CHP ve AKP Yakınlaşması Üzerine
Yerel seçimlerden sonra ilginç bir şekilde AKP ile CHP arasında bir politik yumuşama yaşanmaktadır. Aynı yumuşama yerel seçimlerden önce AKP ile DEM Parti arasında yaşanmıştı ve hatta tarafların gizlice bir çok toplantı yaptığı belirtilmektedir. Bizim tahminlerimize göre, AKP’nin “yerel seçim mühendisliği”, elbette diğer başka hedeflerle birlikte, CHP ile yakınlaşmanın önünün açılmasına da dönüktür. Yerel seçimler AKP ile muhalefetin politik yumuşamasına da hizmet etmiştir daha doğrusu AKP tarafından ettirilmiştir!
CHP ve AKP Yakınlaşması Üzerine
Kemal Erdem
Yerel seçimlerden sonra ilginç bir şekilde AKP ile CHP arasında bir politik yumuşama yaşanmaktadır. Aynı yumuşama yerel seçimlerden önce AKP ile DEM Parti arasında yaşanmıştı ve hatta tarafların gizlice bir çok toplantı yaptığı belirtilmektedir. Bizim tahminlerimize göre, AKP’nin “yerel seçim mühendisliği”, elbette diğer başka hedeflerle birlikte, CHP ile yakınlaşmanın önünün açılmasına da dönüktür. Yerel seçimler AKP ile muhalefetin politik yumuşamasına da hizmet etmiştir daha doğrusu AKP tarafından ettirilmiştir!
AKP yerel seçimlerde bir yandan seçim hilesini MHP’nin üzerinden çekip alarak ve bu aracı sadece kendisi için kullanarak MHP’yi siyasi olarak köşeye sıkıştırmıştır; öte yandan da muhalefetin oylarına dokunmayarak ve onların bu yerel seçimlerde göreli zafer kazanmasını sağlayarak, onunla yakınlaşma için bir politik ortam yaratmıştır.
İçeride ve Dışarıda Sıkışan AKP
AKP’nin gerek dış gerekse de iç politikada attığı adımlar bir “büyük fotoğraf”tan çıkmaktadır ve bu büyük fotoğraf anlaşıldığı zaman, onun taktikleri mantıklı bir şekilde birbirine bağlanabilir. Bu büyük fotoğraf ise tek bir ifade ile “AKP rejiminin güvenliği ve oturtulması” şeklinde ifade edilebilir. Erdoğan ile AKP’nin temel kaygısı, kurmakta oldukları rejimi koruma ve oturtma kaygısından başka bir şey değildir. Çünkü bu rejim hem iç hem de dış kaynaklı büyük bir baskı altındadır. Bundan önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi, dış ve iç baskılar her ne kadar dışarıdan farkedilmese dahi tek bir stratejinin ürünü de olabilirler ki, bu durum daha çok MHP ile ABD ve İngiltere için geçerlidir.
AKP’nin rejimi koruması ve oturtması yönünde daha çok yol alması gerekmektedir. Çünkü rejim hem içeride hem de dışarıda istikrarsız bir politik zemin üzerinde bulunmaktadır. Belki de bu rejim iç ve dış olayların gergin yapısından dolayı tamamlanmadan yıkılabilir de. Bunu hiç kuşkusuz olayların gelişimi belirleyecektir. Ama yine de başta Erdoğan olmak üzere bu rejimin “tarihe tutunmak” için geliştirmiş olduğu muazzam bir çaba ve bu çabanın eşlik etmiş olduğu ilginç bir “strateji ve taktik bütünlük” söz konusudur. AKP gerek dış gerekse de iç politik olayları okuma ve bu temelde mevzilenme konusunda , Türkiye’de neredeyse rakipsiz konumdadır ve bundan dolayı başta CHP olmak üzere DEM ve de diğer partilerin oldukça dikkatli olması gerekmektedir.
Son günlerin en önemli tartışması, Erdoğan ile Özel’in görüşmesi üzerine olmaktadır. Bu noktada hem muhalefet hem de Cumhur İttifakı içerisinde farklı gerekçelerle bir bölünme söz konusudur. Cumhur İttifakı içinde MHP ve etki alanı içinde bulunanlar bu görüşmeye karşı çıkarlarken, muhalefette ise Erdoğan’a güvenilemeyeceği ve kafasının arkasında farklı bir plan olduğu ileri sürülerek karşı çıkılmaktadır. MHP ve uzantılarının bu görüşmeye karşı çıkmalarının nedenlerini daha önceleri yazdık ve bunun anlaşılması kolaydır. Ama muhalefet içindeki bölünmeyi, açılmakta olan yeni sürecin politik kodlarını da belirterek biraz daha ayrıntılı ele almak gerekmektedir.
Öncelikle şu noktayı açıkça belirtelim: CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi doğrudur ve olması gerekendir. Bütün mesele AKP ile CHP yakınlaşmasının nasıl bir stratejik perspektif ile ele alınması gerektiği noktasında düğümlenmektedir. CHP’nin AKP karşısında doğru mevzilenmesi ancak ve ancak açılmakta olan sürecin karakterinin doğru belirlenmesi ile mümkündür. Açılmakta olan yeni konjonktürün politik kodlarını anlamayan bir CHP, AKP karşında çok kötü bir duruma düşecektir.
