir şekilde göstermiştim. Bundan dolayıdır ki, içine girilen süreçte de aynı yanlışların yapılması riski bulunmaktadır.

AKP’nin PKK ile masaya oturması ve geçici bir taktik anlaşma yapmak istemesi AKP için nasıl bir zorunluluksa, AKP ile taktik bir anlaşma yapmak için masaya oturmak PKK için de bir zorunluluktur. Bunun dışında bir yaklaşım yanlıştır. Bu zorunluluk ise kaçınılmaz olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı sürecin merkezine koymaktadır. Burada bütün mesele sürecin nasıl bir stratejik perspektif ile ele alınacağı ve Öcalan ile Kandil’in bu stratejik perspektif içinde nasıl birbirlerine kenetleneceğidir. Devlet ya da AKP, PKK’nin bu iki yanının (PKK’nin teorik ve pratik önderlik yanlarıdır) PKK’ye yarayacak şekilde değil ama AKP’ye yarayacak şekilde kenetlenmesi için çaba sarfetmektedir. Çünkü Öcalan’ın tecritten çıkışını buna bağlamış durumdadır. Öcalan ise bu zorluğu iki şekilde aşmak istemektedir: AKP’yi aldatma ve Kandil’in kendisini sorunsuz takip etmesi. İşte Öcalan’ın sorunu bu ikinci noktada başlamaktadır.

Birinci Çözüm Süreci’nde de (2013-2015) görüldüğü gibi, Kandil’in Öcalan’ı anlama ve onu takip etmek noktasında büyük sorunları bulunmaktadır. Bu sorunların kaynağı ise yüzde 80-90 ideolojik yetersizlikten kaynaklanmaktadır. Kandil’deki ideolojik yetersizlik Öcalan’a bir güvensizliğe neden olmakta ve onun sanki “zor koşullar altında ideolojik ve siyasi taviz” verdiği hissiyatına neden olmaktadır. Kandil’in bu mantık yürütüşü yanlıştır! Öcalan’ın güçlü bir ideolojik yapısı ve bu yapının neden olduğu yeni bir devrim anlayışı söz konusudur. İçine girilen süreçte devrim tek aşağıdan değil ama yukarıdan aşağı doğru da olacaktır. Taviz sadece görünürdedir ve Kandil’in Öcalan’ı sorunsuz izlemesinde hiçbir sakınca yoktur.

PKK’nin doğru hareket tarzı yani doğru bir stratejik ve taktik yapının ortaya konması, büyük oranda AKP’nin doğru analiz edilmesine bağlıdır. Bu analiz temelinde AKP’nin zayıf ve güçlü noktalarının belirlenmesi ve de politik adımların bu temelde atılması gerekmektedir. AKP’nin doğru analiz edilmesi noktasında, Kandil’in ideolojik bir yetersizliği söz konusudur. Bu yetersizlik Öcalan’ın devletin tecritini aşmasına da engel olmaktadır. Sorun şudur: Öcalan AKP ile olan taktik ilişkiden dolayı kesişme siyaseti uygulamak zorundadır ve bu siyaset ise aldatmaya dönük olan görünür siyasettir. Bu siyasetin altına kendi gizli ajandasını yerleştirmiştir ve Kandil’in görünür siyaset altındaki gizli ajandayı çözerek siyaset yapması gerekmektedir. Bütün sorun Kandil’in bu gizli ajandayı ne kadar anladığı ve anlamadığı ile ilgilidir.

