Halep Saldırısının Arkasında Kim Var?
Cumhur ittifakının “Kürt açılımı”nda yaşadıkları “üstü kapalı” anlaşmazlığın bir benzeri de Halep saldırısından sonra yaşanmaktadır. AKP ile MHP’nin Suriye’de yaşanan olaylar karşısındaki tutumları aynı değildir. AKP daha düşük bir profil çizmekten ve kendisini geri tutmaktan yanayken, MHP Suriye’ye Batı’nın yanında daha fazla angaje olmak isteyen bir tutum benimsemektedir. Peki “iki ortak” arasındaki Suriye anlaşmazlığının temel nedeni nedir?

Halep Saldırısının Arkasında Kim Var?
Kemal Erdem
27 Kasım sabahı Heyet Tahrir Eş-Şam (HTŞ) önderliğindeki Cihatçılar, İdlib’ten Suriye devletinin kontrolünde bulunan Halep’e saldırarak, şehrin önemli bir bölümünü ele geçirdi. 5 Aralık’ta da Halep’in altında bulunan Hama şehri düştü. Türkiye’nin güdümünde bulunan Suriye Milli Ordusu’nun da (SMO), bu saldırılara katıldığı görülmektedir. Bundan dolayı da Türkiye’nin bu saldırıları yönlendirdiği sonucu çıkartılmaktadır. Bu akıl yürütme doğru olmayabilir çünkü olaylar görünenden çok daha karmaşıktır.
Bizim tahminimize göre, Türkiye bu olayları organize eden ve yönlendiren değil ama bu olayları çıkaranların peşine takılmak zorunda kalan ülke görünümündedir.
O halde Halep saldırısının arkasındaki asıl güçler kimlerdir?
Bu saldırının arkasındaki asıl güçler, şu açıklamayı yapanlardır:
"Suriye'deki gelişmeleri yakından izliyoruz ve tüm taraflara gerilimi azaltma çağrısında bulunuyoruz. Ayrıca yerinden edilmeler ve insani yardım erişiminin kesilmesini önlemek için sivil halkın ve altyapının korunmasını önemle talep ediyoruz. Mevcut tırmanış, çatışmaya Suriye liderliğinde, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararına uygun olarak bir siyasi çözüm bulunmasının acil gerekliliğini bir kez daha vurgulamaktadır."
BM Güvenlik Konseyi'nin 2015 yılında kabul ettiği 2254 sayılı kararında, Suriye'deki çatışmanın sona erdirilmesi için Suriye'de tüm tarafların katılımıyla yeni bir anayasa ve serbest, adil seçimlerin yapılmasını içeren siyasi bir geçiş süreci önerilirken, "terörle mücadele" önlemleri de yer alıyor.” (Anka’dan aktaran Evrensel Net : https://www.evrensel.net/haber/535755/abd-fransa-ingiltere-ve-almanyadan-suriye-icin-gerilimi-azaltma-cagrisi)
Bu çağrıyı 2 Aralık günü ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya birlikte yaptılar. Elbette adı anılmasa da İsrail de bu ülkelerin yanındadır. Bu açıklamada ileri sürülen siyasi istekler ile Halep-Hama saldırısı arasında bir ilişki bulunmaktadır. BMGK’nin 2254 sayılı 2015 tarihli kararı, rejim ile muhalifler arasında bir ateşkesi, sivil hedef ve yerlerin korunmasını, bütün tarafların yer aldığı ve altı ay içinde kurulması gereken ve de mezhebe dayanmayan bir geçici hükümet ile onsekiz içinde BM koruması ve gözetimi altında bir genel seçimi öngörmektedir. IŞİD ile El Nusra bu süreçten dışlanan aktörlerdi. Ama bu örgütler bugün isim değiştirerek HTŞ oldukları için, onlar da şimdi bu sürecin parçası olarak sürece dahil olacaklardır.