AKP'nin Rejimi Tamamlama Hedefi ve Manevra
AKP bir konjonktürden çıkıp (MHP ile ittifaktan) yeni bir konjonktüre (MHP ile kopuşma ama bu noktayı da doğru anlamak gerekir, belki beklenildiği gibi sert bir kopuş da olmayabilir, ki az ileride açacağız) geçmek istemektedir ve bu geçiş durumlarını her seferinde güçlü bir stratejik plan hazırladıktan sonra gerçekleştirmektedir. Şu an AKP’nin hazırladığı ve devreye koyduğu bir stratejik plan vardır ve bir çok çevrenin iddia ettiği gibi, AKP yıkılmanın ya da iktidardan düşmenin kıyısında değil tam tersine hazırladığı yeni stratejik plan ile başladığı rejimi bitirme ve bunun sonucunda da başta CHP olmak üzere bütün muhalefeti bastırma ve de rejim için etkisiz hale getirme politik hedefi ile hareket etmektedir.
Bugüne kadarki politik tecrübe göstermiştir ki, AKP yeni bir konjonktüre geçtiği zaman her seferinde bu konjonktürden çıkış için de bir stratejisi bulunmaktadır. Çıkış stratejisi olmadan ve bunu planlamadan bir konjonktüre girmemektedir. Üstelik konjonktürü belirleyen elemanları ve bu elemanların karmaşık yapısını doğru bir şekilde analiz ettiği gibi, bu süreçte muhalefeti nasıl etkisiz hale getireceğini de yaklaşık olarak doğru bir şekilde analiz edebilmektedir. Bunu üç temel şeye borçludur: 1- Dünya konjonktürünün karakterini az çok doğru anlama ve bu temelde denge siyasetinin parametrelerini uygulamaya; 2-Ülke konjonktürünü iyi okuma ve bu konjonktür içindeki politik yapıların ağırlığı ve sınırlarını doğru analiz etmeye ; 3-Muhalefetin zayıf noktalarını çok iyi analiz etmesine ve bunu kurduğu “oyun planı” içinde ustaca kullanmasına.
Erdoğan ile AKP’nin hareket tarzını anlamak için başka belirlenimler yine yapmak gerekmektedir.
Rejimin güvenliği ve dış ile iç tehditin kesişmesini engelleme
Erdoğan, rejiminin dış ve iç tehdit altında olduğunu düşünmektedir ve bu iki tehditin birleşip bir sinerji oluşturarak ve de muhalefeti yedeğine alarak kendi iktidarını düşürmesinden korkmaktadır. Bundan dolayı bu iki tehditin birleşmesinin önüne geçmek birincil önceliğidir. Dış tehditi ABD ile İngiltere önderliğinde NATO ittifakı oluşturmakta, iç tehditi de MHP ve uzantısı olan İYİ Parti ve de bunların devlet içindeki uzantıları oluşturmaktadır. Bu sonuncuları CHP’yi de yedeğine alıp, NATO desteğiyle Erdoğan ile AKP’ye öldürücü bir darbe vurma peşindedirler. İşte bu politik dizilimi çıkmaza sokmak için Erdoğan bazı politik önlemler almış durumdadır.
Dış tehdidin etkisiz hale getirilmesi için MHP ve uzantılarının politik olarak zayıflatılması ve devlet içinden sökülüp atılması gerekmektedir. Çünkü MHP ve uzantıları özünde bir “darbe mekaniği”dir ve uygun politik ortamı gözetmektedirler. Bunların en büyük umudu, ABD ile İngiltere önderliğinde Erdoğan’ın uluslararası alanda yasaklı hale getirilerek devletin başında uzaklaştırılması ve ortaya çıkacak boşluğu da “kata kulli” ile doldurmaktır. NATO ittifakı ise içeride politik olarak Erdoğan’ın meşruiyetini ortadan kaldıran bir ortam oluşmayana kadar bu “politik silahı” çekmek istememektedir. Çünkü aksi durumda, Erdoğan’ın Türkiye’yi tamamen Rusya-Çin blokuna katması ve tamamen Türkiye’nin kaybedilmesi riski bulunmaktadır. Erdoğan’ın Suriye ile barışma da dahil Doğu’ya doğru yayı germesi, Batı’ya bir tür şantajdır ve olayları hassas bir denge üzerinde tutarak, çok geniş bir manevra alanı elde etmek istemekten kaynaklanmaktadır. Sürecin bu karakterini doğru okumayanlar ve anlamayanlar, Erdoğan ile AKP karşısında yenileceklerdir.
