İsrail-Filistin Savaşı ve “Birleşik Demokratik Cumhuriyet” Üzerine

Bazen insan ağaçlardan dolayı ormanı göremez, İsrail-Filistin savaşında da durum biraz buna benzemektedir. Hamas’ın askeri kanadı olan “İzzeddin El Kassam Tugayları”nın önderlik ettiği Aksa Tufanı operasyonu büyük bir taktik başarı gibi gözükebilir. Ama tarih nice görkemli taktik zaferlerin  stratejik başarıya götürmediği örnekler ile doludur. Askeri alanda büyük bir taktik zafer bazen zamanla stratejik zaferin önünde engel olarak da belirebilmektedir.

İsrail-Filistin Savaşı ve “Birleşik Demokratik Cumhuriyet” Üzerine

İsrail-Filistin Savaşı ve "Birleşik Demokratik Cumhuriyet" Üzerine 
Kemal Erdem

Bazen insan ağaçlardan dolayı ormanı göremez, İsrail-Filistin savaşında da durum biraz buna benzemektedir. Hamas’ın askeri kanadı olan “İzzeddin El Kassam Tugayları”nın önderlik ettiği Aksa Tufanı operasyonu büyük bir taktik başarı gibi gözükebilir. Ama tarih nice görkemli taktik zaferlerin  stratejik başarıya götürmediği örnekler ile doludur. Askeri alanda büyük bir taktik zafer bazen zamanla stratejik zaferin önünde engel olarak da belirebilmektedir.

Hamas’ın önderlik ettiği bu saldırıda bir dengesizliğin olduğu demokratik kamuoyunun farklı yaklaşımlarından da bellidir. Nasıl bir tutum alınması gerektiği noktasında büyük bir kafa karışıklığı sözkonusudur. Bir yandan Hamas’ın İslamcı ve gerici karakteri öte yandan da Filistin ulusunun haklı davası bulunmaktadır. Demokratik kamuoyu bu saldırıyı savunmadığı zaman kendisini Filistin davasına ihanet etmiş gibi hissetmektedir. Ama bu saldırıyı savunduğu zaman da sanki Hamas’ın gerici politikasına kendisini endekslenmiş gibi hissetmektedir. Devrimci ve demokratik hareket, Politik İslamın İran’da ve Türkiye’de nasıl bir toplumsal felakete neden olduğunun bilincindedir ve çekincesi oldukça haklı ve yerindedir. Bundan dolayı bazı devrimci ve demokratik örgütler, genel bir Filistin davasının haklılığına vurgu yapan bir açıklama ile yetinmişlerdir.

Hamas ve benzeri örgütler karşısındaki kafa karışıklığının nedeni, devrimci ve demokratik hareketin ideolojik alandaki yetersizliğidir. İdeolojik yetersizlik bu tür anlarda yalpalamaya neden olmaktadır, ki bunu bu meselede açık bir şekilde gördük.

Olayların değerlendirilmesinde güçlü ve doğru soyut teorik ilkelerimiz olmaz ise kaçınılmaz olarak olayların arkasında sürükleniriz. Genel olarak Filistin davasının haklılığını belirtmemiz ama bu genel belirlenimin içeriğini doğru dolduramamamız olsa olsa bizim genel teorik fikirlerimizin karmaşıklığının ürünü olabilir. Ulusal sorunda amaç, araç ve yöntem noktasında net fikirlerimiz olmalıdır ama bu fikirler bir tarihsel doğruluğu da yansıtmalıdır. Tek haklılıktan gücünü almamalı ama bilimden de gücünü almalıdır. Her kim bilimden bahseder o aynı zamanda hakikatten , güzellikten ve estetikten de bahsetmektedir. Haklılık eğer bilim ve onun zorunlu koşulları olan hakikat ve güzellik ile örtünmez ise “çıplaktır”. Nasıl normal yaşamda çıplakılık bir denge kaybı ise aynı şekilde siyasette de bir denge kaybıdır.

