ESAD – ERDOĞAN: DOĞRU VE YALAN
Erdoğan avazı çıktığı kadar Esad’a çağrı yapıyor; “gel görüşelim” diyor. Önüne mikrofon gelince de anında tekrarla haykırıyor “gel Ankara’da buluşalım, olmazsa komşu bir ülkede buluşalım” diye tekrarla çağırıyor. Esad ise fazla gürültü yapmadan, ülkesindeki seçimlerle ilgili oylamasını kullandıktan sonra cevap veriyor “Ne diye buluşacağız, soyut çağrılar yerine bu çağrının içeriğini anlamak gerekiyor. Bizim iki temel sorunumuz bulunuyor; birincisi silahlı güçlerinizle ülkemize tecavüz etmişsiniz, bunun son bulması gerekiyor. İkincisi ise Suriye düşmanı eli silahlı teröristleri desteklemenizi sonlandırmanızı istiyoruz.”

ESAD – ERDOĞAN; DOĞRU VE YALAN
Mihrac Ural - 18 Temmuz 2024
Erdoğan avazı çıktığı kadar Esad’a çağrı yapıyor; “gel görüşelim” diyor. Önüne mikrofon
buluşalım” diye tekrarla çağırıyor.
Esad ise fazla gürültü yapmadan, ülkesindeki seçimlerle ilgili oylamasını kullandıktan sonra
cevap veriyor “Ne diye buluşacağız, soyut çağrılar yerine bu çağrının içeriğini anlamak
gerekiyor. Bizim iki temel sorunumuz bulunuyor; birincisi silahlı güçlerinizle ülkemize tecavüz
etmişsiniz, bunun son bulması gerekiyor. İkincisi ise Suriye düşmanı eli silahlı teröristleri
desteklemenizi sonlandırmanızı istiyoruz.”
Bu ikili diyalog Türkiye’nin ağır bir yenilgi almasından sonra gündeme gelmiştir. Yıl 2011, 15
Şubat’ta Suriye’de kanlı olaylar başladı. Buna Suriye iç savaşı denildi. Gerçekte ise büyük
terörist hamlesinin Suriye’de yönetimi değiştirmek üzere başlattığı savaş gündeme gelmişti.
Bu savaşta Erdoğan yönetimi aktif yer almıştı. “Ortağı” olan Suriye yönetiminin devrilmesini
bekliyordu. Emevi camiinde namaz kılacağı anı bekliyordu. Yıllar boyunca aynı algıyla
teröristleri destekleyen Türkiye, Suriyeli teröristlerden ordular kurmaya yöneldi. Suriye’de
kanlı olayların destekçisi oldu, hem de savaşa aktif biçimde katıldı. Bununla da yetinmedi.
Suriye’nin kalbi olan şehirlerde üretim mekanizmalarını Türkiye’ye taşıdı, yani çaldı.
Türkiye’nin hırsızlığı öylesi bir hal aldı ki, “nasıl olsa üç beş ay içinde Esad yönetimi
yıkılacaktı, bu açıdan çalınan tüm fabrikalar, tüm makinalar, buğday tahılları ve petrol
teröristlerin hükmü altında bulunacaktı”. Erdoğan yönetimi bu amansız yaklaşıma onay
veriyordu.
Bu acımasız süreçte hiçbir alan rahat bırakılmamıştı. Sahil şeridi olduğu kadar Kürt bölgeleri,
Arap bölgeleri, Süryani ve diğer Hıristiyan yerleşim alanları da ağır darbeler alıyordu. Sözde
mezhep savaşı sürdürülüyordu, gerçekte tüm mezhepler ve dinler bu ahlaksız darbelere
maruz kalıyordu. Erdoğan yönetimi insafsızca Suriye’yi bir bütün olarak yıkıyordu. Geride
olumlu hiçbir izi bırakmadan, Esat ailesiyle birlikte tatiller yaparken oluşan o olumlu havadan
zerre kadar bir iz kalmadan yakıp yıkıyordu. Suriye’de süren bu vahşet ortamında insani
olarak etkilenenlerin uyarılarına karşı Erdoğan “Bana sakın Esed’le görüşeyim diye bir öneri
getirmeyin, tersler atarım” diye tepki gösteriyordu. Bu tepkisini damadı Beraat Albayrak’ı
yönetimden alırken tekrar etti “Bana Esed’le ilgili hiçbir yaklaşımda bunmayın” diye de tekrar
etmiştir.