HTŞ’nin yularını başta ABD,İngiltere, İsrail olmak üzere, bazı Avrupa ülkeleri ile Körfez monarşileri tutmaktadır. HTŞ Trump ilk başkan olduğu zaman Ocak 2017’de, IŞID ile El Kaide’nin birleştirilmesinden oluşan ya da formatlanan bir terör örgütüdür. Trump kendisinden önceki Obama yönetiminin neden olmuş olduğu IŞİD ile El Kaide ayrılığını yokederek, bu iki örgütü Suriye’de birleştirerek bir araya getirdi. Bunu ise Obama yönetimine belirli bir mesafe koyan Körfez monarşileriyle anlaşarak yaptı. Bu anlaşmadan sonra, Batı’nın cihatçıları (IŞİD) ile Körfez monarşilerinin cihatçıları (El Kaide) birleştirilerek HTŞ kuruldu.
Bu birlik zorunluydu çünkü Türkiye 2015-2016’da Rusya ile yakınlaşarak ve Suriye’ye müdahale ederek Astana sürecine dahil olmuştu. Astana süreci ise Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi karşılığında kendi güdümündeki cihatçılar ile Batı’nın güdümündeki cihatçıları ayırma ilkesi üzerine oturuyordu. Türkiye dümeni Rusya’ya doğru kırınca ve kendi güdümündeki cihatçıları (önce ÖSO şimdi ise SMO) Batı’nın cihatçılarından ayırınca, cihatçıların safları bölündü ve zayıf düştüler. Rusya ile Türkiye arasındaki anlaşma temelinde, Türkiye Suriye’ye müdahale karşılığında ÖSO’yu (şimdi SMO) Halep’ten Türkiye sınırına doğru çekti. Bu çekmeden sonra Batı’nın cihatçıları Suriye devleti karşısında zayıflayarak Halep’i bırakarak İdlib çevresine çekildiler. Astana mutabakatına göre Türkiye, İdlib’e çekilen cihatçıları önce kontrol altına alacak ve sonra da silahsızlandıracaktı. Bu temelde Türkiye İdlib ve çevresinde bir çok kontrol noktası oluşturarak bu cihatçıları çevirdi ama silahsızlandır(a)madı.
Ama ne Batı’lı devletler ne de HTŞ Halep’ten çekilmeyi içine sindirdiler ve Türkiye’ye karşı hep tepkili oldular ve de zaman zaman da çatışmalar yaşandı. Gerek Trump gerekse de Biden yönetimi, Türkiye’ye İdlib’teki cihatçıların lojistiğinin sağlanması için hep baskıda bulundu ve Türkiye bu lojistiği bugüne kadar Batı ile cepheleşmemek için sağladı.
Erdoğan yönetiminin Batı ile tam ittifak halinde Halep’saldırı başlatması bugüne kadar Rusya ve İran ile kurmuş olduğu bütün ilişkileri dinamitlemesi olur ki, bunun hiçbir mantıklı tarafı yoktur. Bu saldırının arkasında Türkiye yoktur ama bu saldırıya kendi güdümündeki cihatçıların katılmasını ve sınırlı bir destek vermesini ise kabul etmek zorunda kalmıştır.
Türkiye’nin Halep saldırısına sınırlı olarak katılmasının nedeni, onun uygulamış olduğu denge siyaseti içinde yatmaktadır. Bu denge siyaseti Türkiye’nin sınırlı olarak hem Doğu ile hem de Batı ile iş yapmasına neden olmaktadır.
Türkiye nasıl Rusya,İran ve Suriye ile taktik bir yakınlaşma içindeyse, aynı şekilde Batı ile de Suriye’de taktik bir yakınlaşma içindedir. Bu taktik ilişki sahada, HTŞ ile SMO arasındaki taktik ilişki ile somutlaşmaktadır. Türkiye Rusya’ya Astana’da vermiş olduğu söze rağmen, SMO’yu HTŞ’den tam kopartan bir sürece girememiştir. Bunun nedeni Batı’nın Türkiye’ye vermiş olduğu gözdağıdır. Batı Suriye’de HTŞ ile uzantılarının korunmasını temel bir politika olarak benimsemiştir ve bunun ile Suriye politikasına Rojava ile birlikte derinlemesine nüfuz etmektedir.