Öcalan’ın sorunu, devletin tecriti ve bu tecritin kendisine dayattığı ağır koşullar ve bu koşullardan dolayı Kandil’e mesajını kodlanmış şekilde gönderme zorunluluğu ve Kandil’in bunu anlaması sorunuyken; Kandil’in sorunu, Öcalan’ın gizli ajandasını doğru anlama ve AKP’nin kendisine kurmuş olduğu tuzak ya da tuzakları bertaraf etmeyi bilme oluşturmaktadır. Bu ilişkide AKP’nin amacı ise, Kandil’in Öcalan’ın mesajını görünen anlaşmaya göre almasına çalışmak ve Öcalan’ın gizli ajandasını farketmeni engellemeye dönüktür. Aslında normal koşullarda yani Kandil’in ideolojik olarak yetkin olduğu bir durumda, İmralı’dan gelecek olan bir mesajın ne olduğunun önemi olmaması gerekir. Kandil’in Öcalan’ın ideolojisinin ana iskeletini izleyerek ne yapacağını bilmesi gerekir. Tek bir sözcük ile herşeyi anlamalıdır. Aslında ortaya çıkan bu karmaşa, Kandil’in kafa karışıklığının ürünüdür ve bundan dolayıdır ki, endişeli bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

O halde Kandil’in nasıl hareket etmesi gerekir?

Kandil’in Öcalan’ın gizli ajandasını anlayabilmesi ve uygulayabilmesi için (unutmamak gerekir ki KCK Eşbaşkanlığı uygulama yani pratik kurumudur) AKP’nin zayıf ve güçlü yanlarını önce açığa çıkarması gerekmektedir.

O halde AKP’nin güçlü ve zayıf yanlarının ne olduğunu önce ortaya koymak gerekmektedir.

AKP’nin güçlü yanları:

1-Devletin kurumlarını büyük oranda eline geçirmiş olması. Bu temelde siyasetini rahat bir şekilde merkezileştirmekte ve yekpare hareket edebilmektedir. Ama bu durum, sürecin sonunda zayıf noktası haline gelebilir. Ama muhalefetin süreci doğru kullanması koşuluyla.

2-Doğu’lu güçler ile (Rusya, Çin ve İran) kurmuş olduğu yakın ilişkiler.

3-Muhalefeti bölme kapasitesi.

4-Esnek bir politika uygulama kapasitesi ve bu esneklik ile manevra yapma kabiliyeti.

5-Dünya siyasetini ve güç ilişkilerini yaklaşık olarak doğru okuma kapasitesi.

6-Uzun zamandan beri iktidarda olmanın vermiş olduğu siyasi tecrübe.

AKP’nin zayıf yanları:

1-ABD’nin ama özellikle de Trump’ın Erdoğan’ın denge siyasetine son verme kesin kararı ve bu temelde ona karşı hazırlamış olduğu tuzak. Bu nokta büyük bir belirsizlik kaynağıdır ve Erdoğan bu noktada Trump’ın nereye kadar gidebileceğini kestirememektedir. Bu durum Hitler’in Polonya’yı işgal ederken düştüğü duruma benzemektedir. Bu Trump korkusudur ki Erdoğan’ın Öcalan ile masaya oturmasına ve tarihin en büyük riskini almasına neden olmuştur. Kandil Stalin gibi bu belirsizliği işlemek zorundadır!

2-Erdoğan’ın Devlet Bahçeli ile ittifakı ve bu ittifaktan kurtulma çabası onun başka zayıf bir noktadır ki, ABD ile olan çelişkinin iç politikadaki uzantısıdır. Erdoğan’ın İmralı açılımının altında, CHP’yi de yanına alarak MHP’den kurtulma çabası yatmaktadır. MHP’den kurtulmak isterken PKK-DEM-CHP ile taktik bir ittifak kurarak ve MHP’yi dengeleyerek, onun yıkıcı etkilerini sınırlamak ve onu devlet içinden atmak istemektedir. İşte bu ittifaklık süreci boyunca bazı tavizler verecektir ve bu tavizlerin Kandil tarafından doğru işlenmesi büyük önem arzetmektedir. AKP MHP ile olacak olan kopuşmanın boyutlarını, ABD ile olduğu gibi tam olarak kestirmemektedir.