Erdoğan karşında Bahçeli'nin ikilemi
Erdoğan’ın başlamış olduğu rejimi tamamlayabilmesi için bir çok problemi çözmesi gerekmektedir. Bunları kısaca belirtirsek:
1-MHP ile kopuşması gerekmektedir. Ama bunu Gülen Cemaati ile olduğu gibi ille de sert bir şekilde yapması gerekmemektedir. Erdoğan’ın tercihi MHP’yi yumuşak ve zamana yayılmış bir şekilde tedrici olarak etkisiz hale getirmektir. MHP ile kopuşmanın sert mi yoksa yumuşak mı olacağına biraz da MHP’nin kendisi karar verecektir. İki parti arasındaki en büyük problemin Anayasa tartışmasında yaşanacağı kesindir. Özellikle seçilme yeterliliğinin yüzde 40 artı bir ya da parlamenter sisteme dönme ve yine Kürt özerkliği noktasında MHP ile ilişkilerin nasıl devam ettirileceği en büyük problemleri oluşturmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki, Erdoğan’ın Kürt özerkliği meselesinde dahi Bahçeli’yi memnun edecek (!) formülleri bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin KDP alanının Türkiye’ye katılması ve böylece Misak-ı Milli’nin ilk sınırlarının elde edilmesi ve “bu toprak kazanımı” aracılığı ile Kürt özerkliğinin Türkiye’de MHP tarafından kabul edilmesi. Zaten KDP bölgesinin Türkiye’ye katılması, kaçınılmaz olarak Doğu ve Güneydoğu’ya özerkliğin verilmesini zorunlu hale getirmektedir. Devlet Bahçeli bu tür gelişmelere karşı çıktığı zaman, devlet içindeki bütün gücünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Erdoğan MHP ile ilişkileri tehlikeye atmadan bu açılımı yapabilir, çünkü Erdoğan MHP’nin başarı kazanabilmesi için devlet içinde kalmak istediğini ve bunun için de onunla uyumlu olmaktan başka çaresi olmadığını iyi bilmektedir. Hepimiz için sürpriz olacak bir şekilde MHP (taktik de olsa!) bir Kürt özerkliğini kabul edebilir.
Bu noktada MHP için temel düğüm şu olmaktadır: Erdoğan’a açıktan karşı çıkıp tabanını sağlamlaştırdığı zaman, devlet içindeki gücünü kaybedecek ve o zaman iktidar mücadelesinde büyük darbe alacaktır. Erdoğan’ın isteklerini kabul ettiği zaman ise devlet içindeki kadrolarını koruyacaktır ama tabanının erimesini ve küçülmesini durdurmak zor olacaktır. Erdoğan ile sert bir şekilde kopuşma, bugüne kadar olan kazanımların da uçup gitmesine neden olacağı için, Devlet Bahçeli için çok hassas bir durum söz konusudur. Bizim tahminlerimize göre Devlet Bahçeli, istemeye istemeye Erdoğan’ın arkasından gitmek zorunda kalacak ve bugüne kadar olan kazanımları tehlikeye atmamaya çalışacaktır. Kamuoyu sürpriz bir şekilde Erdoğan’ın bir tarafında MHP ile BBP’yi, öteki tarafında da Hüdapar ile KDP ve Türkiye’deki politik uzantılarını görebilir.
AKP'nin CHP'yi etkisizleştirme planı
2-CHP’nin politik olarak etkisiz hale getirilmesi. AKP’nin kendi rejimini tamamlama sürecinde CHP’yi politik olarak etkisiz hale getirmesi zorunludur. Bunun için bir çok taktik plan hazırlamış durumdadır:
a-CHP’nin içinin karıştırılması.Erdoğan CHP’nin içinin dört hatta beş parçaya bölündüğünü iyi bilmektedir.Bunlar “Özelciler”, “İmamoğlucular”, “Yavaşçılar”, “Kılıçdaroğlucular” ve CHP’nin en solunu oluşturan ve sosyalistlere yakın olan kanattır.Bu fraksiyonlar arasındaki rekabetin kışkırtılması ve partinin içten güçsüz düşürülmesi Erdoğan’ın temel hedefleri arasındadır.CHP’ye “seçim mühendisliği” aracılığıyla “yalancı bahar” yaşatılması ve Özgür Özel’in lider gibi havaya sokularak İmamoğlu ile Yavaş’ın arasına sokulması CHP’nin içinin karıştırılmasına sadece giriştir.
b-CHP’nin diğer muhalif partilerden ama özellikle de DEM Parti’den tecrit edilmesi. Erdoğan MHP ile ilişkileri zayıflatırken (bu ilişkilerin kopup ya da kopmayacağını o da tam olarak bilmiyor) yani yeni bir yola girmek için manevra yaparken, muhalefetin kendi arasında azami bölünmesini de sağlamak istemektedir. İşte yeni Anayasa teklifi ile amacı bir yandan yeni rejimin önünü açmak iken, öbür yandan da muhalefeti kendi arasında bölmektir. CHP’yi tecrit etmede en büyük beklentisi, DEM Parti ile PKK’nin yeni Anayasa tuzağına düşmesini sağlamaktır. Yeni Anayasa teklifindeki Kürt özerkliği havuçu DEM ile PKK tarafından kabul edilirse, CHP elbirliği ile “gerici” , “faşist” , “ulusalcı” olarak etiketlenerek etkisiz hale getirilecektir.
