KÜRT SORUNU VE ERDOĞAN’IN YALANLARI
Mihrac Ural - 4 Kasım 2024
Bahçeli'nin tarihsel yalancılığını Erdoğan yalanları takip etti. Birbirini destekleyen yalanlar, ardı arkasına gelip dayandı. Erdoğan Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla yaptığı konuşmada Bahçeli’yi desteklemekle kalmadı konuşmasını ve el uzatmasını önemsediğini belirti. Erdoğan, Kürtlere “gelin yanımızda yer alın, gelin bizimle olun” diyerek konuşmasına devam etti. Bu konuşma, Kürtlerin varlığını hiçe sayan dolayısıyla da “Kürt sorunu yoktur” diye özetlenen söylemleri Bahçeli’nin dile getirdiği iç güvenlik barışına, Kürtlerin sorunlarını çözme yerine, “Öcalan’la PKK sorununu” çözümleyecek bir adım olarak belirginleşti. Yani Türkiye’de Kürt sorunu yoktu, terörist saydıkları Öcalan ve PKK sorunu vardı, çözülecek şey de bu olacaktı! Kürt sorunu yoktu, terör sorunu vardı, çözüm de bu sorunla hallolacaktı!
Bu iki yalancının sözlerinde Kürt diye bir sorun olmayınca da DEM Parti'nin ciddiye alınmadığı anlaşılıyor. DEM Parti mecliste bir el sıkışması kadar dar bir çerçevede selamlanır ve biter! Kürt halkının seçimler boyunca gösterdiği eğilim, milletvekilleri ve belediye başkanları başta olmak üzere, siyasal yaşamın yarattığı değerler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, vb. dev üçüncü güç, bahsettikleri barış sürecinde hiçbir yere sahip değildir. Kürt sorunu Türkiye’nin birinci meselesidir. Ekmekten aştan da önemli olan bu sorun, “Öcalan ile PKK” arasında terörü çözmek gibi sıradan bir sorun olarak görülemez. Başkan Öcalan önce özgür olmalıdır, o bağımsız ve özgür olmadan söyleyeceği herhangi bir şey yoktur olmayacaktır da.
PKK, dünyanın en güçlü ulusal kurtuluş hareketidir. Öcalan, binlerce yoldaşı, binlerce kadrosu ve kuruluşlarıyla bu kurtuluş hareketiyle bir bütündür. Bu dev yapı Öcalan’a bağlıdır ve onun alacağı kararları uygular ama bu, Öcalan’ın özgürlüğüne bağlıdır. Başkan özgür olmadan bu dev yapıyı etkileyecek bir şey yapılamaz. Bahçeli’nin sözleri boşuna söylenmiş yalandan ibarettir, bu sözlere destek veren Erdoğan’ın sözleri de aynıyla öyledir, yalandan ibarettir.
Kürt sorunu açık bir sorundur. Ülke nüfusunun %25'i Kürtlerden oluşmaktadır. Bu topluluğun Anadil sorunu vardır ve bu, yüz yıllardır ihmal edilmektedir. Dil, bir kültür varlığıdır, onsuz hiçbir şey yapılamaz. Kürtçe, edebiyatıyla, sanata ve yazınsal varlığa kattığı değerler bu bölgede Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de etkin olmuştur. Bölgenin tüm dillerine kendi dilinden katkılar sunmuştur. Bu dilin özgürlüğü diğer tüm etkinliklere göre daha da önemlidir. Kürtçe artık Türk yöneticileri istemese de her alanda etkin olarak varlığını sürdürmektedir. İstanbul başta olmak üzere Türkçe'nin ağırlıklı olduğu tüm illerde ve Güney Doğu Anadolu’da ezici olarak konuşulan dildir. Bu dile hala yasak koymak akıl kârı değildir. Bu dilin özgürlüğü diğer tüm dillere göre daha verimli ve sanatsal açıdan önceliklidir. Küt sorunu burada başlar, ancak bununla da kalmaz, bir dili konuşan topluluk etnik haklarına sahip olmalıdır. Burada sosyal, siyasal ve toplumsal sorunlara boyutlanır. Bunlarda etnik yapının ifadesi olarak kimlik hakkı gelip dayatır. Bu hakkın Anayasada bir hak olarak yer alması gündeme gelir. Bu özgürlük, Kürtlerin tercihlerine bağlı olarak kalıcı olup olmayacakları belirlenir. Özgürlük, bir haktır bu hakkın yerine getirmesi de gereklidir. Zorbalıkla bir milleti kendi hükmü altında barındırmak, egemen ulusun da özgürlüğünü kısıtlamaktır.