3-AKP’nin bir başka zayıf noktası Suriye’dir. Erdoğan bu zayıf noktayı aldatma ile örterek Kandil’in kafasını karıştırmak istemektedir. Suriye’de HTŞ’nin kendi güdümünde olduğu görüntüsü oluşturarak, PKK ile PYD’nin kendi çizdiği çerçeveye girmesi için baskı yapmaktadır. HTŞ Türkiye’nin değil Körfez’in güdümündedir. Kandil ABD ve İsrail ile ilişkileri doğru ayarladığı andan itibaren HTŞ faktörü devre dışı kalacaktır. HTŞ’nin Türkiye’ye yanaşması ABD’de Demokratların tekrar hükümete gelmesiyle ortaya çıkacaktır. Çünkü bu durumda Körfez ABD’ye mesafe koyarak, Türkiye, İran, Rusya ve Çin’e taktik olarak yaklaşan bir pozisyon alacaktır. İşte bu pozisyon HTŞ’yi Türkiye ile ortak bir politikaya çekebilir. Ama Trump döneminde PKK, İsrail ile yakınlaşmayı doğru yapabilirse, HTŞ İsrail üzerinden hareketsiz tutulabilir ve bu da Erdoğan’a büyük bir darbe demektir.

4-Erdoğan’ın bir diğer zayıf noktası, İsrail ile İran arasındaki çelişkinin keskinleşmesidir. Bu çelişki Kandil’e (PKK-PYD) büyük bir manevra alanı açmaktadır (bu noktaya sonra tekrar döneceğiz).

5-Türkiye’deki ekonomik kriz, AKP’nin bir diğer zayıf noktasıdır ve Erdoğan’ın manevra alanı üzerinde kısıtlayıcı etkide bulunmaktadır.

6-Erdoğan’ın bir diğer zayıf noktası ise uluslararası alanda işlemiş olduğu suçlar (İran ambargosunun delinmesi, IŞİD ile ilişki, petrol kaçakçılığı, kara para aklama, yolsuzluk vs.) ve kendisinden sonra ailesinin güvenliği meselesidir (bu noktaya az ileride tekrar değineceğiz).

Erdoğan ile AKP’nin güçlü ve zayıf yanlarını bu şekilde özetlemek mümkündür. AKP’nin güçlü ve zayıf yanları kendi içinde bir denge oluşturmaktadır ve işte Kandil bu denge içinde, onun zayıf yanlarının ağırlığını arttırarak, güçlü yanlarının da zayıflamasını sağlayarak, AKP’nin dengesinin bozulmasını hedeflemelidir. AKP ile ortaya çıkan taktik anlaşma onun dengesinin bozulmasına giriştir. Bu anlaşmaya sıkıca sarılarak ve akıllı bir şekilde zincirin başka halkalarına geçerek, Öcalan’ın gizli ajandasını gerçekleştirmeyi bilmek gerekmektedir.

Kandil’in Öcalan’ın gizli ajandasını uygulayabilmek için etkili bir strateji ve buna uygun düşen bir taktik planlar sistemi oluşturması gerekmektedir. Ama bu stratejinin AKP, ABD, İsrail ve İran ile çıkarların kesişmesi siyasetine uygun ama bütün bu güçlerden ayrı ve bağımsız da bir yapıya sahip olması zorunludur. Bundan çıkan sonuç ise, Kandil’in bu güçler ile olan kesişme ve ayrım noktalarını iyi belirlemesi ve bu noktaları birbirleriyle doğru bir şekilde bağlaması gerekmektedir.

Farklı güçler ile olan kesişme ve ayrım noktalarının doğru belirlenmesi, ancak küresel ve bölgesel bütünlük içerisinde güçlerin doğru ölçülmesi ve bu ölçüm sonucunda ortaya çıkan göreli ağırlıkların birbirleriyle doğru ilişkilendirilmesi temelinde elde edilebilir. Devletlerin ya da güçlerin ne dediklerinin bir önemi yoktur. Önemli olan onların kapasitelerinin sınırlarını tarihsel ve konjonktürel olarak doğru koymak ve bunun gereklerini yapmaktır. Böyle hareket edildiği zaman en küçük gücün dahi büyük bir stratejik öneminin ve ağırlığının olduğu görülecektir.

