Erdoğan ve Öcalan

Birkaç gün önce AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Demirtaş Öcalan'a hesap verecek" diyerek tek yeni bir tartışmanın kapısını aralamadı ama yeni bir taktik sürecin kapısının da aralandığını ima eden bir açıklamada bulundu. Taktik diyoruz çünkü ne Erdoğan’ın ne de Öcalan’ın birbirlerine yaklaşımı stratejik olamaz. Bunun nedeni nitelik olarak farklı siyasi hareketlere sahip olmalarıdır, ki geçmişte yaşananlar (yani Barış Süreci ve sonrası) bunu açıkça ortaya koymuştur.

Erdoğan ve Öcalan

Kemal Erdem

Birkaç gün önce AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Demirtaş Öcalan'a hesapverecek" diyerek tek yeni bir tartışmanın kapısını aralamadı ama yeni bir taktiksürecin kapısının da aralandığını ima eden bir açıklamada bulundu. Taktikdiyoruz çünkü ne Erdoğan’ın ne de Öcalan’ın birbirlerine yaklaşımı stratejikolamaz. Bunun nedeni nitelik olarak farklı siyasi hareketlere sahip olmalarıdır, ki geçmişte yaşananlar (yani Barış Süreci ve sonrası) bunu açıkça ortayakoymuştur.

Erdoğan’ın son açıklamalarından hareketle, Erdoğan ile Öcalan arasında, geçicibir taktik anlaşma olabilir mi ? Eğer böyle bir süreç ortaya çıkarsa tarafların bu sürece yaklaşımlarının çerçevesi nedir ? Diğer bir deyişle bu süreç ile ne eldeetmek istemektedirler ? 

İçine girilen süreçte Erdoğan ile Öcalan arasında taktik bir yakınlaşma olasıdırve bu sürecin genel çerçevesini anlayabilmek için, 2013-2015 arasındaki Barış Süreci’ni anlamak gerekir. Bu dönemin ayrıntılı bir analizini “PKK veOrtadoğu adlı kitabımda yaptığım için burada derinlemesine girmeye gerekyoktur. Sadece orada ortaya koyduğum genel ilkeleri içinden geçtiğimiz sürecinözgünlüğü ile kısaca birbirine bağlayarak bir politik sonuç çıkarmayaçalışacağım.

Bu belirlenimi yaptıktan sonra 2013-2015 arasının taraflar açısından kısaca ne anlama geldiğini belirlemeye çalışalım.

Erdoğan açısından her şeyden önce  Barış Süreci’nin merkezinde, AKP’nin tek başına hükümette kalmaya devam etmesi politik hedefi vardı. Çünkü hükümetten düşecek bir AKP devlet imkanlarını kaybedecekti ve bu durum onun sonunun başlangıcı olacaktı.Seçimlerde darbe yemesi ve tek başına hükümet olanağının kaybolması, onu “darbe mekaniğine” sarılmaya götürecekti ve bu durum bizzat seçim sistemini yoketmeye götüreceği için, toplumun bütün kesimleriyle çelişkiye düşürecek ve hatta dış politikada dahi müttefiklerini kaybetmeyle sonuçlanacaktı. Darbe mekaniğine açıktan sarılan AKP içerisinde dahi büyük kopmalar olacaktı. Bundan dolayı bütün seçimleri kazanma bu sürecin merkezi hedefiydi.Bunun yolu ise düşmanlarının hepsini aynı anda karşısına almamaktan geçmekteydi. AKP içeride Kemalistlerle, Gülen Cemaati ile, liberallerle, devrimci-demokratik hareket ile ve yine Kürt Hareketi ile kanlı-bıçaklı duruma sürüklenmişti ve bu cepheyi yarmak ve de hepsi ile ayrı ayrı karşılaşmak için, göstermelik bir barış sürecine ihtiyacı vardı.AKP’nin PKK ile barış süreci, AKP’nin Cemaat ve Kemalistler ile mücadele ederken, devrimci-demokratik hareketi ve yine Kürt Hareketi’ni bu sonunculardan ayırma ya da uzak tutma taktiğiydi. Yine Barış Süreci, dış politikada da ABD ile AB’yi diplomatik olarak oyalama taktiğiydi. Kesişmeler çok yönlüydü.