Türkiye’nin, Rusya, İran ve Suriye ile birlikte, İdlib’te sıkışan HTŞ’ye bir operasyon yapması durumunda,Batı’nın buna tepkisi oldukça sert olacak ve hatta Erdoğan’ın iktidardan indirilmesine kadar giden bir süreci tetikleyeceğinden şüphe yoktur. İşte İdlib’teki cihatçı ordusu Batı için bu kadar önemlidir.
HTŞ’nin SMO’yu da peşine takarak Halep’e saldırması, Trump yönetiminin işe hızlı başladığının ve zamanı çok iyi kullanmak istediğinin bir göstergesidir. Bu politika, daha büyük bir politikanın küçük bir parçasıdır. Bundan sonraki hamle ise Trump göreve başladığından sonra Rojava üzerinden olacaktır.
HTŞ’nin SMO’yi de peşine takarak Halep’e saldırmasını organize eden devletlerin (ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Almanya) temel amacı yukarıdaki bildiride de belirtildiği gibi, bütün tarafların (Esad yönetimi,Kürtler, HTŞ ve MSO) üzerinde anlaştığı bir anayasa ve ortak yönetim modeli ortaya çıkarmaktır. Başka bir ifade ile Irak benzeri bir federatif yönetim modeline geçiştir.
Bu politika aslında 2013 yılında gündeme gelmişti ve başlatılan Cenevre konferansının temel amacı da buydu. Ama hem Baas rejimi hem de Türkiye farklı nedenlerden dolayı bu süreci istemedikleri için ve yine Türkiye 2015’ten itibaren Rusya ve İran ile anlaşıp Suriye’ye müdahale ettiği için bu süreç kesintiye uğramıştı.
Bundan onbir yıl önce yazdığım “Suriye :Irak modeline doğru mu ?” adlı makalede şu tespitlerde bulunmuştum :
“Gerek Baas rejiminin gerekse de Rus-Çin-İran ittifakının başından beri Suriye'de,Batı-Emperyalistlerini ve onların bölgedeki yerli işbirlikçilerini getirmek istediği çizgi de buydu yani Suriye'nin birlikte yönetimiydi. Her ne kadar Türkiye-Suudi Arabistan ekseni bu politikaya uzun zaman direndiyse de ve bu temelde bir çok provakasyon (Reyhanlı terör saldırısı ve Guta'daki kimyasal saldırı gibi) gerçekleştirerek ABD'yi böyle bir politikaya yönelmemesi noktasında çaba sarfettiyseler de ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın "çelme takmaları"na rağmen Rusya ile Irak modeli çerçevesinde anlaştı.Bu politikanın büyük oranda gerçekleşeceği yer ise Cenevre-2 Konferansı olacaktır.
Rusya ve müttefikleri bu yeni politikaya kendilerini daha hızlı adapte ederlerken,ABD ve müttefiklerinin aynı hızla adapte olduklarını iddia etmek mümkün değildir.Hatta bu yeni politika, ABD'nin Türkiye ve Suudi Arabistan gibi geleneksel müttefikleri ile arasının açılmasına dahi neden olmaktadır. Bu sürece en hızlı adapte olan ülkelerden birisi İran'dır.İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Batı'ya karşı daha ılımlı bir politika izlemesi ve bu ılımlılığı Suriye'deki yeni politika ile birleştirmesi ve İran'ın Irak'ın istikrarındaki rolünü hatırlatması ve de aynısını Suriye'de de yapabileceğinin sinyalini vermesi, ABD'nin özellikle de Irak'ta ABD askerlerini çeken Obama'nın Hayır diyemeyeceği bir durumdur.
ABD Suriye'de bir noktayı çok iyi anlamış durumdadır.Baas rejimi uluslararası alanda Rus-Çin-İran'ın büyük desteğine sahiptir ve uluslararası tecriti mümkün değildir.Bu destek aynı şekilde Baas Partisi açısından iç politikaya olumlu bir şekilde yansımaktadır.Lübnan Hizbullah'ı ve İran Devrim Muhafızları da Suriye'de ordu birlikleri ile savaşmaktadırlar. Bunun karşısındaki muhalefet ise politik olarak daha geri olup ve kendi aralarında bölünmüş ve de hatta zaman zaman kendi arasında çatışan bir yapıya sahiptir.Böyle bir muhalefetin başarı şansı yoktur,olsa bile Suriye'de geleceği yoktur.