Kandil’in ortaya koyacağı stratejik yapı, Öcalan’ın gizli ajandasının ya da stratejisinin “ete ve kemiğe” bürünmüş şekli olacaktır. Onun söyleyemediklerinin Kandil tarafından yapılması olacaktır. Öcalan’ın gizli ajandası ile Kandil’in stratejisi özünde aynı şeydir. Bunu iyi kavramak gerekmektedir.

O halde Öcalan’ın gizli ajandasını daha da somutlaştırmak gerekmektedir. Çünkü somutlaşan strateji, Kandil’in “ev ödevini” de belirlemiş olacaktır.

Olaylara daha yakından baktığımız zaman, üç hareketin (AKP, MHP ve PKK-DEM) temel hedefinin, Trump’ın iktidarı boyunca yani en azından dört-beş yıl büyük bir darbe yemeden ayakta kalmak ve mümkünse rakiplerini en kötü siyasi ve askeri pozisyona sokmaktır. Bu bir siyasal döngüdür ve bunu belirleyen ise ABD seçimleridir. Stratejik vizyonun ABD seçim döngüsü temelinde kurulması zorunludur. Bu siyasi döngü bir ölçü gibi ortaya çıkarak, siyasetin ritmi ve temposu üzerinde de etkide bulunmaktadır. Nasıl müzikte uyum ve bu temelde melodi doğru zamanda doğru notalara basmanın sonucunda ortaya çıkmaktaysa aynı şekilde siyasette de böyle bir uyum söz konusudur. Stratejiye uygun olan taktiklerin de zaman dilimlerini ve ağırlıklarını doğru tespit edip ve uygulamasını bilmek gerekmektedir. Örneğin Erdoğan’ın Trump’ın seçilmesiyle ya da olayların bu noktaya doğru gittiğini görmesiyle “İmralı Açılımı” yapması arasında bir ilişki vardır. Erdoğan doğru zamanda doğru bir açılım yapmıştır. Ritim ve tempo ile anlatmak istediğimiz budur. AKP bu noktada çok iyidir ve onu hafife almanın bedeli çok yüksek olacaktır.

Tekrar Öcalan’ın gizli ajandasına dönersek, öncelikle bu ajandanın temel amacı Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu demokratikleşme ise AKP ile MHP’ye rağmen gerçekleştirilecektir! İmralı Heyeti’nin Abdullah Öcalan ile ilk görüşmeden sonra yapmış olduğu ve onun düşünce ve yaklaşımlarını belirten açıklamanın ana teması (yani ana stratejik hedefi) Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümüdür:

“- Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır.

- Sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir. Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır.

- Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır. Bunun ciddiyetiyle doğru orantılı bir çalışmayı başarıya ulaştırmak için muhalefetin de katkı ve önerileri değerlidir.

- Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.

- Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.

- Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır. Devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir.“ (8)

Bu açıklama içerisinde gizli bir şekilde KCK’nin bütün strateji ve taktik çizgisi yatmaktadır. Bu açıklamanın görünmeyen kısmında verilen mesaj, bu sürecin sonunda Türkiye’nin demokratikleşeceği ve bunun ise adım adım AKP ile MHP’nin tasfiye süreci olacağı; onların bu tasfiye sürecinde Türkiye’de geniş ve güçlü bir demokratik cephenin kurulmasının zorunluluğu (TBMM vurgusu budur), KCK’nin kendisini ABD ile müttefiklerinin tuzaklarından korumasının zorunluluğu (Gazze ve Suriye vurgusu budur); Türkiye’nin demokratikleşmesinin ise zamanla bütün bölgeye yayılacağı (bölgede barış, demokrasi ve kardeşlik devri vurgusu) yani demokratik konfederalizmin hedeflendiğidir.