AKP bu hedefle hareket ederken, bu hedefe başka hedefleri de bağlamaya çalıştı. Barış Süreci’nin sonucunda iyi bir politik ve askeri pozisyon elde etmesi gerekti. Barış Süreci’ne gelirken AKP politik ve askeri insiyatifi kaybetmişti (Suriye’de rejimi devirme hayal olmuştu ve üstüne üstlük Rojava’da 2012 Temmuz Devrimi olmuştu) ve bu insiyatifi tekrar ele geçirmesi ise tek bir şeye bağlı hale gelmişti: PKK’nin stratejik hata yapması. İşte barış süreci, bir yandan da AKP açısından, PKK’nin “hata katsayısı” anlama anlamına geliyordu. Bunun için Erdoğan, Öcalan ile PKK’yi (ki tam olarak ifade edersek Kandil) HDP üzerinden ilişkiye soktu. Bununla iki amacı vardı: 1-Öcalan ile Kandil arasındaki ideolojik örtüşme ya da örtüşmemenin sınırlarını anlamak. Yani Kandil’in Öcalan’ı ne kadar anladığını ya da anlamadığını öğrenmek istiyordu. 2- Öcalan’ın olası bir tecritinde Kandil’in doğru yolu mu yoksa yanlış yolu mu izleyeceğini anlamak istiyordu. 

Burada ilginç olan durum, Erdoğan’ın, bizzat Kandil’in ideolojik yapısını hedeflemiş olmasıdır. Erdoğan Öcalan’ın etkili hareket yapısını ve onun ne yapmak istediğini tamamen biliyordu. Dikkatleri Öcalan üzerinde değil amaKandil üzerinde toplamıştı. Kandil Öcalan’ı anlıyor muydu yoksa anlamıyor muydu. Çünkü anladığı oranda politika yapacaktı ve anlamadığı yerleri de kendi insiyatifiyle dolduracaktı, ki Erdoğan Kandil’in yanlış ve zamanı geçmiş bir ideolojiyle hareket ettiğini anlamıştı. 

Erdoğan bir yanda içeride seçimleri teker teker ve sorunsuz olarak kazanarak ve HDP üzerinde de devlet terörünü kullanarak Öcalan’ın planlarını baltalıyordu, öte yandan da Öcalan ile Kandil arasındaki anlaşmazlıkları su yüzüne çıkarıyordu. Erdoğan bu politika ile istediğinden de fazla sonuçlar aldı ve tam bir kesin karar almak için bütün elemanlara sahip oldu:

1-Kandil Öcalan’ın ideolojik çizgisini anlamada ve pratiğe uygulamada yetersizdir. Öcalan’ın masaya oturmasının, bizzat Türkiye’de faşizmi yıkmaya giriş olduğunu anlamamıştır. HDP’nin seçim başarısının AKP’yi politik olarak zora sokmasından sonra, kapsamlı savaş ile desteklenmesi gerektiğini anlamamıştır. Kandil Erdoğan ile masaya oturmayı, Öcalan’ın eski stratejisindeki gibi ele alarak, ABD ile müttefikleri İran rejimini devirirken Türkiye ile geçici bir ateşkes elde etmek gibi ele almıştır. Türkiye’de yeni bir faşist rejim kurumsallaşırken, Türkiye’nin PKK’nin İran rejiminin devrilmesinden yararlanmasına izin vermeyeceğini yani her yolla statükoyu koruyacağını anlamamıştır.

2-Rojava’yı tek başına elinde tutan Kandil’in, hiçbir zaman Türkiye cephesine ezici güç yığamayacağını, bunun direk sonucunun birbirlerini dolaylı olarak destekleyen yasal ile yasadışı güçlerin birbirlerinden koparılması olacağını ve HDP’nin içeride savunmasız kalacağını Erdoğan anlamıştır.

3-Öcalan’ın bir tecriti durumunda, Kandil’in yanlış bir stratejide ilerleyeceğini ve bunun sonucunda da güçlerini dağınık tutarak, insiyatifi kaybedeceğini Erdoğan artık anlamıştı.