Erdoğan, Suriye’de 4 askeri hamle ve irili ufaklı askeri girişimlerde bulunmuştur; Şah Fırat
operasyonu (22-23 Şubat 2015), Fırat Kalkanı Harekatı (24 Ağustos 2016 – 29 Mart 2017),
İdlib operasyonu (8 Ekim 2017 – 27 Şubat 2020), Zeytin Dalı Harekatı (20 Ocak - 24 Mart
2018), Barış Pınarı Harekatı (9 – 18 Ekim 2019), Bahar Kalkanı Harekatı (27 Şubat – 5 Mart
2020). Bu askeri hamlelerle Türk ordusu, Suriye’de işgalci bir güç olarak girmiştir. Kimseden
izin almadan, resmi hiçbir kurum ya da kuruluştan icazet almadan yapılan bu girişim bir ilhak
girişimidir, nitekim sonuçları itibariyle durum budur. Girdiği yerlerde işgalci emperyal
girişimlerde bulunmuştur. Türk lirası geçerli kılınmış, Türk Üniversiteleri öğrenci kaydına
başlamış, Türk polis yapılanması kurumlaştırılmış, askeri ve sivil kurumlar kurularak o bölge
sivil bir vali tarafından denetlenmeye başlanmıştır. İlhak siyaseti Türk askerinin girdiği
alanlarda uygulanmaya başlanmıştır. Binlerce km alan Türkiye’nin ilhak politikasının bir
unsuru haline gelmiştir. Dost diye görülen Suriye’ye bu düşmanca politikalar dışında hiçbir
olumlu politika ile yaklaşılmamıştır. Tüm amaç Suriye’de yönetimin üç beş ay içinde
yıkılacağı üzerine kurgulanmıştır. Bu vahşet ile geride olumlu sayılabilecek zerre kadar
olumlu bir politika bırakılmamıştır.
Esad, ülkesinin başına salınan terör belasına karşı tüm gücüyle direnmiştir. Dünyanın dört bir
yanından taşınarak getirilen teröristler 930 km uzunluğundaki bu ortak sınırdan geçirilmiştir.
Türkiye tam bir ev sahipliği yaparak bu uluslararası terör şebekelerini barındırıp
destekleyerek Suriye’ye karşı harekata salmıştır. Ülkesinin tüm topraklarını savunmak üzere
harekete girişmiş olan Esad, gücünün yetmediği yerlerde ise sivil güçleri silahlandırarak
teröre karşı, dayatılan bu uluslararası vahşete karşı savaşmıştır.
Bu güçler arasında Kürt güçleri ve bizler liva İskenderun-Antakya güçleri önemli yer tutar.
Kütlerin YPG’si Kürt bölgelerinde Suriye Askeri güçlerinden aldığı silah ve kendi imkanlarıyla
oluşturdukları silahlarla başlattığı direnme savaşı Kobani zaferiyle doruğuna ulaşmıştır (26
Ocak 2015). Sonrasında Kürtler kendi çabalarıyla büyük atılımlar, direnmeler yürüterek terör
güçlerine kök söktürmüştür. O gün bugün, Kürtler kendi bölgelerinde, Rojava’da denetimi
sağlamış, kendi güçlerinin etkinliğiyle haklı bir düzeye yükselmişlerdir. Erdoğan’ın korktuğu
bu güç hala etkinliğini sürdürmekte ve Suriye’nin bir iç sorunu olarak, siyasi diyalogla
sorunlarını çözme durumunda olmuştur. Bir dış gücün bu konuyu ele alması asla uygun
değildir. Dolaysıyla Esad’ın, ülkesindeki Kürt sorunu için belirlediği siyasi çözüm dışında hiçbir
dış gücün müdahalesine izin vermeyeceği bilinmeli. Kürtler Rojava’da etkin siyasi, askeri ve
ekonomik bir güçtür, bu gücü hesap etmeden hiçbir çözüm gerçekleşemez. Erdoğan’ın bu
güç karşısında gösterdiği korku ve panik Esat için hiçbir anlam taşımamaktadır. Dolasıyla,
Kürt sorunu bir Suriye iç sorunudur, buna kimse müdahil olamaz. Rojava’nın, tüm bölgeleriyle
birlikte Halep’in birkaç büyük mahallesinin de dahil olduğu bir bölge olduğunu burada
hatırlatmak isterim.