Kısacası KCK’nin temel çizgisi değişmeden GÖRÜNTÜSÜ değiştirilmiştir. Ama bunu AKP ile MHP de yapmaktadır. Temelde değişen bir şey yok sadece konjonktürün değişmesinden dolayı geçici olarak araçların yer değiştirilmesi söz konusudur. Silahlar Türkiye’de geri çekilerek diplomasi ile siyaset öne çıkarılacaktır. Ama geri çekilen silahlar nasıl saklanacaktır? İŞTE BÜTÜN MESELE BUDUR!

Öcalan bu mesaj ile Kandil’e işte bu meseleyi çöz yani KCK’nin Ortadoğu’daki silahlarını Türkiye ile olan anlaşmayı tehlikeye atmadan “sakla” demektedir. Her ne kadar devletin baskısı temelinde KCK’ye silah bırakıyoruz dese de, mesajın altında “bunu yapma ama bu silahları saklamasını bil” demektedir.

Peki Kandil PKK’nin Ortadoğu’daki silahlarını Türkiye ile anlaşmayı tehlikeye atmadan nasıl “saklayacak”tır? Başka bir şekilde de soruyu sorabiliriz: Kandil AKP ile Abdullah Öcalan üzerinden yapılan anlaşmayı tehlikeye atmadan, Ortadoğu’da silahları “saklayabilir”mi? Bu mümkündür ama tek başına PKK’nin yapacağı bir şey değildir yani PKK tek başına Türkiye karşısında bunu yapamaz. İşte bu noktada çıkarların kesişme siyasetini doğru bir şekilde uygulamak zorundadır.

Kandil AKP ile Öcalan üzerinden anlaşırken silahsızlanmayı asla kabul edemez. Zaten Öcalan da bunu istememektedir. Her ne kadar Öcalan devletin baskısından dolayı bunu ifade etse de, Kandil’den beklentisi kendisinin baskı ve zorunluluktan dolayı ifade etmiş olduğu “bu fazlalıkların Kandil tarafından uygun bir şekilde kesilmesi”dir. Ama bunu ise anlaşmayı tehlikeye atmadan ve AKP ile cepheleşmeden yapmasını istemektedir. Öcalan Kandil’in ne kendisi ile ne de AKP ya da Erdoğan ile cepheleşmeden ve “bu süreç ile tam bir fikir birliği görünümü oluşturarak”, yumuşak bir şekilde başka alanlarda AKP’yi boşa düşürmesini istemektedir.

Kandil KCK’nin Ortadoğu’daki silahlarını (HPG-YPG-PJAK), ancak kesişme siyasetine uygun olarak, “Türkiye’nin çelişkide olduğu ülkelerin çıkarlarının altına saklayarak” koruyabilir. Erdoğan ile AKP’nin “İmralı Açılımı”nın altında yatan temel neden, Batı’nın Ukrayna’da Rusya’ya yaptığının bir benzerinin, ABD ile müttefiklerinin HPG-YPG üzerinden Türkiye’ye yapma olasılığı yani PKK ile AKP’yi savaştırarak ve arka planda PKK’yi sürekli AKP karşısında destekleyerek ve bedel ödeterek hem iç hem dış politikada AKP’yi önce tecrit etme ve sonra da devirme korkusudur. Çünkü bu savaş Erdoğan’ın da çok doğru tahmin ettiği gibi çok yıkıcı bir savaş olacaktır. İşte Erdoğan bu yıkıcı savaşı (bu savaş dolaylı olarak AKP’nin, ABD ve müttefikleriyle yani ABD-Avrupa-Körfez monarşileri-İsrail vs. savaşı olacaktır, ki AKP’nin yıkılması kaçınılmazdır) “İmralı Açılımı” üzerinden Abdullah Öcalan ile anlaşarak ve PKK’nin silahlarının gömülmesini sağlayarak imkansız hale getirmek istemektedir. Kısacası “İmralı Açılımı”nın merkezinde PKK’nin silahlarını aldatma ile yok etme politikası vardır. Evet bu bir tuzaktır ve bu gerçekleştiği andan itibaren Erdoğan BÜTÜN KÜRT HAREKETİNİ TASFİYEYE GEÇECEKTİR. Bundan dolayıdır ki PKK için AKP ile anlaşma, silahların Ortadoğu’da bırakılmasına kadar genişletilemez. Ama bu silahların ŞİMDİLİK Türkiye için bir tehdit unsuru gibi görülmesine de engel olmak gerekmektedir.