Bir davada genel haklılık somut politikalarda otomatik olarak meşruluk sağlamaz. Somut politikalardaki meşruiyetin kaynağı ve bu kaynağın genel güç dengesi üzerine olumlu yayılma biçimleri, insanlığın evrensel değeriyle uyumlu bir birliği gerektirmektedir. İnsanlığın evrensel değerleri içerisinden geçmeyen bir özel meşruiyetin başarısı ve kalıcılığı mümkün değildir. Bunu ulusal sorunda  ilk anlayanlardan birisi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmuştur.

Peki bu genel ve özel meşruiyet üretimi nasıl bir tarihsel temele ve yönteme dayanacaktır?

Bir sorunda doğru bir yol tuttarabilmek için önce sorunun kendisini doğru tanımlayabilmek gerekir. İsrail-Filistin sorununda uzun yıllar yanlış bir çözüm perspektifi benimsendi. İsrail’deki gerici politikanın yokedilmesinden ziyade İsrail devletinin tamamen yokedilmesi politikasının izlenmesi bir çok yanlış politikanın ortaya çıkmasına neden oldu.Bu siyasi dogmatizim nesnel siyasetin dinamiğiyle her karşılaştığında bir yetersizlik ve bu yetersizliğin neden olduğu  aşırılıklara kapı araladı.

İsrail devletinin yokedilmesinin o kadar kolay olmadığını gören bu dogmatik düşünce, bu sefer de başka bir yanlış fikre saplanmaya başladı : iki devletli çözüm. Bu iki devletli çözüm anlayışı bugün hem İsrail’de hem de Filistin’deki gericiliğin ve yolsuzluğun temelini oluşturmaktadır. İsrail’deki Siyonist faşizmi tek Filistin ulusuna kan kusturmamaktadır ama bu zulüm İsrail halkına karşı da yönelmiş durumdadır. Halkların iki devletli çözüm temelinde bu ayrıştırılması, bir yandan her iki ülkede demokratik gelişimin önüne engeller koymuş, öte yandan da her iki ülkedeki dinci ve milliyetçi gericiliği geliştirmiştir.

Bütün bunlar 1990’lı ve 2000’li yıllarda oldu ve her iki ülkedeki gericilik gözlerimizin önünde şekillendi. Bu gericilik şekillenirken, bazı aklı yetmezler bu gericiliğe odun attılar ve sonunda “iki devletli çözüm” gelip gericilerin birbirlerini kestikleri bir kan deryasına dönüştü. Bütün bunlar olurken bir lider bu tür milliyetçi ve gerici anlayışları büyük bir devrimci dönüşüm geçirerek reddetti.

Abdullah Öcalan ulusal sorunda mutlak bağımsızlıkçı anlayışın ve ayrı bir ulusal devlet oluşturmanın yanlışlığını, Filistin davası 1990’lı yıllarda yanlış bir yere doğru gittiği zaman farkederek, ulusal sorunda  daha farklı ve doğru bir yaklaşım geliştirdi.Öcalan ezilen bir ulusun bağımsızlığı ile ayrı bir  devlet kurmayı eşitlemekten vazgeçerek, bağımsızlığın ortak bir demokratik devlet içerisinde de gelişebileceğini ve bunun için de demokratik Kürt hareketi ile demokratik Türk hareketinin sıkı bir ittifakının gerekliliğini belirterek, ortak yaşamın demokratik cumhuriyet çatısı altında olabileceğini ortaya koydu. İki ülkenin bu demokratik hareketinin sıkı bir ittifak politikası ile birbirine bağlanması aynı zamanda her iki taraftaki gericiliğe karşı mücadeleyi de ortaklaştırıyordu.