(…)
Muhtemelen ABD-Rusya anlaşmasını simgeleyecek olan Federatif Suriye politikası,Cenevre-2 Konferansı'nda start alacak ve gelecek yıl Suriye'de yapılacak Başkanlık seçimi ile yavaş yavaş hayata geçirilmeye çalışılacaktır. Bu temelde Beşar Esad'ın uzaklaştırılacağı,Baas Partisi ile Batı yanlısı muhalefetin uzlaştırılacağı,Rojava Kürtleri'nin,Hristiyan'ların ve Dürzi'lerin de içine alındığı ve Irak'taki gibi iktidar organlarının bölüşüldüğü bir siyasi yapılanmaya geçilecektir.Bu siyasi yapılanmada dışlanacak olanlar El Kaide'ci ve ona yakın unsurlar olacaktır ve bu unsurların arkasındaki Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler olacaktır.” (Suriye :Irak Modeline Doğru mu ?, K.Erdem, http://www.komunistdunya.org/news.php?readmore=164)
2013-2015 arası dönemde Rusya ile İran aslında böyle bir federatif Suriye’ye karşı değillerdi. Çünkü bu dönemde Suriye’deki Baas rejimi çok kötü ve zayıf durumdaydı ve de dayanması zor görünüyordu. Rejimin tamamen çökerek iktidarı kaybetmesinden ziyade, muhaliflerle anlaşarak çıkarlarını devam ettirmesi Rusya ile İran’a da mantıklı geliyordu. Ama Türkiye Rusya ve İran’a yeni bir öneri ile gelince, bu sonuncuları Cenevre sürecini dışlamaya başladılar. Çünkü Türkiye Suriye’ye müdahale karşılığında, kendi cihatçılarının Halep’ten çekilmesini kabul ediyor ve böylece Baas rejiminin Halep’i almasını kolaylaştırıyordu ve yine Batı’nın cihatçıları ile kendi cihatçılarını tamamen ayırma taahhüdünü veriyordu. Bu durum Rusya-İran ve Suriye’ye, Batı’yı Suriye’den tamamen kovma umudu veriyordu.
Türkiye 2016’dan itibaren Suriye’ye müdahale etmeye başladığı andan itibaren Cenevre süreci kesintiye uğradı ve etkisiz kaldı. Çünkü Baas rejimi ile Türkiye’nin güdümünde olan cihatçılar (ÖSO-SMO), bu sürecin dışına çıkmışlardı. Rusya,İran ve Türkiye Cenevre sürecine alternatif olarak Astana sürecini başlattılar ve bu süreç Batı’nın cihatçılarını dışlayan bir yapıya sahipti. Cenevre süreci Suriye’de Türkiye’yi etkisiz kılan bir yapıya sahipken, Astana süreci de Batı’yı etkisiz kılan bir yapıya sahiptir.
Astana sürecinin tıkanmasına neden olan durum, Türkiye’nin verdiği sözü yerine getirmemesi ve bu temelde de HTŞ’nin toparlanmasına ve güçlenmesine olanak sağlamasıdır. Türkiye kendi cihatçılarını Batı’nın cihatçılarından ayırmadığı için, Suriye devleti, Rusya ve İran, İdlib’te sıkışan cihatçıları imha etme aşamasına geçememiştir. Çünkü HTŞ’ye yapılan bir saldırıya SMO da direnmekte ve HTŞ’nin yanında savaşmaktadır. Aralarında bir tür cephe örgütlülüğü ilişkisi bulunmaktadır. Bu durum Astana sürecini zora sokarak ilerlemesini durdurmuştur. Bir diğer olumsuzluk da, Türkiye’nin Rojava Kürtlerini Astana sürecine katmak istememesidir. Bugün her ikisi de kendisine karşı dönmüştür.
