KÜRESAM ANALİZ: ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞININ 2020 YILI İNSAN HAKLARI RAPORU VE TÜRKİYE
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından her yıl yayınlanan ‘İnsan Hakları Raporu’nda özellikle Türkiye bölümünde çarpıcı değerlendirmeler bulunuyor. Rapor, aynı zamanda ABD’nin Dış politikadaki öncelikleri bakımından uluslararası alanda ‘İnsan Hakları Sorunlarına’ atıf yapmaktadır. Raporun Türkiye bölümünde, alt başlıklar halinde ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış.
Kaynak: kureselstrateji.org
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından her yıl yayınlanan ‘İnsan Hakları Raporu’nda özellikle Türkiye bölümünde çarpıcı değerlendirmeler bulunuyor. Rapor, aynı zamanda ABD’nin Dış politikadaki öncelikleri bakımından uluslararası alanda ‘İnsan Hakları Sorunlarına’ atıf yapmaktadır. Raporun Türkiye bölümünde, alt başlıklar halinde ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış.
Rapor çok net olarak “İnsan haklarına ve hukuk devletine yönelik saldırılar, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında, Kovid-19 salgını sırasında da devam ettiğini” belirtiyor. AKP ve MHP ittifakının “Türkiye’nin başkanlık sisteminde muhalefet partileri kenara itilirken, hükümet de kamu ve devlet kurum ve kuruluşlarını, iktidar üzerindeki denge ve kontrol mekanizmalarını ortadan kaldıracak ve kendi destekçilerine fayda sağlayacak şekilde yeniden biçimlendirmiş durumda” deniliyor.
AKP’nin ‘aşırı sağcı’ parti MHP ile ittifak yaptığını dikkat çekiliyor: “Cumhurbaşkanı’nın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile onunla ittifak yapan aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) mecliste sahip oldukları çoğunluk, uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerle çelişen yasaların meclisten alelacele geçirilmesine olanak tanıyor.” Rapor aslında AKP’nin özellikle ABD ve AB tarafından aşırı sağcı olarak gösterilen ve semboller yasaklayan MHP ile ortak iktidar olması eleştiri konusu yapılmış.
“İfade, Örgütlenme ve Toplanma Özgürlüğü” başlığı altında hem medya/sosyal medya hem de gazetecilere yönelik baskılara dikkat çekilmiş. Rapor özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik eleştirileri yapan muhalif medyayı kontrol altına almak ve gazeteciler üzerinde baskı kurarak tutukladıklarını sayısal verilerle sunuyor: “Erdoğan Cumhurbaşkanlığına yakın şirketlerin sahip olduğu ya da hükümete yönelik eleştirel yayın yapmaktan kaçınan medya organları Türkiye’deki yazılı ve görsel medyanın çoğunluğunu oluşturuyor. Yine de çevrimiçi eleştirel yayın yapan haber ve yorum siteleri varlıklarını sürdürüyorlar. Bu satırlar yazıldığı sırada tahminen 87 gazeteci ve medya çalışanı, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle, terörle mücadele yasası kapsamına giren suçlardan tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunuyordu.
Türkiye’de faaliyet gösteren sosyal medya şirketlerini daha sıkı kontrol etmeye yönelik planlar, Cumhurbaşkanı’nın daha sıkı bir kontrolün gerekliliğini gerekçelendirmek amacıyla, ailesine yönelik sosyal medyada yer alan hakaretleri örnek göstermesinin ardından, Temmuz ayında yasalaştı. Yeni yasa uyarınca, günde bir milyondan fazla kullanıcısı olan sosyal medya şirketleri Türkiye’de ofis açmak ve hükümetin içeriğin engellenmesi veya kaldırılması yönündeki taleplerine uymak, ya da aksi takdirde çok ağır para cezaları ödemek zorunda kalacaklar. Ofis açmayan şirketlere para cezası verilecek ve nihayetinde bunların bant genişlikleri kısıtlanacak ki, bu da söz konusu platformun kullanılamaz hale gelmesi demek. Bu satırlar yazıldığı sırada Facebook yeni yasaya uymayacağını belirtmişti.