Abdullah Öcalan’ın bu yeni yaklaşımı, ortak bir demokratik cumhuriyette ulusal sorunun çözümüne yeni bir perspektif ve yöntem de getiriyordu. Bu yöntemin yeterince anlaşılamaması (ilk başlarda ben de bunu anlamamıştım), bir çok kafa karışıklığına ve yanlış eleştirilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Ortak bir demokratik cumhuriyet içerisinde sorunun çözümü, halkları birbirine yaklaştırırken, demokratik sinerjiyi de geliştirerek, faşizm karşısında demokrasinin toplumsal sınırlarını genişletmiş ve onun karşısındaki tarihsel demokratik duvarı da yükseltmiştir. Böylece bugün İsrail-Filistin savaşında gördüğümüz karşılıklı boğazlaşmanın da önüne geçmiştir. Kürt potansiyeli Filistin potansiyeli ile karşılaştırıldığında çok daha güçlü bir yapıya sahiptir. Eğer bu potansiyel gerici bir Kürt milliyetçi hareketinin eline geçmiş olsaydı yani milliyetçi bir Türk-Kürt savaşına dönüşseydi, bugün milyonları bulan karşılıklı bir ölüm makinası ile karşı karşıya kalmış olurduk. Ama bu tek Türkiye’nin yıkımı olmazdı ama Kürdistan’ın da yıkımı olurdu. İşte bu felaketin önü Öcalan’ın yeni paradigma değişimi sayesinde önlendi. Kürt hareketindeki sorumluluk bilinci Türk devletinden daha yüksektir. Tarih bunu kanıtlamış durumdadır.

Öcalan’ın ulusal sorundaki yeni yaklaşımı, ortak demokratik cumhuriyet perspektifi ile her iki taraftaki milliyetçilik zehirini dizginlerken,bu perspektifi güçlü bir meşruiyet üretimi ile de birbirine bağlayan başka bir yöntemi de benimsemiştir. Öcalan Kürt sorunundaki bir gelişimin yani Kürtlerin tarihsel haklarında bir gelişimin Türk ulusunda bir rıza üretimi ile birbirine bağlanması gerektiğini ve bunun zemininin de seçim sistemi olduğunu ortaya koydu. Kürt hareketinin tarihsel gelişimini, Türk ulusunun tarihsel bilinç düzeyinin durumunu gözeterek ve bu bilincin olumlu (yani demokratik) dönüşümüne bağlayan bir siyaset üretmek, çok daha karmaşık, zahmetli ama o kadar da sağlamcı bir siyasetin temelidir. Öcalan Kürt ulusunun kaderindeki büyük bir değişim ve dönüşümün aynı zamanda Türk ulusunun kaderinde de büyük bir değişim ve dönüşüm olduğunu anlamış ve eğer Kürtler Türk ulusunda demokratik yollar ile bir rıza üretimi yapamadıkları zaman, bunun büyük bir felaketin kapısını aralayacağını anlamıştır. İki ulusun kaderini ortak bir demokratik cumhuriyet perspektifi temelinde birbirine bağlayan ve her ikisinin sürekli olarak aynı bilinç düzeyinde eşitlenmesini ve evrim geçirmesini öngören bu anlayış, modern çağın ulusal meselelerdeki en doğru anlayışı ve yaklaşımıdır.

Ulusal sorundaki bu yeni perspektif aynı şekilde hem İsrail-Filistin sorununa hem de Kıbrıs’taki Türk-Rum sorununa uygulanılabilir. Fanatik bir şekilde ulusları birbirlerinden ayırmaktan ziyade, tek bir demokratik cumhuriyet içerisinde her iki ulusun kardeşçe birliği niçin olmasın ? Mutlak ayrılıkçı politika milliyetçi ve dinci gerici politikalara güç vererek demokratik hareketin bastırılmasıyla sonuçlanmaktadır/sonuçlanacaktır.

Tek bir demokratik cumhuriyet anlayışının da yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için açılması gerekir. Tek bir demokratik cumhuriyetten bugünkü Türk faşistlerinin anladığı ”üniter devleti” anlamamak gerekir. Özerkliğin ve federal sistemin olduğu bir cumhuriyet de tek bir cumhuriyettir.ABD elli bir eyaletten oluşmasına karşın tek bir cumhuriyettir. Halklar farklı biçimlere sahip olan tek bir cumhuriyet oluşturabilirler ve bu biçim her iki halkın bilinç durumuna ve güç dengesine göre biraz da şekillenir. Ortak cumhuriyet her iki tarafın çıkarlarını azami garanti altına alarak, ayrı olmalarından daha fazla avantajın olduğu bir duruma yolaçtığı için yani ulusların tarihsel çıkarlarına daha fazla hizmet ettiği için uluslar tarafından kabul edilir. Demokratik cumhuriyet kendi içerisinde evrim geçiren ve sürekli ortak devleti demokratik kapsayıcılık temelinde değiştiren ve dönüştüren bir yapıdır.