c-Seçim hilesi aracılığı ile CHP’nin etkisiz hale getirilmesi. Yerel seçimlerde CHP’nin oylarına dokunmamanın nedenlerinden birisi de, seçimlerin hilesiz olduğu görünümü oluşturmaktı. Böylece Anayasa referandumu ve erken genel seçimlerde CHP “siyasetin gerçekliği” ile karşılaştığı ve büyük hezimet yaşadığı zaman, bu seçimlerdeki hilelere itiraz edemeyecektir.Gelecek hileli seçimlerin meşruiyetinin temeli bizzat “yerel seçim mühendisliği” döneminde atılmıştır ve daha şimdiden gelecek seçimlerin meşruiyeti garanti altına alınmıştır. Yerel seçimlerde seçimlerin hilesiz olduğu güvenini halka veren Erdoğan, gelecek seçimleri “cebe indirdiği” zaman kimse itiraz edemeyecektir.
d-CHP ile yumuşama adı altında yapılan görüşmelerin amacı, yeni Anayasa için CHP ile anlaşma sağlanmak istendiği görünümü oluşturmaya dönüktür. Yeni Anayasa teklifi içindeki maddelerin CHP’nin kabul edemeyeceği maddeler olduğunu rejim çok iyi bildiği için, referanduma gidildiği zaman “CHP ile yapmak istedik ama CHP kabul etmedi” demek ve bu temelde CHP’yi politik olarak etkisiz hale getirmek içindir.
e-CHP’yi dış güçlerden ama özellikle de Avrupa Birliği’nden tecrit etme. Erdoğan’ın yeni stratejisi daha çok Doğu’lu güçlere dayanarak bir rejim konsolidasyonu stratejisi içerirken, bu stratejiye aldatma temelli bir “demokrasi maskesi” de geçirmeye dayanır. Yeni Anayasa teklifi içindeki maddelerden birisi olacak olan Kürt özerkliği maddesi (en azından öyle olacağını tahmin ediyoruz çünkü Meclis Başkanı’nın 1921 Anayasası’na atıf yapması ve yine Hüdapar Başkanı’nın Erdoğan destekli özerklik tartışmasını açmasının başka anlamı olması zordur), Avrupa’ya “Kürt sorununu çözüyoruz” mesajı vermeye dönük olup, CHP’nin bunu reddetmesi halinde de, CHP’yi “anti-demokrat” olarak göstermeye de dönüktür. Yeni Anayasa “Tek Adam Diktatörlüğü”nü tamamlarken bile AKP’nin kendisini “en demokrat” parti gibi ilan eden şovu haline gelecektir!
Erdoğan CHP’yi yerel seçimler aracılığıyla “filelemiş” durumdadır ve bu fileyi havada sallaya sallaya yere çalacaktır! Çünkü CHP yönetimi, sürecin karakterini ve bu karakterin neden olduğu olaylar bütünü ve örgüsünü anlamadan ve kafası karışık bir şekilde AKP ile yumuşama politikasına geçtiği görüntüsü oluşturmuştur.
AKP'nin Kürt Özerkliği ve CHP ile DEM'i birbirinden ayırma taktiği
3-DEM Parti ile PKK’nin etkisiz hale getirilmesi.
AKP’nin rejimini tamamlayabilmesi ve oturtabilmesi için, DEM Parti ile PKK’yi etkisiz hale getirmesi zorunludur. Çünkü hem laik hem demokratik-siyasi hem de askeri yanı güçlü olan bu hareketin, merkezi devleti her an sarsacak ya da bu merkezi devleti sarsacak olayları tetikleyebilecek büyük bir potansiyeli bulunmaktadır. Doğru bir politik zemin üzerinde hareket ettikleri zaman DEM ile PKK, CHP’den çok daha tehlikeli bir yapıya sahiptir. Hatta bu iki hareket karmaşık bir politik hareket tarzıyla zaman içerisinde CHP’yi bile etki altına alabilirler ve ülkenin dar bir alanına sıkışmışken, CHP ve benzeri partiler üzerinden Türkiye içlerine ve siyaset ile rejimin derinliğine doğru güçlü etkiler üretebilirler. Bunu ise sadece iki aracı (siyaset ve askeri) karmaşık bir şekilde birbirine bağlayarak yapabilirler. Bundan dolayı rejimin güvenliği için bu iki hareketin bastırılması zorunludur.
Ama AKP bu iki hareketi tek başına bastırma gücünden de yoksundur. Kürt sorununda statükonun korunması bölge devletleri ile sıkı bir işbirliğini gerektirmektedir. Bu noktada özellikle İran ile ilişkiler AKP açısından temel bir öneme sahiptir. Ama İran ile Türkiye’nin bölge vizyonlarının örtüşmemesi, özellikle Türkiye’nin Doğu ile Batı arasındaki denge siyasetinin, İran ile kısmi örtüşmeyle birlikte kısmi olarak da çatışma içermesi, bu iki devletin Kürt sorununda kapsamlı ve derinlikli bir anlaşma yapmasına engel oluşturmaktadır. Her iki devletin anlaşmazlık noktalarını ne kadar aşacakları ve bunu Kürt sorunu da dahil nasıl bir çerçeve ve kapsama getirecekleri temel sorunlardan birisi olup, AKP rejiminin DEM ve PKK ile ilişkilerinin de çerçevesini belirleyecektir.
Unutmamak gerekir ki hem İran hem de Türkiye’deki AKP rejimi, NATO’nun ağır baskısı altındadır ve bu baskı bu iki rejimi daha fazla birbirine yaklaştırmakla kalmayabilir ama iki rejimin kaderini sıkıca birbirine de bağlayabilir. Bu noktada bu iki rejim, Kürt sorunu da dahil bir çok noktada ortak bir bölgesel politika oluşturabilirler.