Erdoğan'ın, 1000 yıllık bölge egemenliğinden çıkıp gelmiş haliyle olayların öyle devam edeceğine inancı vardır. Bu inancı Bahçeli’nin attığı selamlaşma adımına ek olarak söyledi. Yani Erdoğan, Kürtleri hiçbir siyasal hakka sahip olmadan, hiçbir sosyal varlığa sahip olmadan 1000 yıldır geldikleri gibi devam edeceklerini anlatıp durdu. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak sarf ettiği bu sözler, Kürtler için bir yıkım bir savaş, bir kanlı girişim olarak anlaşılmalıdır. Kürtlerin buna karşı verecekleri cevap olacaktır. Bu cevap asla barışçıl bir cevap olmayacaktır. Barışçıl cevap olmayacağı açıkken PKK’nin silah bırakması nasıl bir şey olacaktır, bunu anlamak akıl kârı değildir. 1000 yıllık Türk egemenliği, artık son dönemlerini yaşamaktadır. Bu tarih, kanlı bir tarihtir, zor günlerin dostluğunu hiç bilmeyen bir tarihtir. Oyunla, zorbalıkla sürdürülen bu tarih, Cumhuriyet kurulurken bile aynıyla devam edildi. Buna rağmen Kürtler, kendi kimliklerini korumayı bugüne gelirken başardılar. Bu başarıda DEM gibi siyasal partilere sahip oldular, ülkede binlerce dernek yüzlerce farklı özelikte sosyal kurumla kendilerini gösterdiler. Türkiye’nin en kaba ırkçısı, faşisti olan Bahçeli, Türkiye’de barışın geçeceği tek yolun Kürtler olduğunu, Başkan Öcalan’a çağrıda bulunarak göstermiştir. Artık bu tarih, yeni yazarlarca kaleme alınacak bir tarihtir, geçmişe değil geleceğe bakılarak bu yeni yazarlar belirlenecektir.
Erdoğan, konuşmasında 1000 yıllık tarihin tüm zorbalıkları ve olumsuzluklarının kendilerinden kaynaklanmadığını izah etmeye çalıştı. Ortaya çıkan tüm olumsuzlukların diğer taraftan kaynaklandığını izah etmeye çalıştı. Oysa, 1000 yıldır tüm milletlere baskı ve zülüm estiren, kılıç zoruyla bastıran egemen sınıfların kendi milletinden olduğunu bilmeyen yoktur. Hakim olanların bu baskı ve zulmün yapıcıları olduğu ve ancak böylelikle imparatorlukların tutunabildiğini göstermiştir. Milletler uyanınca da baş kaldırmış ve bu sahtekarca birlikten ayrılabilmiştir. 19. yy Balkanların yılları, 20.yy da Arapların başkaldırı yılları böyle gelip dayatmıştır. Bu başkaldırıları “ihanet“ diye vasıflandıranlar sonuçlarına katlanarak boyun eğmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlının ezdiği, sömürgeleştirdiği, yıkım ve ölüm girdaplarından geçirdiği bu mazlum milletlerin özgürlüklerine kavuşması sonrası kurulmuştur. Cumhuriyet, kendi bağrında Müslüman kardeşlik adı altında tüm özverilerine ve ortak savaşlarda verdiği desteğe rağmen hiçbir hak tanımadan bugüne dek sümürgeleştirdiği Kürdistan bulunmaktadır. Kürdistan 19.yy ve 20.yy dönemlerinde Balkanların ve Arapların başkaldırması gibi, baş kaldırsaydı ve sonuçta bağımsızlığına kavuşsaydı bu gün bunları konu etmeden, komşu ülke Kürdistan’dan söz edecektik. İslam kardeşliği adı altında kendi özgürlüğünden vaz geçen Kürtler, bugüne kalmış özgürlüklerini aramak zorunda kalmazdı.
Buradan anlıyoruz ki, Erdoğan'ın zorbalığı hakim sınıfların zorbalığıydı ve 1000 yıl boyunca süren zulmün ayakta tuttuğu Türkî devletten söz ediyor. Geçmiş binlerce yıl geride kaldı. Geçmişte baş kaldıran milletler özgür oldukça bağımsızlığını kazandıkça sırayı geride kalanlara vermiştir. Bu geride kalan da Kürdistan olmuştur. Kürt halkı, özgürlük amacına ulaşmak için binlerce yıldır süren zorbalığa karşı yeniden direnmek zorunda kalacaktır ve bu ayaklanış ona özgürlüğünü getirecektir. Bu ayaklanışı “terör” diye tanımlamak hakim ulusun zorbalığını asla örtemeyecektir. Kürtler özgürlükleri uğruna ortaya koydukları bu mücadelede haklıdır ve bu mücadele özgürlüğün tek yoludur. Bu yol dışında bir yolu da yoktur. Kürtlerin özgürlük yolu Bahçeli’nin yalanları ve Erdoğan’ın geçmişten bugüne gelen yalanlarıyla olmayacaktır. Günlerdir yazılı basında dile getirdikleri tüm önermeler, “Öcalan’ın mecliste konuşması” önerisinin de top yekün birer yalan olduğu, buna inanmayan Kürt halkının belediye başkanlarına gösterilen kayyım tehdidiyle açığa çıkmıştır. Bugün sabah erken saatlerde Ahmet Türk’e gösterilen kayyum ataması bunun açık bir örneğidir. CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e, bugün de sabah erken saatlerde Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’e ve Batman, Halfeti Belediye Başkanlarına gösterilen kayyım ataması bunun açık bir örneğidir. Bunları bu yazım çerçevesinde şiddetle kınıyorum.