Şimdi sormak gerekir, Filistin sorununda niçin ısrarla “iki devletli çözüm” fikri savunulmaktadır ? Kaldı ki İsrail’de çok güçlü ve barışçıl bir demokratik hareketin varlığı sözkonusuyken. İsrail’de Filistin ulusunun tarihsel haklarını savununan ve 1967 öncesi sınırlara dönmeyi kabul eden ciddi bir demokratik hareket söz konusudur. Öcalan ile PKK’nin ısrarla Türkiye’de ortak bir demokratik hareket ve demokratik cumhuriyet siyasetinin kırıntısı Filistin hareketinde var mıdır ? FKÖ de dahil Filistin’de “biz İsrail ile ortak bir demokratik cumhuriyet istiyoruz ve bu temelde bütün sorunları demokratik bir zeminde hak eşitliği temelinde çözmek istiyoruz” (Kürtlerin yaptığı gibi) diyen bir yaklaşım var mıdır ? Böyle bir yaklaşım İsrail’deki Siyonist faşizmin altını oyardı ve her iki ülkenin demokratik ve devrimci hareketlerinin ayrılığına son vererek güçlü bir ortak politik hareketin yaratımına neden olurdu. Bu ortak demokratik hareketin karşısında hiçbir gericilik duramazdı. Halbu ki 1990’lı yılların başlarında başlayan ve Filistin’in özerkliği ile sonuçlanan bu politika ortak bir demokratik cumhuriyet için bir giriş olabilirdi.

Öcalan’ın demokratik cumhuriyet politikası tek enternasyonalist bir yaklaşımın ürünü değildi ama özellikle de nesnel politikanın dayattığı bir durumdu. Ayrı bir devlet kurma anlayışının devamı halinde PKK hem Kürt iç siyasetinde sıkışmış olacaktı (özellikle KDP ve YNK karşısında) hem de dış siyasette sıkışmış olacaktı ve muhtemelen de tasfiye olacaktı. Hareket manevra alanını geniş tutmak ve yeni müttefikler kazanmak için farklı bir çizgi geliştirmek zorundaydı. Yeni çizgi bir yandan Türkiye’deki devrimci ve demokratik hareket ile geniş bir ittifaklık ilişkisi geliştirmeye (yine aynı şekilde Kürdistan’ın diğer parçalarında da aynı durum sözkonusudur) yararken, öte yandan da dış politikada farklı devletler arasındaki çelişkilerden yararlanmaya da yarıyordu. Bu ise manevra yapmayı kolaylaştırarak PKK’nin darbelenmesini önlüyordu.

Yeni çizgi Türk iç siyasetinde demokratik alanda güçlenmenin önünü açarak Türk gericiliğinin içeride zayıflamasını ve bu temelde PKK’nin askeri faaliyetlerinin gelişmesine hizmet etmek için de düşünülmüştü. Özellikle iç politikada demokratik hareketin büyütülerek faşist rejimin meşruluğuna darbe indirilmesinin ve onun meşruiyetinin elinden alınmasının faşizmin manevi ve bu temelde maddi yıpranmasına hizmet edeceği de düşünülmüştü. Kısacası Öcalan’ın paradigma değişimi çok boyutlu ve kapsamlı bir ideolojik yapıya sahiptir ve bu yazının başında belirttiğimiz, tarihsel haklılığın hakikat ve bilim ile örtünmediği zaman çıplak kalacağı anlayışına da bir cevap oluşturmaktadır. Öcalan Kürt haklılığını hakikat ve bilim ile giydirerek, haklılığın çıplaklığını örtmüştür.