AKP MHP’yi etkisiz hale getirirken, yeni Anayasa’daki Kürt özerkliği maddesi ile de DEM ile PKK’yi de kısmi olarak yanına çekip ve böylece CHP’yi tarafsızlaştırarak, seçim hilesiyle birlikte de yeni Anayasa’yı geçirerek, rejimin biçimini tamamlamak istemektedir. Bir kez yeni Anayasa geçtikten sonra, “Kürtlerin hakları gerçekleşmiş” denerek, PKK’nin silah bırakması dayatılacaktır. PKK buna uymadığı zaman da savaş tekrar başlayacaktır. DEM’in politik olarak etkisizleştirilmesi, PKK’nin bastırılması sonrası olacaktır. Çünkü teorik olarak PKK bastırılınca DEM’in dayanma gücü zayıflayacaktır.
AKP rejiminin hazırlamış olduğu stratejide en büyük belirsizlik, devlet içinde ve politik olarak MHP etkisiz hale, CHP ise politik olarak tarafsız hale getirildiği zaman, PKK ile DEM’in üzerine giderken, bu süreç İran ile birlikte mi ele alınacak yoksa AKP tek Türkiye ve KDP’nin gücüne dayanarak mı bunu yapacaktır? Eğer bu süreç İran ile stratejik bir işbirliği halinde ele alınmışsa farklı, sadece Türkiye ve KDP ile ilişkili olarak ele alınmışsa farklı sonuçlar üretecektir.
AKP sanki İran ile bu konularda anlaşma sağlanmış gibi bir görünüm oluşturmaktadır, ki bunun blöf olması da muhtemeldir. Eğer AKP bu temelde tek başına hareket ederse rejimi çok kırılgan ve istikrarsız bir temel üzerine dayanacaktır.
Rejimi tamamlama ve Batı'yı boşa düşürme
4-NATO’nun boşa düşürülmesi ve etkisiz hale getirilmesi. AKP’nin başlamış olduğu rejimi bitirebilmesi için, özellikle de Batı’dan gelen baskıyı göğüsleyebilmesi ve onu boşa düşürmesi gerekmektedir. Bugüne kadar Erdoğan ile AKP, Batı’yı direk karşılarına almadan ve dolaylı stratejiyi benimseyerek ve de bu temelde sürekli bir aldatma politikası uygulayarak, Batı ittifakını oyalamayı ve bu temelde onu sürekli boşa düşürmeyi başarmışlardır. Ama buna biraz da konjonktürün durumu izin vermiştir. Batı ittifakı son otuz yıl boyunca, Rusya ve Çin’i “barışçıl” bir şekilde çevreliyordu ve bu durum Türkiye üzerinde fazla dayanılmaz bir baskıya neden olmuyordu. Ama şimdi durum farklıdır ve Batı ittifakı Rusya ve Çin’i “savaş aracılığıyla” önce kuşatıp ve sonra da bunu bir küresel savaşa çevirme stratejik perspektifi ile hareket etmektedir. Bu durum ise Türkiye üzerinde büyük bir baskı yaratmaktadır ve Erdoğan rejiminin denge politikası üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır.
Bu noktada ilk defa Trump, Erdoğan rejiminin dengesini bozan ve onu zaman içerisinde ya Batı’ya bağlayan ya da içeride bir darbe mekaniğini harekete geçirerek (özellikle MHP odaklı), onu devirmek isteyen bir strateji ile hareket etmiştir ve üstelik bu Türkiye politikasını İran ve Çin savaşı ile birbirine bağlayan bir halkaya dönüştürmek istemiştir.
Erdoğan’ın bir yandan “yumuşama politikası” ve öte yandan MHP’yi baskı altına alan ama onunla da kopuşmamaya özen gösteren politikası, biraz da ABD seçimlerinden önce pozisyon alamaya dönüktür. ABD’deki başkanlık seçimlerinde Trump seçildiği zaman MHP ile ittifakı, Trump karşısında onun elini güçlendirecek yok eğer Biden kazanırsa, “yumuşama” ve yeni Anayasa politikası onun elini güçlendirecektir. Hem MHP ile ittifak hem de sözde yumuşama politikası, rejimi tamamlama yönünde Batı’yı aldatma politikalarının bir görünümüne çevrilecektir.
Erdoğan çok açık bir şekilde yeni bir dünya savaşının geldiğini görmekte ve rejiminin güvenliğini de bu dünya savaşında tarafsız kalmada görmektedir. Hatta bunun için, Türkiye dışarıda kalacak şekilde bu savaşı provoke edecek taktiklerde dahi bulunmaktadır. Hamas’ın 7 Ekim saldırısının arkasında sanıldığı gibi İran’ın değil ama Türkiye’nin bulunması büyük bir ihtimal dahilindedir. Erdoğan Hamas aracılığı ile İsrail’i tahrik ederek bir İran-İsrail savaşını tetiklemek istemiş ve sonra da ABD’nin İsrail’in peşine takılarak savaşa sürüklenmesini sağlamaya çalışmış olabilir. Bir ABD-İsrail ve İran savaşının Rusya ile Çin’in de kısa sürede dahil olduğu bir dünya savaşına evrilmesi maddenin tabiatı gereğidir. Ama ABD ile İran arka planda görüşerek bu savaşı dizginlemişlerdir.