Suriye’deki “büyük fotoğraf” giderek netleşmektedir. Halep saldırısının arkasında HTŞ üzerinden Batı (ABD,İngiltere, İsrail,Fransa, Almanya ve uzantıları) bulunmaktadır ve amaç Suriye’yi Irak gibi bir federatif sürece sokmaktır. HTŞ önderliğindeki cihatçıların son Halep ve Hama saldırısı, Baas yönetimini bu temelde baskı altına alarak, bu federatif sürece girmesini sağlamaya dönüktür. Eğer Baas yönetimi buna direnirse, savaşın daha da boyutlanacağı ve rejimin tam düşüşü de dahil bütün seçeneklerin açık olduğu bir durum ortaya çıkacaktır.
Suriye’yi federatif bir sürece sokmak isteyen Batı, bu federatif yapının sınırlarını da belirlemiş durumdadır ve sahadan gelen haberler, olayların belirlenen bu sınırlara uygun bir şekilde geliştiğini göstermektedir. Batı’nın federatif Suriye planına göre, Esad yönetimi Şam ve çevresini, Kürtler Rojava ve Irak sınırı boyunca bütün hattı ve Sünni cihatçılar da Kuzey ile Kuzey Batı Suriye’yi oluşturacaklardır. Örneğin Sünni bölge içinde kalan Kürtlerin (Tıl Rıfat ve Münbiç) Rojava’ya doğru göç ettirilmesi bu belirlenen sınırlar ile ilgili bir durumdur. Yine SDG’nin bütün Irak sınırını ele geçirecek şekilde aşağıya doğru ABD kuvvetlerinin desteği ile hamle yapması da Baas rejiminin Irak ile olan kara bağlantısını kesmeye dönüktür.
Hiç kuşkusuz konjonktürün farklılığından dolayı bugün düşünülen Federatif Suriye ile geçmişte düşünülen arasında içerik ve biçim yönünden farklılıklar bulunmaktadır. Bugün Batı’lı devletler Federatif Suriye politikasını, bir yandan İsrail’in güvenliğine öte yandan da İran rejiminin yıkılmasına bağlayan saldırgan bir politikanın parçası yapmak istemektedirler. Bu temelde ilginç bir denge oluşturulmak istenmektedir. Esad rejimini tam yıkmayarak ve Rusya’nın çıkarlarına da tam dokunmayarak ama farklı muhalif bölgeleri merkezi devlete federatif bir yapı içinde entegre ederek, geçici bir denge oluşturulmak istenmektedir.
Trump yönetimi bu denge ile:
a-Esad yönetimini Federatif bir Suriye’de Kürtler ve Cihadçılar ile tam çevirerek ve İran ile bütün bağlantılarını keserek, İran’ın Suriye üzerinden Hizbullah ve Hamas’a silah sevkiyatını imkansız hale getirerek, İsrail’in güvenliğini garanti altına almış olacaktır.
b-İktidarın ele geçirilmesi ve sonrasında anlaşamayan Cihatçıları daha fazla sorun çıkarmamak için frenlemiş olacaktır.
c-Suriye’deki bir kısım cihatçıyı İran cephesine kaydırma olanağına kavuşmuş olacaktır.
d-Suriye sorunu geçici bir denge üzerine oturacağı için, ABD ile müttefikleri serbest bir şekilde İran rejiminin yıkılması politikasına geçme olanağına kavuşacaklardır.
Bütün bu politikaların yani Halep saldırısı ile başlayan sürecin, Türkiye’nin 2015-16 yılından beri ördüğü Suriye politikasını darbelediğinden ve AKP’nin Suriye politikasını daralttığından şüphe yoktur. Zaten Halep hamlesinin hedeflerinden birisi de Türkiye ile Rusya-İran-Suriye hattını karşı karşıya getirmeyi ya da Türkiye’nin tam tutumunu açığa çıkarmaya da dönüktür. Trump yönetimi Suriye meselesini İran politikasına geçmeden önce Batı lehine çözerken, aynı anda Türkiye’nin tutumunu da test etmektedir. Son Halep hamlesi karşısında Erdoğan yalpalayan bir çizgi izlemiş ve daha çok geri planda kalmaya dikkat etmiştir. Buna karşılık Devlet Bahçeli daha saldırgan ve Batı yanlısı bir tutum içerisine girmiştir.