“Türkiye’nin medyayı denetleyen resmi kurumu olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Halk TV, Tele 1 ve Fox TV gibi hükümeti eleştiren yayınlara da yer veren medya mecralarına keyfi para ve geçici yayın durdurma cezaları verdi. Netflix Nisan ayında RTÜK’ün talebine uyarak, Designated Survivor isimli dizinin bir bölümünü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında olumsuz bir profil çizdiği gerekçesiyle, Türkiye’de yayından kaldırdı. Netflix ayrıca bir Türk eserin Türkiye’deki film çekimlerini, RTÜK’ün gay bir karakterin senaryodan çıkartılmasını talep etmesi üzerine iptal etti.”
Osman Kavala’nın hukuksuz olarak cezaevinde tutulmaya devam edildiği belirtiliyor: “2013 yılında Gezi Parkı’nda başlayan kitlesel protesto gösterileriyle bağlantılı olarak ‘cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye teşebbüs’ suçundan İstanbul’daki bir mahkemede yargılanan insan hakları savunucusu Osman Kavala ve diğer dokuz kişinin davaları, Şubat ayında beraat kararıyla sonuçlandı. Ancak beraat kararının verilmesinden saatler sonra, başka bir mahkeme, 2016 yılındaki darbe girişiminde payı olduğu iddiasıyla yürütülen başka bir soruşturma kapsamında Kavala hakkında, yeni bir tutuklama kararı daha verdi. Söz konusu soruşturma Ekim ayında Kavala ile Amerikalı akademisyen Henri Barkey’e anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve casusluk suçlarının isnat edildiği başka bir uyduruk iddianameye evirildi. Kavala 2017 Kasım’ından bu yana hapiste bulunuyor ve Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’nın tutukluluğunun siyasi nedenlerle sürdürüldüğü gerekçesiyle verdiği tahliye kararını görmezden gelerek uygulamıyor.”
Rapor, İstanbul Sözleşmesinin iptalinden önce hazırlanmış ancak LGBT bireylerine yönelik yapılan baskılara dikkat çekmiş; “Hükümetin lezbiyen, gey, biseksüel ve transların kamuoyuna yönelik faaliyetlerini kısıtlayıcı yaklaşımı, onur yürüyüşü gibi etkinliklerin üst üste altıncı yılda da yasaklanması ve üst düzey devlet görevlileri tarafından yapılan homofobik konuşmalarla devam ettiği” iddiasına yer vermiş.
İktidarın toplumun farklı sosyal katmanların sesini kesmek için bir kısım yasalar çıkartmaya devam ettiğini belirten rapor özellikle barolara ve muhalif avukatlara yönelik baskıların yapıldığını belirtiyor: “Hükümet Türkiye’nin insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki gerilemesini güçlü bir şekilde eleştiren en büyük baroların kurumsal gücünü azaltmak amacıyla Temmuz ayında yeni bir yasa çıkardı. Terör suçlarından yargılanan sanıkları savunan avukatlar, müvekkilleriyle aynı suçlardan tutuklanma ve yargılanma riskiyle karşı karşıya kaldılar. Eylül ayında Yargıtay 18 avukattan 14’ü hakkında yasadışı bir sol örgüte üye olmak suçundan verilmiş mahkumiyet kararlarını onadı. Bu avukatlardan Ebru Timtik, adil yargılanma hakkı talebiyle yürüttüğü uzunca bir açlık grevinin sonucunda, 27 Ağustos günü hayatını kaybettiğine” yer verilmiş.
Kadınlara yönelik şiddetin arttığına dikkat çekilen raporda, hem ‘aktivist’ kadınların tutuklanması hem de şiddete maruz kalarak öldürülmesine vurgu yapılmış; “Mayıs ile Temmuz ayları arasında en az 45 Kürt kadın hakları aktivisti tutuklandı. Söz konusu kadınlar PKK ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle yargılanma riskiyle karşı karşıya. Kadın cinayeti ve ev içi şiddet Türkiye’de önemli sorunlar. Sayılarla ilgili ayrıntılandırılmış resmi veriler bulunmamakla birlikte, kadın hakları örgütleri ev içi şiddet sonucu her yıl yüzlerce kadının öldürüldüğünü bildiriyor. Muhafazakar sivil toplum örgütleri ve bazı hükümet yetkilileri de Türkiye’nin ’Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden” (İstanbul Sözleşmesi) çekilmeyi önerdiler. Türkiye 2014 yılında bu sözleşmenin ilk imzacılarından olmuştu.” Rapor yazıldığı sırada ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi önerisinin gündeme geldiğini belirtiyor ve bunun yol açacağı sorunlara dikkat çekiyor.