Barış sürecinin PKK-Kandil ayağının Erdoğan açısından önemi, Kandil’in yanlış bir stratejik yola girerek, insiyatifi kaybetmesi üzerine oturmuştu, ki Kandil Erdoğan’ın istediği bu durumu yanlışlarıyla Erdoğan’a adeta hediye etmiştir. 

Şimdi de Öcalan açısından durumu ele almaya çalışalım.

Erdoğan psikolojik savaşı komplocu ve gerici bir temelde uygularken, Öcalan bu psikolojik savaşı, devrimci ve demokratik süreçleri iç içe geçirerek ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilemesini sağlayarak oluşturuyordu. Bu dinamizm, mücadelenin sürekli olarak “demokratik suyla yıkanması” zorunlu kılıyordu. Yeni toplumsal mevzilerin elde edilmesi, demokratik hareketin büyümesinden geçiyordu. Öcalan uzun yıllar boyunca vermiş olduğu devrimci mücadele sonucunda, tek silahlı mücadelenin olması halinde, sistemin bütün yapısıyla içe kapandığını ve kendi içerisinde bütünlük oluşturduğunu açık bir şekilde gördü. Faşizmin tarihsel dengesini bozmanın, bizzat onun sisteminin içerisinde güç olmaktan geçtiğini ve sistem içerisine bir “Truva Atı” göndermeden ve bu at aracılığıyla burjuva partileri kendi aralarında bir karışıklığa sürüklemeden tek silahlı mücadelenin başarılı olamayacağını anladı. Bundan dolayı bizzat ideolojik temellerini atmış olduğu bir hareket tarzını benimsedi: Kürt Hareketi’nin silahlı mücadelesi, genel bir Kürdistan ya da özerklik söyleminden ziyade, daha somut bir Demokratik Cumhuriyet söylemine ve bu temelde de Türkiye’de bütün toplumsal kesimlerden oluşan bir Demokrasi İttifakı’nın yasal mücadelesinin büyütülmesine bağlanacaktı. Bu kitlenin seçim sistemi etrafında büyü(tül)mesi, faşizmin tarihsel dengesini bozmak için zorunluydu. Bu tarihsel dengenin bozulmasının en büyük belirtisi ise, yasal demokratik parti büyüdükçe (HDP) , hiçbir burjuva partinin tek başına hükümet olamaması olacaktı. Bu durum faşizmin burjuva partilerini, sınıflarını, katmanlarını, politik ve askeri kadrolarını, kaçınılmaz bir şekilde bir darbe anlayışına sürükleyecekti. Bizzat kendi seçim sistemini çiğneyen faşizm, toplumsal hegemonyasını ve meşruluğunu da kaybetmiş olacaktı. İşte yasal demokratik hareket , bütün sistemi içeride karışıklığa sürükleyip ve tarihsel rolünü oynadıktan sonra, devrimci şiddet katlanarak geri dönerek, dengesi bozulan faşist sistemi yere serecekti. İşin ilginç tarafı ise bu hareket tarzının, Barış Süreci sona ererken neredeyse gerçekleşecek olmasıydı. 

Erdoğan farklı düşmanlarıyla ayrı ayrı karşılaşmak için PKK ile ateşkese ihtiyaç duyarken, Öcalan da bu ateşkes aracılığıyla faşist sistemin içerisine Truva Atı (HDP) salmak istiyordu. Bu Truva At sistem içerisine salınmadan ve sistemin içerisini karıştırmadan, geri dönecek olan silahlı mücadele etkili olmayacaktı. Stalin’in Hitler’i Polonya üzerinden önce Batı ile savaşa girmesini sağlayarak ve sonra Sovyetler Birliği üzerine dönmesini sağlayan kurnazlığına benzer bir şekilde Öcalan da, Erdoğan ve AKP’yi Türkiye’de bütün burjuva partiler ile önce birbirine düşürüp, sonra PKK ile silahlı mücadeleye tutuşmasını sağlamak istiyordu. İki cephe arasında kalacak olan Erdoğan ile AKP sürekli batacaktı ve tek batmakla kalmayacak ama faşist sistemi de kendisiyle birlikte  batıracaktı. 