Zaten Erdoğan’ın PKK’nin silahlarının gömülmesi karşılığında vermek istediği tavizler, yapısı itibariyle yirmi dört saat içinde geri alınabilecek bir yapıya sahiptirler. Erdoğan için, vereceği tavizlerin geri alınması “bir kol uzaklığında”dır. Bu tavizlerin kısa bir listesini yaparsak eğer:

1-Abdullah Öcalan’ın (ister İmralı’da isterse de Ankara’da olsun) ev hapsine alınması.

2-KCK tutuklularının ve yine HDP tutuklularının (Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi) bırakılması.

3-Genel bir affın kabul edilmesi.

4-Belediyelere kayyum atanmasına son verilmesi.

5-Rojava ve Kandil üzerindeki askeri baskının son bulması.

6-Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması ve önündeki engellerin kaldırılması.

7-Anayasaya Kürt Özerkliğinin konulması.

Aşağı-yukarı AKP ile PKK arasındaki anlaşmanın çerçevesi bu olacaktır. Bunun dışına taşması zaten mümkün değildir. Burada göze batan madde Kürt Özerkliğidir ve dışarıdan bakan biri bunu büyük bir kazanım gibi görebilir. Ama yukarıda saydığımız yedi maddenin hepsinin içi boştur ve hiçbiri devlet tarafından verilen bir tavize denk düşmez. Hitler’in 1939 paktında Stalin’e vermiş olduğu tavizlerin içinin boş olduğu gibidir. Erdoğan rejimin temellerine dokunmayarak ve sadece görüntüyü algı yoluyla değiştirerek siyasi hile yapmaktadır. Ama yukarıda gördüğümüz gibi Abdullah Öcalan da aynısını yapıyor! Öcalan da KCK’nin temel çizgisini değiştirmeden ve sadece görüntüyü değiştirerek bir siyasi hile yapmaktadır. Öcalan için açılan süreç Türkiye’de DEM’in büyütülme, Ortadoğu’da ise PKK’nin silahlı güçlerinin büyütülmesi sürecidir (bunun nasıl olacağına ileride geleceğiz). Aynı aldatmayı daha önce gördüğümüz gibi Devlet Bahçeli de yapmaktadır. Ama siyaset böyle yapılıyor ve bu üç lideri niçin böyle hareket ettikleri noktasında eleştiremeyiz!

Yukarıda yedi maddede özetlediğimiz Erdoğan’nın siyasi taviz hilesine geri dönersek ve bu maddelerin içeriklerine doğru bir şekilde bakarsak, Erdoğan’ın koşulların değişmesiyle yani ABD’nin KCK üzerinden kendisine yapmak istediği silahlı saldırı riskini savuşturmasının ardından bu tavizleri geri alacağından ve Kürt hareketine karşı kapsamlı bir saldırıya geçeceğinden şüphe yoktur. Zaten sorun bu değildir! Bunu herkes biliyor! Sorun başka bir yerdedir!

Mevcut diktatör rejim varolduğu sürece yukarıdaki maddeler AKP için bir taviz oluşturmaz. Çünkü rejim ülkeyi zaten cezaevine çevirmiştir! Abdullah Öcalan’ın ve tutukluların serbest bırakılmaları özgür oldukları anlamına gelmez ve bu bir taviz değildir. Çünkü bir gecede tekrar tutuklanabilirler. Kayyumlar da bir gecede tekrar atanabilir. Kürtçenin seçmeli ders olması kimseyi rahatsız etmez. Kâğıt üzerinde kalacak olan Kürt Özerkliği ise Kürt halkına bir özerklik değil Hizbullah için bir özerkliktir! Erdoğan bugüne kadar anayasanın çiğnemediği yerini bırakmadı, anayasaya yazacağı Kürt Özerkliğini mi dikkate alacaktır! O bu süreçte devleti ve özellikle yargıyı elinde bulundurmasına güvenmektedir. Bu olduğu sürece hiçbir şey onun için taviz anlamına gelmez.

