SAVAŞIN ELEKTRONİK BOYUTU
Mehmet Güzel 20 Eylül 2024
Dünya 17 Eylül Salı günü savaşın yeni bir aşamasıyla tanıştı; Dijital veya elektronik savaş yöntemi. Hizbullah’ın kullandığı çağrı cihazlarının, gönderilen bir merkezi sinyal ile aynı anda patlatılması ile korkunç bir saldırı gerçekleştirilmiş oldu. İsrail tarafından yapıldığı kesin olan bu saldırıda üç binin üzerinde çağrı cihazı patlatılmış oldu. Bu ilk saldırıda 11 kişi öldü ve 3 binin üzerinde kişi yaralandı. Saldırının şoku devam ederken ve henüz ölenlerin cenazeleri kaldırılırken ertesi gün, 18 Eylül Çarşamba günü İsrail’den ikinci saldırı dalgası yapıldı: bu sefer Hizbullah’ın kullandığı telsiz cihazlar aynı yöntemle patlatıldı. Her iki saldırıda toplamda 37 kişi öldü, 3500’ün üzerinde kişi yaralandı. İkinci günkü saldırıda telsizlerin yanı sıra güneş panellerinde de patlamalar yaşandı.
Şimdiye kadar ortaya çıkan bilgilere göre Hizbullah, elektronik iletişim araçları yoluyla İsrail tarafından teknik takibin önüne geçmek amacıyla cep telefonlarından çağrı cihazları ve el telsizlerine geçiş yapma kararı almış. Çağrı cihazları ve telsiz alımı aşamalarında (üretim veya transfer sürecinde) İsrail’in takibine takılan bu cihazlar bir şekilde patlayıcı ve tetikleyici mekanizma ile donatılarak Hizbullah’ın eline ulaşması sağlanmış.
Savaş teknolojisinde ilk olan bir yöntemle iki gün üst üste yapılan böylesi geniş kapsamlı bir saldırı sonrasında
Hizbullah, bir anda çok geniş kapsamda savaşçı, yönetici ve taraftarını savaş dışında buldu. 3500’ün üzerinde taraftarının (yönetici, savaşçı veya sempatizan) pasifize edilmiş olması Hizbullah için ağır bir kayıptır. Bundan daha da önemlisi bu saldırı, Hizbullah’ın iletişim sistemini hedef almış olması nedeniyle çok stratejik bir darbe oldu. Bir anda Hizbullah’ın iletişim ağı çökmüş ve bu örgütlenme bir bakıma sağır ve kör edilmiş oldu.
Bir süreliğine iletişim kanalları çökertilmiş olan Hizbullah’ın direniş yeteneğini kaybedebileceği hesaplanırsa, bu kapsamlı elektronik saldırının hemen ardından İsrail tarafından Lübnan’a yönelik kara saldırısı beklenebilirdi. İletişim kanalları felç edilmiş bir Hizbullah’ın direnme yeteneğini yitireceği, böylece İsrail’in böylesi bir kara harekâtında başarı elde edebileceği hesaplanabilir. Ancak böyle olmadı. En azından şimdiye kadar böyle olmadı. Bundan şunu anlayabiliriz ki, bu kapsamlı saldırıya rağmen Hizbullah, direnme yeteneğini geçici de olsa yitirmemiştir. Bunu gözlemleyen İsrail, kara harekâtını göze alamadı. Bunun yerine hava akınları ile Lübnan’a saldırılarını sürdürdü. İsrail’in bugün (20 Eylül 2024) Beyrut’a yaptığı hava saldırılarda 12 kişi öldü, 66 kişi yaralandı. Bu saldırı ile İsrail, Hizbullah’ın askeri operasyon sorumlusu İbrahim Akil’i hedef aldığını açıkladı. İbrahim Akil, 30 Temmuz 2024’te İsrail tarafından öldürülen Fuat Şükür’ün yerine bu göreve gelmişti.