Erdoğan, 85 milyonluk Türkiye’nin birlik ve beraberlik içinde tüm zorlukları aşacağını ilan ediyor. Bunun milli mücadele sırasında yaşandığını anlatıyor. Evet o zor günlerde Kürtler özveriyle savaştılar, birlik bozulmasın diye can verdiler. Ama sonuçta hak ettikleri Anadile bile müsaade etmediler. Anadili bugüne kadar yasaklı olmuş Kürt halkı acılar içinde kıvrana gelmiştir. Zorluklardan birlikte çıkıldı ama sonuçta bir tek Türk kazanmış, Cumhuriyet Türk cumhuriyeti olmuştu. Kürtler hiçbir hak hukuk sahibi olmamıştı. 19.yy ve 20.yy başlarında ayaklanarak özgürlüğünü kazananlar özgür ve bağımsız olmuşken, Kürtler boyun eğen bir millet olarak Cumhuriyetteki yerini almıştı.
Şimdi tarih tekerür ediyor gibidir. 85 milyonluk bu vatan, ciddi tehlikelerle yüz yüze kalmıştır, birlik olmak bu zorluklardan kurtulmanın temel yoludur. Peki bu yola girince sonuçta yine kim kazanacaktı? Tüm tarih deneyleri gösterdi ki yine aynılar; Türk milletine kazandıracak, Kürtler de yine boynu bükük kalacaktı. Kürtler ilk kez sorunların biriktiği toplumsal bir kitle haline gelmiştir. Bugün Kürtler tarihi haklarını kazanmak için özgürlükleri ve bağımsızlıkları için var güçleriyle direnebilecek bir konumdadır. Bu, birlik için de gerekli olan adımdır. Kütler ayağa kalktıkça, özgürlük ve bağımsızlığa adım attıkça Türk ulusunun sorunları da çözülecektir. Kürt ulusunun ayağa kalkışı, özgürlük ve bağımsızlığa adım atması Türkleri de kendi bağımsızlıklarına ve özgürlüklerine kavuşturacaktır.
Kürtleri aldatmak için çırpınan bu yalancı çevre, Bahçeli ve Erdoğan öncülüğünde yeniden büyük oyuna hazırlanıyorlar. Tüm tarih okumaları bu gerçeğe işaret ediyor. Sahtekarlıkları işlemeyince baskı ve zorbalıklarını artırmaktadırlar. 1000 yıllık geçmiş tarihin devam edeceğini gösteriyorlar. Belediye başkanlarına kayyım atamanın taşıdığı anlam da budur. Ne Öcalan’ın mecliste konuşma hakkı ne de başka haklar yerine getirilmeyecekti. Başkan Öcalan özgür ve bağımsız olursa söyleyeceklerine tüm Kürt halkı katılacaktır, arkasında yürüyecektir, tersi değil.
Bizler de Liva İskenderun ve Antakya halkı olarak Kürt halk önderinin özgür ve bağımsız ölçekler içinde dile getireceği her söylemin arkasında duracağımızı burada açıkça ilan ederim. Liva İskenderun ve Antakya davası (Hatay davası) Kürt halkının davasıyla paralel yürümektedir. Kürt halkı kazandıkça bizler de kazanacağız. Bizlerin verdiği mücadele Arapça Anadil hakkı başta olmak üzere, etnik hakları, sosyal, siyasal ve ekonomik hakların anayasal belirlemelerle işlenmesini istiyoruz. Bu istekler bugün Türkiye’de yer alan mücadelelerin temelini oluşturuyor. 85 milyonluk Türkiye’nin özgürlük ve demokrasi istekleri, Kürdistan ve Liva İskenderun ve Antakya’nın özgürlük ve bağımsızlık mücadelesiyle bütünleşmiştir. 85 milyonun birliğini bu anlayışla geçekleştirmek mümkündür. Çünkü bu mücadele birliği sağlanınca, kimse kimsenin haklarını yemeyecektir, tersine herkes kendi haklarını kendi kararıyla vermiş olacaktır.