Erdoğan’ı iki cephede savaşa sürüklemenin tek yolu, onun elinden tek başına hükümet olma olanağını almaydı, ki HDP’nin yüzde on barajını aşmasına bağlıydı. 7 Haziran 2015 seçimleri gösterdi ki, HDP’nin barajı aşması ile AKP’nin tek başına hükümet etme yeteneğinin ortadan kalkması el ele gitmekteydi. Öcalan’ın öngördüğü gibi AKP, 7 Haziran seçimlerinden sonra bir “darbe mekaniği”ne sarıldı ve Barış Süreci’ni sonlandırdı ve de “yasadışı mücadele”nin yıkıcı bir savaş ile devreye girerek , HDP’nin açtığı gediği büyütmesi gerekliydi. 

Herşey Öcalan’ın planına uygun gelişiyordu ama Kandil Öcalan’ın planlarına uygun hareket edemedi. Öcalan’ın AKP ile savaş başlamadan önce Kandil’e vermiş olduğu bazı ev ödevleri vardı:

1- AKP ile savaş başladığı zaman PKK, İran-Suriye ekseninde kalacaktır.
2- Kandil ve etrafında elli binlik bir gerilla kuvveti oluşturulacaktır.
3- İran ile ateşkesten, Türkiye gibi diyaloga geçilecektir.
4- Barış Süreci’nde içeride HDP büyürken, dışarıda gerilla büyütülecektir.
5- Hareketin temel söylemi “Kürt’lerin Özerkliği” söylemi etrafında değil ama  Demokratik Cumhuriyet eksenli olarak şekillenecektir.

(Bütün bu noktalar Öcalan ile HDP İmralı Komisyonu arasındakigörüşmelerde mevcuttur. Bununla ilgili daha fazla bilgi için, bu görüşmeleri konu alan “İmralı Notları” adlı kitaba bakılabilir.) 

Öcalan’ın Kandil’e vermiş olduğu bu talimatların hiçbirini Kandil gerçekleştiremedi. Bunun altında, Kandil’in Rojava devrimini kullanmadaki hataları yatmaktadır. 

Bu genel çerçeve yaklaşık olarak günümüzde de geçerlidir.

Erdoğan’ın taktik “İmralı” açılımı, Barış Süreci’ndeki gibi, genel bir politik manevranın taktik bir parçası olacaktır. Barış Süreci’nde de Erdoğan, ABD ile AB’yi dolaylı stratejik tutuma uygun olarak cepheden karşısına almadan oyalayan bir politika izleyerek, onlardaki reform umudunu diri tutan bir dizi politik açılım yaptı. Barış Süreci ABD ile AB’yi oyalama taktiğinin bir parçası olarak ama içerideki seçimlerin kazanılmasına kanalize edilen çok yönlü bir stratejinin ürünüydü. Bu oyalama taktiğini dayatan noktalardan bir tanesi de (yukarıda sayılanlara ek olarak), AKP’nin devlet içerisinde başta Ordu, Emniyet ve Yargı olmak üzere daha tam olarak egemen hale gelmemiş oluşuydu. Bundan dolayı seçimlerin kazanılarak meşruiyetin elde edinilerek ilerlenmesi zorunluydu. Aksi taktirde bütün rakipler ile aynı anda karşı karşıya gelinen bir durum ortaya çıkacaktı. 

Bugün de Erdoğan’ın Öcalan ile taktik yakınlaşması seçimleri kazanmaya dönüktür. Ama seçimler etrafında bu politika örülürken, bu politika yeni ABD yönetimi ile elde edilmek istenen taktik uzlaşma politikasının da bir parçası olarak kullanılmak istenmektedir. Son dönemlerde Erdoğan yeni ABD yönetimi ile uzlaşabileceğini ya da onda bu umudu diri tutmak isteyen bazı taktik adımlar atmaktadır: AB’yi stratejik olarak hedefledikleri yönünde yapılan açıklama, Ukrayna’da Batı yanlısı tutum alınması, Ermenistan ile normalleşme görüşmelerine başlanması, Öcalan ile görüşmelere başlanması ve bunun açıkça deklare edilmesi vs. bütün bunlar Erdoğan’ın Biden karşısında bir tür yeniden mevzilenmesi ya da manevrası olduğu gibi, gelecek seçimlerin kazanılmasını da hedefleyen bir yapıya sahiptir. 