Kürt hareketinin ideolojik ve pratik deneyimi (o da tam olarak pratiğe yansımamıştır Öcalan’ın tecritinden dolayı), ezilen bir ulus eğer kendi demokratik çabalarını ezen ulusun içerisindeki demokratik hareket ile birbirine bağlayamazsa ve ortak bir direniş çizgisi oluşturmaz ise başarıya ulaşamayacağını göstermektedir. Bu ortak mücadele ve direnişin olmadığı koşullarda, emperyalist ve bölgesel gericiliğin birbirlerini zayıflatmak için geliştirmiş oldukları politikalar sonucunda bir ulus ayrı bir devlete kavuşabilir ama özgür ve demokratik olamaz.

Filistin davası şimdilik bu anlayışın çok uzağındadır. Şimdi bu ilkeler ışığında Hamas gerçekliğini ve Filistin ulusal davasını ele almaya çalışalım. Devrimci ve demokratik hareket içerisindeki kafa karışıklığı bir yandan yukarıda belirttiğimiz gibi ulusal soruna yaklaşımdaki yetersizlikten kaynaklanırken öte yandan da Hamas’ın karakterini yeterince bilince çıkaramamadan kaynaklanır. İlkini Öcalan aracılığıyla yukarıda az çok çözüme bağladık şimdi de Hamas’ın karakterini çözüme bağlayarak, son olaylar karşısındaki tavrımızı netleştirmeye çalışalım.

Fazla eğip ve bükmeden şu soruya bir cevap vermek gerekir: Hamas ilerici bir hareket midir yoksa gerici bir hareket midir?

Hamas gerici bir harekettir ve onun Filistin’de önderlik edeceği bir siyaset de gerici bir siyaset olacaktır. Hamas’ın kuruluşuna ve ortaya çıkışına dair bir çok şaibe söz konusudur ama biz bunlardan ziyade onun uygulamış olduğu ve Filistin davasına zarar veren pratiğinden hareketle onun gerici karakterini ortaya koymaya çalışacağız. Bunun için bazı teorik ölçütler söz konusudur.

Hamas’ın gerçek karakterini yani gerici karakterini anlamak için, bir noktanın netleştirilmesi gerekir: Her parti ve örgüt gibi Hamas da ikili bir yapıya sahiptir. Bir ulusal kimliği bir de ideolojik ve politik kimliği söz konusudur. Hamas’ın siyasetinde baskın olan Filistin davasının çıkarları mıdır yoksa kendi dinci ve dar grupçu çıkarları mıdır? Bu sonuncusu ise “vekaletçi” yani başka bir gücün (özellikle İran)  çıkarlarına endeksli bir yapıya sahiptir. Başka bir şekilde sorarsak:Vekâlet savaşı Filistin davasının taktik bir unsuru mudur yoksa Filistin davası vekâlet savaşının taktik bir unsuru mudur ? Dışarıdan genel olarak bakıldığı zaman pek bir ayrım gözetilmeyebilir ama bu ayrımın detayları oldukça önemlidir.

Yakından bakıldığı zaman Hamas’ın Filistin davasını, kendi gerici dinci ve dar grup çıkarlarını geliştirmek için istismar ettiğini ve Filistin toplumunda güçlenmek için Filistin davasına taktik olarak el attığını görmekteyiz. Hamas kendi dar ve grupçu çıkarlarını Filistin davasının önüne koyan bir politika izlemektedir. Hamas’ın kendi dar ve grupçu anlayışını Filistin davasının önüne koyması ise onun tek başına başarabileceği bir durum değildir ve bu nesnel olarak mümkün de değildir. Hamas vekaletçi olmadan yani bir dış desteğe bağımlı olmadan böyle bir şeyi gerçekleştiremez. Hele de Gazze gibi bir yeri de FKÖ’den ayrı kontrol edemez.