İsrail’in yaptığı bu elektronik saldırının teknik boyutları konunun uzmanları tarafından enine boyuna değerlendiriliyor ve muhtemelen uzun süre değerlendirilmeye devam edilecektir. Ben bu konunun Hizbullah yönünden taşıdığı zaafı ifade etmek istiyorum. ‘Kağnı devrildikten sonra yol gösteren çok olurmuş’ ama çok açıktır ki Hizbullah, söz konusu çağrı ve telsiz cihazlarını tedarik ederken hayati önemde bir güvenlik zafiyeti sergilemiştir. Bu cihazların ihale usulü ile ve toplu olarak satın alınmış olması, üretim ve nakliye süreçlerinin takip edilmemiş olması veya en azından teslim alındıktan sonra kullanıma alınmadan önce teknik incelemelerinin uzmanlar tarafından yapılmamış olması hayati bir güvenlik hatasıdır. İsrail’in teknik takibine uğramamak için cep telefonlarını yasaklayarak başka bir iletişim sistemine geçmeyi akıl etmiş olan Hizbullah’ın bu basit güvenlik önlemlerini atlamış olması, kendisinden beklenemeyecek bir hatadır. Böylece teknik takipten kurtulmak için çırpınan Hizbullah, İsrail’in çok daha büyük tuzağına düşmüş oldu.
Göründüğü kadarıyla şimdilik Hizbullah, aldığı bu ağır darbeye rağmen operasyonel ve direnme yeteneğinin can damarı olan iletişim sistemini tamamen yitirmemiş durumdadır. Bunu yitirmediği içindir ki İsrail, bir kara saldırısını göze alabilmiş değildir. Şu anda her gün hava harekâtlarıyla Hizbullah’a darbeler vurmaya ve direniş güçlerini zayıflatmaya çalışmaktadır. Ancak bu, İsrail’in Lübnan’a işgal girişimi yapmaktan vazgeçmiş olduğu anlamına gelmiyor. Hizbullah’ın direniş kapasitesini yok ettiğini gördüğü anda böylesi bir işgal harekâtına girişmekte tereddüt etmeyecektir. Ancak şu anda bu koşullardan oldukça uzak görünüyor.
SİVİL ARAÇALARIN SİLAHA DÖNÜŞTÜRLMESİ FELAKETTİR
İsrail’in yaptığı bu elektronik saldırı, bir ilk ve geniş boyutlu olması itibariyle çok önemli bir saldırıdır. 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı harekâtıyla sarsılan itibarını ve Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma rağmen başarı elde edememiş olmasının hezeyanını bu elektronik saldırı ile bir nebze kurtarmaya çalışmış oldu. Zaten İsrail’in, öldürmek, yakmak ve yıkmak dışında yapabileceği başka bir şey yoktur. Bu, onun varlık koşuludur. Elektronik saldırının bu boyutu üzerinden İsrail’e biçilen abartılı methiyeler ve buna mukabil genel olarak Direniş Ekseni güçlerine yapılan küçümsemelere tanık oluyoruz. Bunlar ciddiye alınmaması gereken akıldan yoksun yaklaşımlardır. İsrail ve MOSSAD’ın ABD ve bütün Batılı emperyalist ülkelerle birlikte çalıştığını ve bu devasa ağın dünya hakimiyetini elinde bulundurduğunu göz ardı eden böylesi yaklaşımlar ‘öğrenilmiş çaresizliği’ besleyen yaklaşımlardır. Oysa tam tersi olarak bu saldırının gayrı insani, sivillere yönelik ve sivil araçların askeri silah olarak kullanılması yönünün ön plana çıkartılarak buna karşı küresel bir itirazın yükseltilmesi gerekir. Savaş, elektronik sivil araçların silah olarak kullanılması boyutuna evrilirse dünyada hiçbir insanın güvende olmayacağı açıktır.