Biz yine konumuza dönersek temel sorun, Erdoğan’ın Öcalan ile bu olası  taktik süreç ile ne elde etmek istediğidir. Zaten “Edinede’deki (Demirtaş), İmralı’dakine (Öcalan) hesap verecek” diyerek Erdoğan ne istediğini de açıkça belli etmiştir. Erdoğan HDP seçmeni üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Demirtaş’ı Öcalan üzerinden susturmak ya da etkisini yoketmek istemektedir. Böylece Öcalan’ın yapacağı bir “tarafsızlık” çağrısına HDP seçmeninin uymasını sağlamaya çalışmak istemektedir. Bu durumda Millet İttifakı’nın oyu Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için yetersiz kalacaktır. Peki Erdoğan’ın bu isteği karşısında Öcalan ne istemektedir? 

Şimdi de Öcalan cephesini ele alalım.

Öcalan’ın en önemli ihtiyacı PKK yönetimi ile ilişki kurabilmek ve PKK’yi doğru bir siyasi çizgiye çekebilmektir. Bunun yolu da Erdoğan’a bazı tavizlervermekten geçmektedir. Nasıl Erdoğan Öcalan’a taktik olarak yanaşarak siyasi olarak risk alıyorsa, Öcalan da Erdoğan’a taktik olarak yanaşarak risk almak zorundadır. Çünkü bunun dışında bir yol yoktur.

Erdoğan Öcalan’ı niçin tecritte tutuyor?

Erdoğan’ın Öcalan’ı tecritte tutmasının bir nedeni var. Bu neden Öcalan’ın PKK’ye müdahalesinin kendi aleyhine olmasıdır. Çünkü Öcalan süreci Kandil’den daha yetkin olarak okumakta ve daha etkili bir politika üretmektedir. Öcalan’ın hareket tarzında “yasal ve yasadışı mücadelenin etkili bir birleştirilmesi ya da sentezi” söz konusudur. Yasal hareketin (HDP) etkili olabilmesi için yasadışı hareketin (PKK) doğru hareket etmesi gerekir. Bunun için ise Erdoğan’ın kendisine olan yakınlaşmasını PKK ile ilişki kurmak için kullanmak isteyecektir. Ama bu demek değildir ki, Öcalan Erdoğan’ın kazanmasını istemektedir. Tam tersine Öcalan Barış Süreci’nde de gördüğümüz gibi, Erdoğan ile taktik bir anlaşma yürütürken, Erdoğan’ın da kaybetmesini istemektedir. Böylece Erdoğan zayıfladıkça hem Türk iç politikası karışacak ve HDP kilit parti durumuna gelecek hem de devlet sürekli olarak kendisini muhatap almak zorunda kalacaktır. 

Erdoğan Öcalan’dan HDP seçmenini Millet İttifakı’ndan uzak tutmasını ve böylece Millet İttifakı’nın kazanamaması için Demirtaş’ı “bastırmasını” istemektedir. İstanbul seçimlerinde yaptığı gibi “Üçüncü Yol” çağrısı yapmasını ama Demirtaş’ın araya girerek Öcalan’ı açığa düşürmemesini istemektedir. Karşılığında da tahmin edebileceğimiz gibi, Öcalan’ın PKK ile bir noktaya kadar iletişim kurmasını kabul edecektir. Erdoğan Öcalan’a hiçbir şey vermeden, Öcalan Erdoğan’ın isteğini niçin kabul etsin? Bu arka planda bazı pazarlıkların döndüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın açıklamasından bu pazarlığın bittiği sonucu da çıkmaktadır.