Son Milli Güvenlik Kurulu’nda (6 Aralık) Suriye’deki gelişmeler temelinde alınan kararların, bir-iki gün önce ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın açıklamasıyla paralellik arzetmese gözden kaçmamıştır:
“3. SURİYE’DE YAŞANAN SON GELİŞMELERİN SİVİL HALKIN CAN VE MAL GÜVENLİĞİNE ZARAR VERMEMESİ İÇİN GEREKLİ TEDBİRLERİN ALINMASININ ÖNEMLİ OLDUĞU VE REJİMİN KENDİ HALKIYLA VE MEŞRU MUHALEFETLE UZLAŞMASI GEREKTİĞİNİ BİR KEZ DAHA GÖSTERDİĞİ; ÜLKEMİZİN, SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ İLE BİRLİĞİNİN KORUNMASINA HER ZAMAN GÜÇLÜ DESTEK VERDİĞİ VE GEREKEN TÜM KATKIYI SAĞLAMAYA HAZIR OLDUĞU İFADE EDİLMİŞ; İSTİKRARSIZLIK ORTAMINDAN İSTİFADE ETMEYE ÇALIŞAN TERÖR ÖRGÜTLERİNE ASLA GEÇİT VERİLMEYECEĞİ, MİLLÎ GÜVENLİĞİMİZE VE HALKIMIZA YÖNELEN HER TÜRLÜ TEHDİDİN YOK EDİLECEĞİ VURGULANMIŞTIR.” (https://www.mgk.gov.tr/index.php/milli-guvenlik-kurulu/mgk-toplantisi-basin-aciklamalari/son-toplantinin-basin-aciklamasi)
AKP hükümeti, Rusya ve İran ile ilişkileri gerecek şekilde şimdilik Suriye’de ABD’nin yanında yeralmış gibi görünmektedir. Ama bunun taktik olduğundan şüphe yoktur. AKP hükümeti, Batı’yı karşısına almadan ve zaman kazanmaya dönük bir politika geliştirerek şimdilik durumu kurtarmaya çalışmaktadır. Batı ittifakının Suriye’de ilerlemesi ve başarı kazanması demek, AKP’nin iç politikada giderek daha da sıkışması ve hatta “sonun başlangıcı” demek olacağı için, Erdoğan Batı’nın bu Suriye politikasını dolaylı olarak boşa çıkarmak için farklı politikalara girecektir.
Cumhur ittifakının “Kürt açılımı”nda yaşadıkları “üstü kapalı” anlaşmazlığın bir benzeri de Halep saldırısından sonra yaşanmaktadır. AKP ile MHP’nin Suriye’de yaşanan olaylar karşısındaki tutumları aynı değildir. AKP daha düşük bir profil çizmekten ve kendisini geri tutmaktan yanayken, MHP Suriye’ye Batı’nın yanında daha fazla angaje olmak isteyen bir tutum benimsemektedir.
Peki “iki ortak” arasındaki Suriye anlaşmazlığının temel nedeni nedir?
MHP AKP’nin denge siyasetini bırakarak açıkça Batı ittifakının yanına geçip ve emperyalist savaşa bu temelde angaje olmasını istemektedir. Böyle bir siyasete angaje olan Erdoğan daha fazla MHP’ye bağımlı hale gelecek ve MHP’yi dışlama politikasından da vazgeçmek zorunda kalacaktır. Rusya, Çin, İran ve Suriye ile cepheleşme demek, AKP’nin Batı’ya daha fazla bağımlı hale gelmesi ve bu temelde de MHP’nin iktidara daha sıkı tutunması demektir. Stratejik olarak Batı’nın tarafına geçecek olan bir AKP, teorik olarak MHP’yi iç politikada tecrit edemeyeceği gibi, hatta onun tarafından yıkılacaktır. Bundan dolayıdır ki Devlet Bahçeli AKP’yi dış politikada Batı’nın yanına sürüklemek istemekte ve bu temelde provokatörlük yapmaktadır. MHP’nin amacı Batı ile stratejik bir ittifaka girerek ve onun yardımı ile Rusya ve Çin’inin Orta Asya’da nüfuzunu kırıp Turan’ı gerçekleştirmektir. Bu “Turan Rüyası” ise Batı ile stratejik ittifaklıktan geçmektedir.