Bu sivil güçler arasında bulunan Liva İskenderun Kurtuluş Cephesi, Anavatan Suriye’nin
kurtuluşu için Mukaveme Suriyyi (Suriye Direniş) örgütünü kurarak savaşa girişmiştir. Genel
komutanı olarak benim yer aldığım Mukaveme Suriyyi, Sahil bölgesinde önemli zaferler
kazanmıştır. Lazkiye ve Kesap’ta bölgenin temizliğini üstlendik, zaferler kazandık (14 Haziran
2014). Sınır kapısından Türkiye tanklarının vurduğu mevzilerimiz, terör güçlerinin, üzerinde
“Ali Kiyyali” (savaş boyunca kullandığım kod adımdır) diyerek adımı yazdıkları havan ve Grad
füzelerinin baskısı altında bu zaferleri kazandık. Bu süreçte bizler Halep kurtuluşunda da
etkin yere sahiptik. Halep’in kurtuluşunda etkin mevziler sahibiydik. Hama, Humus
bölgelerinde de mücadele ederek bu terör şebekelerine kök söktürdük.
Esad ülke bütünlüğünü koruma adına askeri güçlerin ve diğer sivil güçlerin de komutanıydı.
Doğal olarak Türkiye’nin müdahalesi ve hırsızlıklarını en yakından bilen bu acımasız sürecin
de şahidi idi. Esad, hala yaşamakta olduğu bu kirli saldırıların ortamında kendisiyle görüşmek
isteyen bir ahlaksızın çağrısının “net olmasını” istemesi kadar doğal hiçbir şey olamaz.
Bunca zorbalık ve bunca kıyımın olduğu bir ortamda, hiçbir şey yokmuşçasına “gel
görüşelim” demek kadar utanç verici bir şey olamaz.
Bu arada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Biz Suriye’yle gizli görüşmeler yapıyoruz” diye
ortaya çıkışı, yine utanmazca bir çıkıştı. Esat buna da gerekli cevabı vermekte gecikmedi;
“Türkiye’yle görüşmelerimiz açık ve nettir, hiçbir zaman gizli bir yana sahip değildir.
Görüştüğümüz zaman görüştük diyoruz” diyerek Hakan Fidan’ın yalan üslubuna karşı duruş
sergilemiştir. Esad doğruları ile onlar ise yalanlarıyla ortaya çıkıyorlardı.
Esad, “Türkiye’yle ilişkilerimiz uluslararası kurallara uygundur. Bu uluslararası ilişkiler ne
gerektiriyorsa onun olması gerek. Bizim Türkiye halkıyla hiçbir sorunumuz yoktur. Siyasi
sorunlar kolayca hal olabilir, bu iyileştirme politikasıyla yapılır. Bizim İsrail’le olan sorunumuz
ise başka bir boyuttadır. Türkiye’yle ilişkilerimize benzemez. Bizim Türk halkıyla hiçbir
sorunumuz yoktur, sorun siyasi hükümetle” diyerek de konuya olan yaklaşımını ortaya koydu.
Esad, “bu ikili görüşmenin ne olduğunu anladığımızda bir araya gelip koşulları
tamamlayacağız. Bu buluşma gerçekleşip sonuçlar tam çıkmazsa çok kötü sonuçlara ulaşılır.
Bu açıdan her şeyin normal bir süreç izlemesi gerekiyor. Bu da Türkiye’nin işlediği hataları
açıkça dile getirip özeleştiri yapmasını gerektirir” yaklaşımı içerisindedir.