Ama Erdoğan siyasi algı yaratarak ve görüntüde taviz veriyormuş gibi yaparak ama gerçeklikte hiçbir taviz vermeyerek, karşılığında kendisi için büyük tehdit içeren PKK’nin Ortadoğu’daki silahlarını almak istemekte ya da başka bir ifade ile onu silahsızlandırmak istemektedir. YERYÜZÜNDE BÖYLE PAZARLIK GÖRÜLMEMİŞTİR. Hiçbir ticarette iflasın eşiğine gelmiş olan bir tüccarın böyle süper bir kar marjı ile hareket ettiği görülmemiştir. Uyuşturucu ticaretinde dahi böyle kar marjı yoktur! Eğer olaylara daha yakından bakarsak, Erdoğan Hitler gibi aslında siyasetin sınırlarını terkederek, kumarın sınırları içine girmektedir ve bütün sorun onu buna cesaret ettiren nedenin ne olduğunu bulmaktır. Cevabı çok basittir: Kandil’in ideolojik yetersizliğini (Öcalan’ın değil! ) çok iyi okuyor ve onu aldatabileceğine inandığı içindir ki, kumar düzeyindeki bu riskli açılımı yapmaktadır.

Ama soruna daha derinlemesine bakarsak, Erdoğan’ın savunma görünümü altında PKK’ye karşı hücuma geçişinde, birçok politik sorun bulunmaktadır ve kendi savunma sisteminde birçok açık vermektedir ve de bu açıklarını ise aldatma ile örtmeye çalışmaktadır. Kandil’in eline öyle bir fırsat geçmiştir ki (bize göre yüzyılın fırsatı!), Erdoğan ile AKP’yi bu sürecin sonunda kavun gibi yere çalabilir! Eğer Kandil siyasetin gereğini yaparsa, Erdoğan Öcalan karşısında Hitler’in Stalin karşısında düşmüş olduğu duruma düşecektir.

Analizimizi biraz daha derinleştirmeye çalışalım.

Az yukarıda Erdoğan’ın PKK’ye bu süreç ile bir tuzak kurduğunu ama sorunun bu tuzak olmadığını ve sorunun başka bir yerde yattığını belirtik. Taraflar karşılıklı olarak birbirlerine tuzak kurduklarını biliyorlar, sorun bu süreç sonunda tarafların stratejik pozisyonlarının nasıl şekilleneceği ve savaş tekrar başladığı zaman kimin daha güçlü bir stratejik pozisyonda olacağı sorunudur.

AKP ile PKK’yi taktik bir anlaşmaya konjonktürün evrimi ama özellikle de Trump’ın ABD’de başkan seçilmesi itmiştir. Çünkü Trump’ın siyaseti hem Erdoğan’ın hem de Öcalan’ın denge politikası ile belirlenmiş olan göreli bağımsızlıklarını hedef almıştır. Trump üstelik bu iki lideri, önce birbirleriyle savaştırıp ve zayıflatıp, sonra da sırasıyla tasfiye etmek istemektedir. Bildiğimiz böl, savaştır, parçala, tasfiye et politikasıdır. ABD’nin bu tasfiye politikası karşısında, her iki hareketin aralarındaki çelişkileri tehlike geçene kadar geri plana itmesi aklın ve mantığın gereğidir, ki Erdoğan bunu yapmıştır.

ABD ya da Trump tehlikesi geçene kadar her iki hareket geçici olarak silahları gömmek zorundadır ve işte bu süreci iyi yöneten taraf, savaş tekrar başladığında daha avantajlı konumda olacaktır. Bundan dolayı AKP tarafından yoğun bir psikolojik operasyon süreci yapılmaktadır.