Hamas’ın kendi dar ve grupçu anlayışını Filistin davasının önüne koyması, onu kaçınılmaz olarak vekaletçi yapmış ve bu vekaletçi anlayış da onu Filistin ulusunun büyük çoğunluğu ile çelişkiye ve çatışmaya sürüklemiştir. Filistin davasını ayrı bir örgütlenme ile bölme ve Gazze’de başka bir yönetim kurma hangi aklın ürünü olabilir?

Bir davanın önderliğini yapanlar vekaletçi yapılarını kendi davalarının önüne teorik olarak alamazlar ve almamalıdırlar. Kendi davalarının vekaletçilik tarafından bastırılmaları durumunda bu davanın haklılık zemini ayaklarının altında kayıp gideceği gibi , bu alandaki farklı güçler ile de büyük çelişkiler ortaya çıkacaktır. Filistin ulusunun farklı bileşenlerini ve yine İsrail’deki devrimci ve demokratik hareket ile ittifaklık ilişkilerini sürekli dinamitleyen bir politikanın ne gibi bir geleceği olabilir ? Bu politika üstelik bilerek Hamas ve benzeri örgütler tarafından sürekli dinamitlenmektedir.

İsrail’deki devrimci-demokratik ve liberal güçleri Filistin’deki ileri güçler ile aynı noktada birleştirmeyen bir hareketin başarı şansı var mıdır ? Olsa da kalıcı olur mu ve iki halkın genel çıkarlarına uygun olur mu? Hamas ve benzeri örgütler ısrarla Filistin davasını dar bir tarihsel ve toplumsal temele kaydırmak isteyerek her iki ülkenin demokratik hareketinin çabalarını baltalamaktadır ve Ortadoğu’daki nüfuz ve paylaşım savaşında “vekaletçi” olmaktan ileriye gidemeyecektirler. Hiç kuşkusuz Filistin’li örgüt ve partiler  davalarına dış destek arayacak ve bunun avantajlarını sonuna kadar kullanacaktır ve bu hak da meşrudur. Ama bu dış destek ulusun temel davasının önüne geçemez ve geçmemelidir. Zaten Hamas, bu engelden kurtulmak ve kendi dar anlayışını Filistin davasının önüne almak için FKÖ’den ayrıldı.

Filistin’de Hamas ve benzeri örgütler sürekli olarak İsrail ve Filistin demokratik ittifakının birleşmesine ve büyümesine aykırı politikalar yürütmektedirler. Netanyahu’nun en sıkıştığı dönemde bu yanlış politika bir yandan ona nefes aldırmakta öte yandan da  içerideki demokratik hareketi bastırması için büyük bir politik alan açmaktadır. Bunun nedeni ise Hamas’ın kendi  ideolojik ve siyasi islamcı ufkunun neden olmuş olduğu darlıktır. Kendi siyasi ufkunu genel olarak Filistin ulusunu kucaklayacak şekilde değil ama radikal İslamcılığı kucaklayacak şekilde belirleyerek ve bir çok potansiyeli dışlayarak hareket etmektedir ki Türkçede güzel bir atasözü vardır : Keskin sirke küpüne zarardır!

Filistin davasının “çatısı” İslamcılık olamaz! Gazze’nin Hamas ve benzeri örgütler tarafından Filistin özerk yönetiminden pratikte ayrılması büyük ve affedilmez bir hatadır. Filistin davası ancak Demokratik Cumhuriyet çatısına sahip olduğu zaman güçlü olabilir.

Hamas gerçekten Filistin davasını ön plana alan ve ulusun genel çıkarlarını düşünen bir politika uygulamış olsaydı, FKÖ içerisinde kalırdı ve bu çerçevede bir politika yürüterek ulusun birliği ve güçlenmesi yönünde politika yapardı. Filistin’deki seçimlerde güçlü çıkması ölçüsünde de Filistin’de yönetimde yeralırdı. Ama Hamas’ın derdi Filistin davası değildir onun derdi Filistin davasını istismar ederek Filistin’de gerici ve faşist bir politik düzen kurmaktır.