Esad, “Hiçbir ortak dostumuz Türkiye’ye kefil olmadı, böylesi bir kefalet bizlere sunulmadı”
diyerek de Erdoğan’ın sözlerinin uluslararası arenada geçerliliği olmadığına dikkat çekti.
Bununla da ortak dostlarımızı uyardı, “varsa kefaletiniz buyurun ortaya koyun” diyerek de
açıklama getirdi.
Ayrıca dile gelen “pehlivanca” oyunlarına ilişkin de, “Türkiye’den dile gelen görüşmeler
ikircimlidir, bu açıdan “pehlivanca” yapılan farklı görüşmeler olmaktadır. Bu açıdan sözler
birbiriyle tutarlı olmalıdır. Tutarlı olmayan görüşler sonuç getirmez, tersine sonuçlara zarar
verir” açıklamasını yaparak Türkiye’nin oyunlarına karşı ihtiyatlı duruşunu ortaya koymuştur.
Sınır güvenliğiyle ilgili ortaya konulan meselelere ilişkin Esat, “Sınır güvenliği 2011’de ne ise
bugün de istenilen odur. O zamanlar nasıl bir güvenlik mevcut idiyse bugün de aynıyla
sürebilir. Bunun abartılı yanı olmamalıdır” anlamında cevap verdi. Sınır güvenliği, sınırlar ihlal
edilerek sağlanmaz. Her ülke kendi sınırını sağlam tuttukça bu sorun çözülür. Ayrıca bir
çözüme gerek kalmaz.
Bütün bunlar Esad-Erdoğan ilişkisinin nasıl da zor bir ilişki olduğuna işaret eder. Bir yalancı
hokkabazın, yaptığı bunca ahlaksız ve canice işlerin hiçbiri olmamış gibi davranarak
“görüşme” talep etmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Bu açıdan bakınca, daha birçok şeyin
pratikte değişmesi gerekmektedir. Bu pratikleşme çabaları alttan alta yapılan görüşmelerce
çözülebilir. Esad’ın, bu büyük dönüşüm olmaksızın Erdoğan’la görüşmesi mümkün
görünmüyor.
Putin ve İran’ın buluşturma çabaları ya da baskıları Esat’ı böylesi bir adımı atmaya
zorlayamaz. Bu baskılar sonuç getirseydi bunca lafa gerek kalmaz, buluşma çoktan
gerçekleşirdi. Esad, ülkesine ve halkına karşı büyük ahlaksızlık örneği gösteren Erdoğan’ı
devletler politikası gereği görüşmeye yatkın olsa da pratikte iyileşmeye tanıklık yapmadan
asla görüşmeyecektir.
Erdoğan, bunca aymazcasına yakıp yıktığı Suriye gerçeği ortada dururken kalkıp “bizler
ailece görüşüyorduk, öyle kararlar veriyorduk, şimdi de bu gerçekleşebilir” diyerek
kalpazanca sözler sarf etmektedir. Esat’ın ise bu tür kalpazanca sözlere dönüp vereceği bir
cevap olmayacaktır. Geçmişe gömülen iyi veriler, bugün çok farklı verilerin ışığı altıda hiçbir
değere sahip değildir. Geçmişin iyi yanları uzun yıllardır süren Suriye savaşında hiçbir değeri
görülmemişken şimdi, Suriye zafer kazanınca dile getirmesi sadece kalpazanca bir
davranıştır. Anlamı ve mahiyeti sıfırdır.
Erdoğan hayasız biridir. Önerdiği hiçbir önerinin arkasında durmayacak bir kalpazandır.
Bugün sözünü ettiği hiçbir şeyi yarın olduğu gibi kabul etmeyecek kadar hayasız bir
yalancıdır. Bu açıdan bakınca “gel görüşelim” tezi tamamen anlamsız, içi boş, her şeyi
kapsayacak ve aniden her şeyi ret edecek soyutlukta bir tezdir. Bu açıdan bakınca Esat,
haklı kaygılarla bu “gel görüşelim” önermesini ele alarak “boş sözdür ne demek istenildiği
belli değildir” diyebilmektedir.