Kısacası Suriye’deki Batı müdahalesi, Türkiye’nin iç siyasetini de dinamitlemekte ve Erdoğan’ın politik alanını daraltmaktadır. Devlet Bahçeli “Kürt açılımı”nda yapmış olduğu yüksek perdeli siyasetin bir benzerini Suriye politikasında da yaparak, Erdoğan’ın politik alanını giderek daraltmakta ve onu sıkıştırmaktadır. Devlet Bahçeli “Kürt açılımı”nda Erdoğan’a destek veriyormuş görünümü altında onun siyasetini saptırmak isteyen ve Erdoğan’ın kendisini aldatmasına benzer bir aldatma ile karşılık vererek onun siyasetini dengelemişti. Şimdi Suriye politikası ile bu dengeyi daha fazla kendi tarafına çevirmek istemektedir.
Devlet Bahçeli gerek yüksek perdeden girdiği “Kürt açılımı” ile gerekse de “son Suriye açılımı” ile başta Trump yönetimi olmak üzere Batı’lı devletlere, “ben buradayım ve birlikte sorunsuz çalışabiliriz” sinyali göndermektedir. Çünkü MHP iktidarının Batı desteğinden geçtiğini çok iyi bilmektedir. AKP nasıl 2002 öncesi iktidara gelmek için ABD’yi kullandıysa, o da bugün aynısını farklı bir şekilde yaparak iktidara doğru ilerlemektedir.
Esad yönetimi Batı’nın Federatif Suriye politikasını kabul etmez ise (büyük ihtimal), Batı Esad rejimini yıkmak için harekete geçmek zorunda kalacaktır, ki bu noktada Türkiye’nin direk savaşa girmesi gerekmektedir. Zaten bizim tahminlerimize göre, geçmişte Trump ile Erdoğan-Bahçeli arasında yapılmış böyle gizli bir anlaşma mevcuttur. Erdoğan zaman kazanmak için bunun sözünü Trump’a vermiştir ve bu anlaşmayı Bahçeli ile birlikte yapmıştır. Bugün Bahçeli’nin Türkiye’nin Suriye’ye açıkça müdahale etmesi çağrısı işte bu gizli anlaşmaya dayanmaktadır.
Esad rejiminin yıkılması politikası Batı’nın gündemine girince ve Türkiye bu savaşa söz verdiği gibi angaje olmaz ise ne olacaktır? İşte asıl soru budur. Bu durumda Trump yönetimi liderliğinde Batı İttifakı, Türkiye’de Erdoğan iktidarını bütün yollar ile yıkmaya çalışacak ve bu yıkımı MHP etrafında örgütleyerek yapacaklardır.
Batı’nın başlatmış olduğu son Suriye politikası, AKP’nin Batı’ya vermiş olduğu söz ile sadakatın test edilmesi için bir çerçeve oluşturmaktadır. İran seferinden önce Batı İttifakı, Suriye üzerinden Erdoğan’ı test etmekte ve onun sadakatini ölçmeye çalışmaktadır. Erdoğan’ın ikircikli hareket etmesi halinde, Suriye politikasını belirli bir denge üzerinde tutarak, İran seferinden önce Erdoğan iktidarını yıkmaya çalışacaktır.
Peki nasıl?
Suriye politikasındaki son gelişmeler, iç politikadaki “Kürt açılımı”nın da ne anlama geldiğinin ipuçlarını sunmaktadır. Cumhur ittifakının ortakları ABD’nin Trump ile birlikte böyle bir Federatif Suriye politikasına geçeceğini önceden biliyorlardı ve bu politikaya göre farklı açılardan pozisyon alıyorlardı. Bu temelde MHP’nin “Kürt açılımı”na yaklaşımı ile AKP’nin yaklaşımı farklıdır.Sanki aynı politikayı izlemiş gibi yapmaktadırlar ama farklı politik izdüşümleri ile hareket etmektedirler.