Suriye içsavaşı patlak verdiği zaman Türkiye ve Körfez ülkelerinin ipine sarılarak IŞİD ile işbirliği yapacak kadar ileri gitmiş gerici bir örgüttür. Suriye devleti Filistin meselesinde büyük bir bedel ödemesine rağmen, Suriye yönetimine Selefiler ile birlikte düşmanlık yapacak kadar ileri gitmiş bir örgüttür. Bugüne kadar Hamas’ın bölgede ve dünyada bir demokratik hareketi ve talebi desteklediği görülmediği gibi, Gazze’deki diğer Filistinli örgütlere de zulüm yapmıştır. Onun Filistin davasını istismar ederek dış dünyadan yardım istemesi olsa olsa sadece iki yüzlü bir yaklaşımın ürünü olabilir ki, gitsin avucunu yalasın. Dün IŞİD ve Selefiler ile düşüp kalkacaksın ve bugün uygulamış olduğun yanlış politikalar ile dış dünyadan destek isteyeceksin. Hamas AKP’nin Filistin versiyonudur ve o AKP’nin Türkiye’de ve bölgede ne yaptığı ortadadır. Ne yani Türkiye’de mücadele ettiğimiz anlayışın Filistin’deki koluna destek mi vereceğiz ?

Hiç kuşkusuz Hamas’ın gericiliği Netanyahu’ un gericiliği ile karşılaştırılamaz ama yanlış bir politika ile ortaya çıkarmış olduğu ve sonu olmayan bir politika da kabul edilemez. Kimse devrimci şiddeti reddetmemektedir. Ama bu şiddetin genel demokratik politikanın olumlu dönüşümüne de bir katkısı olması ve bir de bir ahlakının olması gerekmektedir. Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu İsrail demokratik ve barışçıl hareketini öncelikle vurarak, her iki ülkenin demokratik hareketinin birleşmesinin önüne geçmiştir. Halbu ki Filistin davasının zaferi, İsrail’in iç politikasındaki bu demokratik damarın gelişmesi ve güçlenmesine bağlıdır. Barış festivaline saldırarak 250’den fazla sivil öldürmek olsa olsa dar islamcı ufkun sonucu olabilir.

Kimse bir savaşta “Stratejik Geri Etki”nin önemini reddetmemektedir. Bir düşmanın geri hatlarına akıllı ve yerinde bir “Stratejik Geri Etki” uygulamak savaş sanatının önmeli bir bileşenidir. Ama bu “geri etki” ancak doğru bir politikanın ürünü olarak doğru zamanda ve yerde uygulandığında anlamlı olur. Bu tür geri etki şiddetinin politik amacı, faşist rejime destek veren kitlenin moral çözülüşüne neden olmak ve kararsız kitleleri de ondan uzak tutmaya ve gerici siyaset karşısındaki demokratik siyasetin de moralini yükselterek onları güçlendirmek olmalıdır. Türkiye’de bir “geri etki” kullanımını 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimlerinde Suruç ve Ankara Gar katliamlarıyla gördük ve bunun sonucunda AKP 1 Kasım seçimlerinde oyunu yüzde ona yakın yükseltti.

Hamas’ın son saldırılarında ise tam tersi oldu ve İsrail’deki demokratik hareket bir yandan Hamas’ın hedefi oldu öte yandan da İsrail faşizminin hedefi haline gelerek, İsrail’deki bu demokratik merkez neredeyse çökme noktasına geldi. Hamas güç dengesini yanlış kurarak altından kalkamayacak bir politik ve askeri yükün altına girerek Filistin halkına da büyük bir kötülük yaptı.Hamas Filistin davasının temsilcisi değildir !

Biz Filistin ulusunun haklı davasını savunurken, iki gerici klik arasında seçim yapmak zorunda değiliz. Biz İsrail ve Filistin ulusunun tek bir demokratik cumhuriyet içerisinde federal birliğini savunuyoruz. Her kim ki, iki ulusun demokratik hareketinin birliğine ve ittifakına zarar verir ve halkları gerici  “iki devletli çözüm” modeli temelinde yanlış bir yola sürükler ve demokrasinin önünde engel oluşturur, biz onun karşısındayız.