Görünüşe göre Öcalan Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’ı bastırmaisteğinikabul etmiştir. Bunu istediği için değil ama mecbur kaldığı için yapmakzorundadır.Yoksa Öcalan’ın kendisi de gelecek seçimlerde Cumhur İttifakı’nındeğil ama Millet İttifakı’nın adayının kazanmasını istemektedir.Ama bir yandanErdoğan ile taktik olarak anlaşırken öte yandan da Millet İttifakı’nın açıktankazanmasını ima edecek durumda olmadığına göre ama Erdoğan’ın da gelecekseçimlerde kaybetmesini istediğine göre, Öcalan “gerçekten HDP’den nasılhareket etmesini istemektedir ? 

Aslında gelecek seçimlerde Öcalan, yerel seçimlerde Millet İttifakı ile pratiktegerçekleşen işbirliğinin tekrarlanmasını istemektedir. Ama Erdoğan Öcalan’a taktik olarak yaklaşarak ve karşılığında bazı tavizler vererek bu olanağıDemirtaş’ın da “bastırılması”nı isteyerek yoketmek istemektedir. Burada bütünHDP’nin dışarıdaki yönetiminin politik uyanıklığına ve hünerine kalmış durumdadır. 

Erdoğan Öcalan üzerinden Demirtaş’ıbastırıp” Öcalan’ın HDP’nin tarafsızlıkçağrısının Kandil üzerinden bozulmaması yani Öcalan’ın aksine Kandil’inMillet İttifakı’nın adayını desteklemesi ihtimalini yoketmek için de bir yandanKandil üzerinde Öcalan baskısı oluşturmak isterken öte yandan da Rojava ileKandil üzerinde saldırıları yoğunlaştırmaktadır. Son günlerde Rojava’daotuzdan fazla hedef açıkça Türkiye tarafından vurulmuştur. Erdoğan bu yoğun saldırıları, Kandil’in HDP’nin tarafsızlığı desteklemesi karşısındadurdurabileceği pazarlığına çevirmek istemektedir. Böylece HDP hem İmralı üzerinden hem de Kandil üzerinden baskı altına alınarak tarafsızlığa çekilmekistenmektedir.

Öcalan PKK ile ilişkiye geçebilmek veiki ayaklı olan tek stratejininetkinkurulumunu tekrar sağlayabilmek için görünürde HDP tavizini Erdoğan’avermek zorundadır. Hatırlanacağı gibi Barış Süreci’nde (2013-2015), gerillanıngeri çekilişi gibi büyük bir tavizi de HDP’nin önünün açılması için vermişti amadevlet bir çok savaş hilesiyle HDP’nin önünün tıkanması için dolaylı olarak birmücadele yürüttü. Barış Süreci’nde Öcalan Erdoğan’ın isteğinin aksine, HDP’yiparti olarak seçime sokarak ve Erdoğan’ın tek başına hükümet olma olanağınıyokederek onu boşa düşürdü. Şimdi de Öcalan’ın vereceği tavizi, dolaylı olarakyoketmek HDP yöneticilerinin hünerine kalmıştır.

Öcalan Erdoğan’ın sıkışmışlığını kullanarak ve bazı tavizler vererek ondan bazıtavizler almak zorundadır.Bu tavizler onun belirli bir süre için tecritten çıkmasıve PKK’ye müdahale edebilmesi için zorunludur. Ama bu tavizin pratiketkisinin yokedilmesi için de HDP oldukça akıllı hareket ederek, Erdoğan ile Bahçeli’yi boşa düşürmesini bilmelidir. Şayet Erdoğan ile Öcalan arasında böylebir taktik süreç başlar ve Öcalan HDP’ye tarafsızlık çağrısı yaparsa yineKandil’de buna katılmak zorunda kalırsa, HDP görünürde buna uyup ama kendiörgütlerini etkili bir şekilde kullanarak seçmenini Millet İttifakı’na sessiz sedasız yönlendirip ve verilen tavizi pratikte yokederek, Erdoğan ile  Bahçeli’yiboşa düşürerek Millet İttifakı’nın adayının kazanmasını sağlayabilir.

Çünkü Öcalan da gerçekten bunu istemektedir !