İsrail, savaşı bölgesel boyuta taşımak için alabildiğine yoğun bir çaba harcıyor. Lübnan, Suriye, Irak ve temel olarak İran’ın hedefe konulacağı bölgesel bir savaş İsrail’in istediği şeydir. Ve bunu elbette tek başına değil ABD ve Batı emperyalist ülkelerle birlikte yapmak istiyor. Zaten İsrail denildiği yerde hiçbir zaman İsrail tek başına anlaşılmamalı, başta ABD-İngiltere ikilisinin önderliğinde bütün emperyalist ülkelerle birlikte anlaşılmalıdır. İsrail’in kuruluşundan şimdiye kadar bu böyleydi, şimdi ise daha çok böyledir. Dolayısıyla gerek askeri kapasite gerek savaş stratejisi ve komuta gerekse de istihbarat ve teknik olarak İsrail sadece İsrail değil, bütün emperyalist ülkelerdir. Bu haydut devlete karşı direnen güçler de sadece İsrail’e karşı değil, bütün bu emperyalist ülkelerin kapasitelerine karşı direniyor.
İsrail, sırtını dayadığı ABD ve diğer emperyalist ülkeleri bölgesel savaş için kışkırtmaya ve arkasında sürüklemeye, savaşı tırmandırarak karşısındaki direniş güçlerini böylesi bir savaşa zorlamaya çalışıyor. Bu nedenle her zaman olduğu gibi hoyratça ve haydutça davranıyor. Bu şekilde davranarak herhangi bir kayba uğrayacağını düşünmüyor. Bölgesel bir savaş çıkartabilirse kendisini, amacına ulaşmış olarak görecek, amacına ulaşamazsa da yaptığı haydutluklar yanına kâr kalmış olacak. Çünkü karşısındaki muhatapları savaşın tırmanmasından kaçınmak için misillemelerinde ölçülü davranmak zorunda oluyorlar, diğer yandan dünyanın diğer kesimleri de bu hoyrat terör devletine herhangi bir söz geçirme çabasında bile bulunmuyor. Bu sayededir ki bu çağda İsrail, bütün dünyanın gözü önünde tarihin tanık olduğu en önemli soykırımı gerçekleştirebiliyor. Haliyle bu soykırım, ‘kendine demokrat’ vahşi Batılı emperyalist ülkelerin kolektif olarak uyguladıkları bir soykırım olarak tarihe geçecektir.
BÖLGESEL SAVAŞ İSRAİL DIŞINDA KİMSEYE YARAMAZ
İsrail saldırılarının bölgesel savaş boyutuna evrilmesi mevcut aşamada Direniş Ekseni safındaki güçlerin yararına olmaz. Suriye 13 yıllık emperyalist saldırıya karşı bir direniş savaşından henüz tam anlamıyla çıkabilmiş değil. Topraklarının önemli bir bölümü Türkiye ve ABD’nin işgali altında. Askeri gücü çok önemli darbeler almış, ekonomik yaptırımlar ve zenginlik kaynaklarının işgalciler tarafından talan edilmesi nedeniyle ekonomisi berbat durumda. Irak ABD’nin işgal silindiri altından geçmiş, askeri ve siyasal olarak bütünlük arz eden bir devlet yapısından uzaklaşmış durumda. Irak’ın anti emperyalist direniş güçleri devlet yapısından uzak, milis örgütlenmesi şeklindedir. Lübnan büyük bir ekonomik sıkıntı içerisinde ve halkı, yılların savaş yorgunluğu altında. Lübnan’ın en önemli direniş organizasyonu Hizbullah’tır ki bu organizasyon, kontrollü çatışmalarda İsrail’e kök söktürmeye yetiyor, ancak bölgesel bir savaşta dengeler çok daha farklı şekilde olabilir. İran ise hem ekonomik hem siyasi koşulları hem de nükleer çalışmaları nedeniyle bu aşamada bölgesel savaşı zorunlu olmadıkça göze alabilecek durumda değildir. İran, sıranın kendisine geldiğinin farkında olarak kopacak olan kıyamete hazırlıklarını tamamlama çabasında görünüyor.