Konjonktürün AKP’ye rejimini kurtarmak için PKK ile masaya oturmasını dayatması (ABD ve müttefikleriyle olan çelişkisinin ürünüdür), AKP’nin siyasetinin yapısında zayıf noktaların oluşmasına neden olmaktadır. İşte Kandil’in hücuma kalkan AKP’nin savunmasındaki zayıf noktaları bularak, bu noktalara saldırması gerekmektedir. AKP’nin zayıf noktalarını ise az yukarıda özetledik. AKP’nin zayıf noktaları onun iç ve dış politikada çelişkide olduğu güçler ile olan ilişkileri içinde yatmaktadır, ki bunlar şu güçlerdir: ABD ve müttefikleri (İngiltere, İsrail, Avrupa ve Körfez monarşileri), MHP,CHP, DEM-PKK.

AKP’nin politik yapısı, güçlü ve zayıf yanlarının birliğinden oluşan bir denge üzerine oturmuştur ve bu dengede güçlü yanlar, zayıf yanların arasına girerek ve bu zayıf noktaların birbirlerine bağlanmasına ve böylece tek bir çizgi oluşturmasına engel olacak şekilde oluşturmuşlardır.AKP’nin birbirinden tecrit gibi duran zayıf noktalarını tek bir yumak oluşturacak şekilde birbirine bağladığımız zaman, güçlü yanları büyük darbe yiyerek, AKP’nin politik dengesini bozacaktır. İŞTE İMRALI ÜZERİNDEN ANLAŞMA BUNA İMKAN TANIMAKTADIR.

Kandil Öcalan’ın gizli ajandasının gereklerini öyle yerine getirmelidir ki, Erdoğan Öcalan’a kaptırdığı elini geri alamasın ve hatta sonra  kolunu ve gövdesini de Öcalan’a kaptırmış olsun. Eğer Kandil Öcalan’ın gizli ajandasının gereklerini yerine getirirse, bu sürecin sonunda Öcalan ile Erdoğan yer değiştirecektir! Öcalan gelecekte demokratik cumhuriyetin başına geçmiş olacak ama bu olmasa dahi Kürt Hareketi’nde çok güçlü bir şahsiyet (Selahattin Demirtaş gibi) devletin başına geçebilecek ve Erdoğan da ev hapsine alınacaktır!

Böyle bir stratejik amaca ulaşabilmek için KCK’nin stratejisi ile hareket tarzı, Erdoğan ile AKP’den daha nitelikli ve üstün olması gerekmektedir. Bunun için ise Kandil’in Erdoğan’ın stratejisine saldırması ve onu işlemez hale getirmesi zorunludur. Kandil öyle bir stratejik plan ile hareket etmelidir ki, Erdoğan’ın stratejik planı işlemez olsun ya da bu stratejinin farklı parçaları iç içe geçme gücünden yoksun olsunlar. Kısacası Erdoğan bir stratejik aşamadan diğerine geçemesin, geçse dahi çok zayıf bir durumda olsun. Başka bir ifade ile 1939paktından sonra Hitler’in başına gelen durumun bir benzeri onun başına da gelsin. Nasıl 1939 paktı Hitler’i tek müttefiklerinden ayırmadı ama onlarla önce savaşa tutuştuktan sonra SSCB’ye saldırmasına neden olduysa, aynı şekilde Kandil, Erdoğan’ın Kürt Hareketi’ne karşı yıkıcı bir savaşa dönmeden önce (bu sürecin sonunda bu yıkıcı savaş kaçınılmazdır!)  hem içte hem de dışta birçok güç ile savaşa tutuşmasını ve sonra KCK’nin üzerine dönmesini sağlamalıdır. İşte bunu sağlayacak olan İmralı’da Öcalan ile yapılan anlaşmadır. Kandil bu anlaşmayı AKP’nin dengesini bozacak şekilde kullanmalıdır.

(devam edecek)