Kısacası Erdoğan, Batı’nın baskısı ve gücü ile içerideki bir baskının aynı hat boyunca dizilerek rejimini devirmesini engellemek için çok ince ve hassas bir politika uygulamaktadır.
Rejimi tamamlama sürecinde Doğu ile ilişkilerin rolü
5-Rejimin tamamlanmasında Doğu’lu güçler ile ilişkinin çerçevesi.
Erdoğan her ne kadar Batı’lı güçleri boşa düşürme politikası uygulayarak rejimini garanti altına almaya çalışıyorsa da, bu çaba asla Doğu’lu güçler ile kurulan güç dengesi ve ilişkilerinden ayrılmaz. Bir çelişkinin farklı kutupları gibi hem birbirine bağlıdır ama aynı zamanda da birbirinden farklıdır. Erdoğan’ın Batı karşısında mevzilenmesi, Doğu ile ilişkilerin bir denge üzerine oturtulmasının sonucudur. Bu dengenin yapısının doğru belirlenmesi, Erdoğan’ın rejimi tamamlama sürecinde uygulayacağı stratejik ve taktik yapının yönünün anlaşılması için olmaz ise olmazdır.
Erdoğan’ın Batı karşısında mevzilenmesinin üç temel ayağı bulunmaktadır: a-Aldatma ve oyalama; b-bölme ve c-Doğu’lu güçlere kısmi olarak dayanarak, Batı’lı güçleri dengeleme. Batı karşısında “yayı germe” diğer şeylerin yanında Doğu’lu güçler ile belirli bir ortaklaşma olmadan ve bunu somut bir ortak politikaya dökmeden mümkün değildir. Hatta Erdoğan’ın Batı’ya karşı yayı germe politikası, Batı’nın kendi rejimine karşı yıkıcı bir baskı yapması durumunda “Doğu’ya iltica etme” şantajını dahi içermektedir. Türkiye’nin gerek BRİCS’te gerekse de Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nde “gözlemci” gibi yeralması, Erdoğan’ın Batı’ya şantaj politikasının bir uzantısıdır. Erdoğan rejimini ilerlettikçe ve böylece Batı ile arasına belirli bir mesafe koydukça, Doğu kampının hemen kenarına da dikkatli bir şekilde demir atarak, Batı’ya şantaj siyaseti yapmaktadır.
Bütün mesele Erdoğan’ın kendi rejimini tamamlama sürecinde, Doğu’lu güçler ile kurmuş olduğu ilişkinin derinliğinin ne olduğudur. Bu gerçek anlamda bir derinlik midir yoksa “derinlik görünümü” oluşturarak yapılan bir aldatma mıdır?
Erdoğan’ın Doğu’lu güçler ile bir çok anlaşmazlık noktası bulunmaktadır: Suriye’de rejim değişikliği politikası, başta IŞİD olmak üzere Sünni terör örgütleri ile iç içelik, Ermenistan karşısında Azerbeycan’ın desteklenmesi, Fırat ve Dicle nehirlerinin kontrolü ya da su meselesi, KDP ile AKP’nin ilişkilerindeki ölçüsüzlük ve hatta KDP bölgesini Türkiye’ye katma girişimi, KDP ve Irak Sünnileri üzerinden Irak’ın içişlerine karışma, Boğazların statüsünün değiştirilmesi isteği vs.
Erdoğan’ın rejimi tamamlama sürecinde, DEM Parti ile PKK’yi güçlü bir şekilde bastırması ve bu bastırma sonrasında da kendi dinci rejimi ile uyumlu olacak bir politik yapının ortaya çıkmasını başarmak zorundadır. Bu bastırma sonrasında, ideolojik ve politik olarak Kürt toplumunun sosyolojisini de büyük oranda dönüşüme uğratacak bir politika oluşturması zorunludur. Erdoğan bu politikayı tek başına uygulayacak güce sahip olmadığı için, kendisine yeni müttefikler aramak zorundadır. Bu noktada iki politik güç (KDP ve Hüdapar) ile sıkı ilişkiler içerisindedir ama bu ilişkiler yine de yetersizdir. Bu noktada İran ile ilişkiler kritik bir öneme sahiptir.
Erdoğan İran ve onun etkisi altında bulunan güçler (Suriye rejimi ve Irak’taki Şiiler) ile ortak bir Kürt politikası oluşturmadan, DEM ile PKK’yi bastırması mümkün değildir. Bu sonuncuların bastırılmasında İran ile ilişkilerin boyutu büyük bir önem arzetmektedir.
İran “anti DEM ve PKK koalisyonu”nun bir parçası mıdır yoksa değil midir? Eğer iki devlet ortak bir Kürt politikası oluşturmuşlarsa bu politikanın gerçek derinliği nedir? Şayet Erdoğan İran ile Kürt meselesinde ortak bir politika oluşturmamışsa, kendi rejimini oturtmada da bir sorun yaşayacak ve rejimi kırılgan bir temele dayanacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,son dönemlerde Erdoğan, İran ile bu noktada ortak bir politika oluşturulduğu izlenimi vermektedir, ki bunun blöf olma ihtimali çok yüksektir.