ABD önderliğindeki emperyalist ülkeler açısından bakarsak, onlar da bu aşamada bölgesel bir savaşın zamanı olmadığı anlayışıyla hareket ediyorlar. Onlar hesaplarını küresel boyutta yapıyor ve bu hesaba göre bölgesel çatışma ve savaşları kontrol altında tutuyorlar. Ukrayna üzerinden Rusya ile yürüttükleri savaş ve Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden yapmakta oldukları büyük yığınaklar ile şu anda bu cepheye yoğunlaşmış durumdadırlar. Diğer yandan Pasifikte Çin’i kuşatma ve Tayvan sorunu üzerinden Çin’in başına çorap örme işiyle meşgul durumdadırlar. ABD’nin önündeki seçim gündemi de bir başka etken olarak mevcut koşullarda bölgesel savaşı erken bulmalarına neden oluyor. Ancak önümüzdeki yıl veya yıllarda İran’ın hedefe konulacağı bir bölgesel Ortadoğu savaşı kaçınılmaz görünüyor. İsrail, işte bu ‘kaçınılmaz’ savaşı öne çekmeye ve bu yolla yayılma hedefini gerçekleştirmeye çalışıyor.
SEYRELTİLMİŞ ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI
Daha önceki yazılarımda yeri geldikçe ifade ettiğim gibi; dünyamız, kendine özgü şartlarda, bölgesel savaşlarla ve kıyasıya çatışmalarla, seyreltilmiş ve dozu düşük bir üçüncü dünya savaşı içerisindedir. Ukrayna üzerinden Rusya ile yürütülen savaş, doğrudan doğruya Rusya ile NATO arasında bir savaştır. Ortadoğu’da, Kafkaslarda, Afrika’da ve Pasifikte cereyan eden bütün sorunlar, çatışmalar ve savaşlarda dünyanın bütün muktedir asli unsurları varlık gösteriyorlar. Eksik olan şey, bu savaşın küresel boyuta evrilmesidir. Emperyalist ülkeler ise, bu savaşı adım adım küresel boyuta taşımaya çalışıyorlar. Ancak bu şekilde kendilerine alternatif olarak yükselen Çin’in hegemonik ilerleyişini durdurabileceklerini düşünüyorlar.
Bu bağlam içerisinde değerlendirilirse; İsrail’in kendi çıkarları gereği bölgemizde ileride çıkması kaçınılmaz olan bölgesel savaşı öne çekerek günümüze taşımaya çalışıyorsa da bunu şimdilik gerçekleştiremeyecek gibi görünüyor. Ancak ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılı emperyalist ülkelerin himayesinde bölgemizdeki bütün direniş ekseni güçlerine haydutça saldırmaya devam edecektir. Bu saldırılar direniş güçlerine nefes aldırmama, yorma ve güçten düşürme işlevi görmesi itibariyle ABD’nin küresel hesaplarıyla da uyuşmaktadır.
ACİL GÖREV
Dünyanın içinde bulunduğu savaş koşulları hızla küresel boyuta doğru evriliyor. Bölgemizde gerçekleşmesi kaçınılmaz görünen savaş ise küresel savaştan daha erken bir zamanda patlak verecek gibi görünüyor. Hem bölgesel hem de küresel savaşta Türkiye, ait olduğu Batı sistemi içerisinde hareket etmek zorundadır. Bu zorunluluk, dahil olduğu sistemden kaynaklı bir nesnellikten ötürüdür. Kaldı ki bu nesnelliğe aykırı duran bir öznellikten de bahsetmek mümkün değildir. Sistem dahilindeki muhalif güçler de iktidardaki egemen güçler de Batı sisteminin gönüllü işbirlikçileri olarak birbirleriyle yarışıyorlar. Ancak ve ancak bir halk iktidarıyla bunu tersine çevirmek mümkün olabilir. Küresel veya bölgesel savaş koşullarında zulüm sistemini bu halkın sırtından atmak ve halklarımızın egemenliğini sağlamak için koşulları değerlendirmek gerekir. Bu da her alanda anti emperyalist cephe kurmayı ve kıyasıya bir mücadeleye böylesi bir cephe ile beraber hazırlanmayı gerektirir. Günümüzün acil görevi budur.