Raporun “İşkence ve Polis Gözetiminde Kötü Muamele, Zorla Kaybedilme Vakaları” bölümünde son yıllarda hem polis gözetimindeki karakollarda hem de cezaevlerinde işkence ve kötü muamelenin arttığını belirtiyor: “Polis ve asker gözetiminde ve hapishanelerde işkence yapıldığı ve kötü, insanlık dışı, zalimane veya aşağılayıcı muamelede bulunulduğu iddialarında son dört yılda görülen artış” olduğunu belirtiyor. Türkiye’yi bu alanlarda önceden kaydetmiş olduğu ilerlemeden geriye düşürdü. İnsanlık dışı uygulamaların “hem siyasi hem de adli suçlarla itham edilen insanlara” karşı yapıldığı vurgulanıyor.
Raporun “Kürt İhtilafı ve Muhalefete yönelik Baskılar” bölümünde iktidarın HDP’ye yönelik baskılarının sistemleştiğini belirten raporda partinin eş başkanlarının 2016 yılından beri tutuklu bulunduklarına dikkat çekilmiş: “Erdoğan hükümeti PKK ile, 2018 genel seçimlerinde %11,7 oy alarak, 2019 yerel seçimlerinde ise 65 belediye başkanlığı kazanarak demokratik olarak seçilen HDP arasında bir ayırım yapmayı reddediyor. Partinin eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ 2016 yılından beri hapiste tutuluyorlar. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş’ın derhal tahliye edilmesi yönünde 2020 yılında verdiği bir kararı uygulamayı reddediyor” değerlendirmesini yapmış.
Raporda HDP’ye yönelik kapsamlı operasyonlara geniş yer verilmiş ve uygulamaların hukuki olmadığına dikkat çekilmiş. HDP’nin seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak, yerine Ankara’dan atanmış valilerin görevlendirildiğini belirten raporda şunlar belirtilmiş: “İçişleri Bakanlığı, Halkların Demokratik Partisi’nden seçilmiş 48 belediye başkanının 2019 Ağustos’undan bu yana görevden alınmasını, söz konusu belediye başkanları hakkında PKK ile bağlantılı olarak soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıyla gerekçelendiriyor. Hükümet 2016-17 yıllarında gösterdiği yaklaşımı yineleyerek, güneydoğudaki belediye başkanlarının yerine Ankara’dan atanmış il valilerini ve vali yardımcılarını “kayyım” olarak getirdi.”
Raporun henüz yazım aşamasında olduğu sırada ‘19 belediye başkanı tutuklu olarak cezaevinde bulunduğunu’ belirtiyor; “Mart ayında, Diyarbakır’ın görevden alınmış büyükşehir belediye başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Diyarbakır’daki bir mahkeme tarafından, Mızraklı’yı PKK ile iltisaklı olmakla suçlayan bir tanık ifadesine dayanarak, dokuz yıl hapis cezasına mahkum edildi. Dosya temyiz aşamasında. Ekim ayında Ankara’daki bir mahkeme 2014 yılındaki protesto gösterilerinde oynadıkları iddia edilen role ilişkin bir soruşturma ile bağlantılı olarak Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen ile 16 HDP yöneticisinin tutuklanmasına karar verdi.”
Aynı şekilde “Haziran ayında HDP milletvekilleri Leyla Güven’in ve Musa Farisoğlu’nun milletvekillikleri terör örgütü üyesi olmak suçundan aldıkları mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından onanmış olması gerekçesiyle, ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Enis Berberoğlu’nun milletvekilliği ise, Suriye’ye gönderilen silah kamyonlarının yer aldığı video görüntülerini Cumhuriyet gazetesi ile paylaşarak devlet sırlarını açıkladığı gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından düşürüldü.” Ayrıca “İstanbul’daki bir bölge adliye mahkemesi, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu’na, yıllar önce attığı tweetler nedeniyle verilen 10 yıla yakın hapis cezasını Haziran ayında onadı. Dava bir sonraki temyiz aşamasında” olduğunu belirmiş.
Rapor kamuoyuna açıklandığında Ankara henüz ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemişti. Yargıtay Başsavcılığı HDP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurmamıştı. Milletvekili Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürülüp tutuklanmamıştı. Bu önemli faktörlerin de Rapora ekleneceği açıklandı.