AKP'nin Manevrası ve CHP'nin kontrol altına alınması
AKP’nin bütün bu iç ve dış politikası ile CHP’nin politik konumu arasında sıkı bir bağlantı söz konusudur. AKP manevra yaparken ve yeni bir sürece doğru ilerlerken, “CHP’nin kontrol dışı bir yol” izlememesi onun için elzemdir. CHP’nin politik konumu, AKP’nin stratejisi için hassas bir durum oluşturmaktadır.
AKP’nin stratejisine göre “CHP nötralize edilmelidir” ve AKP’nin stratejisini boşa düşürecek bir harekette bulunması önlenmelidir. CHP hem manevra döneminde hem de yeni rejimin tamamlanması sürecinde nötralize edilmelidir. Sorunun daha iyi anlaşılması için, CHP’nin politik yeri üzerine birkaç şey söylemek gerekmektedir.
Olaylara AKP açısından bakıldığında CHP, MHP-İYİ Parti bloku ile DEM Partisi arasında bulunmaktadır. Erdoğan’ın da birkaç yıl önce belirttiği gibi, “bir terazinin iki kefesini” bir arada tutan ya da en azından böyle yapmaya çalışan bir partidir. Türkiye’de sadece CHP çok geniş bir alanda geniş bir ittifakı oluşturabilecek bir yapıya sahiptir. Böyle bir durumda da AKP’ye bir meşruiyet darbesinin vurulmasına önderlik edebilir yani seçimlerin AKP tarafından kaybedilmesine neden olabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu meşruiyet darbesi ise, dış güçlerin de devreye girdiği ve kartopuna benzer bir şekilde AKP’nin iktidardan düştüğü ya da en azından Erdoğan’ın devletin ve partinin başından uzaklaştırıldığı bir olaylar zincirinin ortaya çıkmasına neden olabilir.
AKP yeni rejimin inşa edilmesi sürecinde, CHP’yi önce MHP ve İYİ Parti blokundan tecrit etmek istemektedir. Özellikle MHP’yi zayıflatırken ve belki de bir kopma sürecine girerken, MHP’ye bir cansuyu olacak bir MHP-İYİP-CHP ittifakını olanaksız hale getirmek istemektedir. CHP ile yakınlaşma bir yanıyla onu hem MHP ve İYİP’ten hem de DEM Partisi’nden uzaklaştırma girişimidir.
MHP’nin etkisizleştirilmesi sürecinde AKP, CHP’ye yakın durarak bir yandan bu ikisinin yakınlaşmasına engel olurken, öte yandan da Anayasa tartışmaları aracılığıyla da gelecekte CHP’yi etkisizleştirme planları yapmaktadır. CHP ile sanki Anayasa tartışması yapıyormuş görünümü oluşturarak ve CHP’nin bu Anayasa tartışmalarında olumsuz bir tutum takındığı imajı oluşturarak ve de DEM ile PKK’nin de bir Kürt Özerkliği tuzağına düşmesini sağlayarak, bütün muhalefetin kendi içinde bölündüğü bir durum yaratmaya çalışmaktadır/ çalışacaktır.
MHP’nin etkisizleştirilmesi sürecinde CHP ile yakınlaşma, MHP’nin daha da zayıflatılmasına dönüktür. Bu iş bitikten ve yeni Anayasa çalışmasına geçilirken, Kürt Özerkliği politikası da CHP ile DEM Parti’nin birbirinden bölünmesine dönüktür. CHP Kürt Özerkliğini hiçbir zaman kabul etmeyeceğine göre, DEM Parti ile PKK bu talebi kabul ettikleri zaman, AKP rejimi tamamlama sürecinde DEM ile PKK’yi tasfiye etmek için harekete geçtiğinde, CHP AKP’nin Kürt özerkliği politikasının peşine takılan DEM Parti ile PKK’yi yüzüstü bırakacaktır.
Ama görünen odur ki, bu iki süreç arasında yani MHP ile DEM Partisi ve PKK’nin etkisizleştirilmesi süreci arasındaki ara süreçte, AKP’nin CHP ile ilgili bir beklentisi de seçilme oranının yüzde 50 artı 1’den, yüzde 40 artı 1’e düşürülmesi ya da parlamenter sisteme geçmek için anlaşmadır. Bu talep ile Kürt Özerkliği meselesi aynı anda değil ama ayrı ayrı ele alınacaktır. AKP’nin CHP politikasının iki aşamadan oluştuğunu varsayabiliriz.
AKP'nin iki aşamalı CHP planı
AKP MHP karşısında daha rahat hareket edebilmek için önce seçim sisteminin değişmesini istemekte ve bu temelde de CHP ile anlaşmak istemektedir. Böyle bir anlaşma AKP’yi MHP’den kurtaracak ve MHP lideri AKP’yi artık desteklemediğini ve erken seçim istediğini belirtse dahi, AKP seçim sisteminin değiştirilmesi sonucunda bir erken seçime gideceği için ve de hileli seçim sistemi kendisine avantaj sağladığı için, bir taşla bir çok kuş vuracaktır. Buna göre:
1-MHP’den kurtulmuş olacak;
2-Erken seçim kararı alındığı için Erdoğan’ın yeniden seçilme sorunu ortadan kalkacak;
3-En önemlisi MHP-İYİP ile CHP’nin arası kötü açılacak ve bir yakınlaşma ihtimali ortadan kalkacak;
4-Erdoğan erken genel seçimlerde hileli seçim avantajını da kullanarak tekrar seçilecektir.