Bizim tahminlerimize göre Batı’nın yanına geçmeyecek ve ayak direyecek bir AKP’nin iktidardan indirilmesi sürecinde PKK-PYD çok önemli bir yere sahip olacaktır. Nasıl Esad rejimi bir anda birçok yönden baskı altına alındıysa, işte aynısı Erdoğan’a yapılacak ve Erdoğan ya iktidarı bırakmak zorunda kalacak ya da yıkılacaktır. Yok eğer bütün bunları savuşturmaya başarırsa da içeride bütün muhalefeti (MHP de dahil) ezerek, Doğu’lu güçlerin yanına kapağı atmaya çalışacaktır.
Trump liderliğinde Batı ittifakının Erdoğan’ı indirmesinin genel çerçevesi şu şekilde olabilir:
1-PKK, PYD üzerinden ABD’den almış olduğu lojistik destek ve yine YPG’den devşireceği büyük bir askeri güç ile Türkiye’ye çok kapsamlı bir saldırı başlatır. Bu saldırı o kadar çok “can yakar” ki, kamuoyunda büyük bir iğfal gerçekleşir ve AKP’nin teşhirini yoğunlaştırır. İç politikada AKP-DEM-CHP yakınlaşması tamamen dinamitlenmiş olur.
2-Batı ittifakı, AKP rejiminin “aşil topuğu” olan Türk ekonomisini daha da kırılgan hale getirmek ve büyük bir ekonomik krizi tetiklemek için mali operasyonlarda bulunur.
3-ABD’de bekleyen Erdoğan’nın yolsuzluk dosyaları için kararlar alınır ve ABD mahkemeleri Erdoğan’ın yakalanması için kararlar çıkartır. ABD bu yakalama kararlarını bütün müttefiklerine dayatır ve Putin’e yapılan ambargonun aynısı Erdoğan’a yapılır.
4-Erdoğan yaptırımları temelinde Türkiye ekonomisine yaptırımlar ve ambargo konulur.
5-Türkiye’de kırılgan olan makro ekonomik denge paramparça olur ve enflasyon, kur ve faizlerdeki yükselme halkın alım gücünü sıfır yaparak, Türkiye’de büyük protestoların ortaya çıkmasına neden olur.
6- Pusuda bekleyen MHP erken seçim kararı alır ve ülkeyi seçime götürür ama bundan önce İYİP,CHP ve DEM ile gizlice Batı desteği ile anlaşır.
7-Seçimlerde Erdoğan büyük darbe yer, yok eğer hile yaparsa bütün muhalefet (MHP de dahil) seçimleri tanımazlar ve ülke kaosa sürüklenir.
8-Böyle bir durumda “darbe mekaniği” kaçınılmazdır ve kimin kazanacağına ise güç ilişkileri karar verecektir.
Bu analizden de görüldüğü gibi, Batı’nın bir anlaşmazlık durumunda PYD üzerinden PKK aracılığı ile AKP’ye büyük darbe vurması olasıdır ve AKP’nin “Kürt açılımı”nın altında, işte bu olanağın Batı’nın elinden alınarak etkisizleştirilmesi politikası yatmaktadır. AKP Abdullah Öcalan ile bazı tavizler üzerinde anlaşarak ve onun PYD ile PKK üzerindeki nüfuzunu kullanarak, Batı’nın kendisine açacağı bu cepheyi etkisiz kılmak istemektedir. Elbette bu anlaşmayı iç politikada başka hedefleri gerçekleştirmek için de kullanmak istemektedir. Devlet Bahçeli ise bir yandan bu sürecin dışında kalmamak için öte yandan da yüksek perdeden olayları ifade ederek, kamuoyunda bu yakınlaşmaya karşı bir iğfal yaratmak istemektedir.
Batı ittifakının son Suriye hamlesi, tek Esad rejimi ile İran’ı değil ama Türkiye’yi de yakından ilgilendirmekte ve Türkiye’nin iç politikasında geleceğe dönük büyük düğümler oluşturmaktadır. Suriye’deki son gelişmeleri doğru anlamlandırabilmek ve etkilerini doğru değerlendirebilmek için, Batı ittifakının nasıl bir stratejik perspektif ile hareket ettiğini iyi anlamak gerekmektedir. Ancak bu temelde farklı yer ve düzlemdeki olayları birbirlerine doğru bir şekilde bağlayarak, gelecek izdüşümlerini yaklaşık olarak doğru tahmin edebiliriz.