İlk aşama yani seçim sistemi CHP ile anlaşma halinde değiştikten sonra ve MHP ile kopuşmanın meşru-hukuki temeli kurulduktan sonra AKP, Kürt özerkliği ve yine Anayasa’nın başka maddelerinin de değişimine geçmeye başlayacaktır. Bu aşamada da CHP ile DEM Parti arasında bölünme yaratmaya çalışacak ve özerklik politikasını CHP ile DEM’in arasını açmak için kullanacaktır.
AKP’nin CHP’ye özellikle ilk aşamada yani seçim sisteminin değiştirilme sürecinde ihtiyacı bulunmaktadır. İkinci süreç cepheleşme ya da sertleşme süreci de olabilir. Çünkü bu aşamada artık CHP’ye hukuki olarak bir bağımlılığı olmayacaktır. İşte AKP ile CHP görüşmelerinin özü AKP açısından bu eksen üzerinde dönmektedir.
Peki AKP CHP’yi bu dönüşüme yani seçim sisteminin değiştirilmesine nasıl ikna edecektir?
Yerel seçimler aracılığıyla “uçurulan” CHP ile Özgür Özel’in “uçurulmasına” devam ederek.Ama bu “uçurulmanın” politik sınırlarını da iyi çizerek. Yumuşama aracılığıyla CHP’nin bazı politik kazanımlar elde ettiği görünümünün devam etmesi ile AKP’nin CHP’yi içine koymak istediği çerçeve arasında bir ilişki mevcuttur. Erdoğan Özel’e “kazan-kazan” formülü teklif edecektir ama ileriki süreçte bu “kazan-kazan”ın içinin boş olduğu ve sadece AKP’ye “tam kazandırdığı” görülecektir.
AKP CHP’nin bazı talepleri karşılığında en azından seçim sisteminin değişimini istemektedir. Bu noktada generallerin salınması, bu yolda ilerleme için bir niyet göstergesidir. Aynı anda Osman Kavala ve diğer Gezi sanıklarına ağır cezalar vererek, bu “esirlerin” salınması için ise birlikte çalışabilecekleri ve karşılıklı mutabakat halinde de “bu esirleri kurtaran lider” imajı elde edebileceği mesajı dolaylı olarak verilmektedir. AKP bazı hukuki sorunların çözümünü (Kavala vs.), belediyeler için gerekli olan kredilerin Cumhurbaşkanı tarafından imzalanması yani belediyelerin finansman sorunlarının çözümleri gibi sorunlar karşılığında seçim sisteminin müzakere edilmesini istemektedir. Hatta her iki tarafın kazandığı mesajı oluşturmak için, parlamenter sisteme dönüş üzerinde dahi anlaşabilirler. Böylece Özgür Özel, Türkiye’yi parlamenter sisteme tekrar götüren lider imajı elde edecek, AKP de MHP zincirinden hukuki olarak kurtulmuş olacaktır.
CHP AKP'ye Hayır derse...
Peki CHP buna hayır derse AKP ne yapacaktır?
O zaman AKP yüzünü DEM ile birlikte CHP listelerinden seçilen ve 35 milletvekilleri olan küçük partilere dönecektir. Bu kesimler ile anlaşarak, bir yandan Kürt özerkliğini öte yandan da seçim sisteminin değiştirildiği bir Anayasa paketini referanduma götürerek ve CHP’yi de yerden yere vurarak ve de elbette bir yandan hileli seçim sistemini öte yandan da CHP ile DEM Parti arasında bir bölünme yaratarak hedefe ilerlemeye çalışacaktır.
Kobani davasında sert kararlar alınmasının bir diğer anlamı, DEM Parti üzerinde baskı kurmaktır.AKP Anayasa paketi üzerinde anlaşma karşılığında DEM’e pek de reddetmeyeceği bazı önerilerde bulunacaktır: Kobani davasındaki kararların iptali, Kürt özerkliği, kayımların kaldırılması, Abdullah Öcalan’ın ev hapsine alınması vs. gibi.
AKP devlet imkanlarını kullanarak, herkesi (MHP,CHP,DEM) kuşatmakta ve kendi strateji içerisinde bir figürana çevirmek istemektedir. Devlet imkanları aracılığıyla oluşturulan muhalefetin bu kafeslenmesini yarmak, öyle kolay bir iş değildir.AKP dolaylı olarak muhalefete şunu söylemektedir: ya rejimi kabul edeceksiniz ve bu rejim içinde “iliştirilmiş muhalefete” dönüşeceksiniz ya da tasfiye olacaksınız!
Peki CHP AKP’nin “yumuşama” politikası ile geliştirmiş olduğu bu kuşatma politikasına karşı ne yapabilir?
Bu noktayı da gelecek makalede ele alacağız.