Yeni Rejim İnşası ve Yangınlar

Önce bu yangınlarla elde edilmek istenen amaçları kısaca belirtmeye çalışalım ve buradan hareketle Türkiye’de siyasetin genel yönü üzerinde bazı değerlendirmelerde bulunarak, izlenmesi gereken siyaset noktasında bazı akıl yürütmeler yapmaya çalışalım.

Yeni Rejim İnşası ve Yangınlar

Kemal Erdem

Bir haftadan fazladır Türkiye’nin Batı ve Güney kıyılarında ama özellikle de CHP belediyelerinin bulunduğu illerde devam eden yangınlar, ülke gündeminin ana konusunu oluşturmaktadır.Yangınların bir çok yerde aynı anda patlak vermesi ve yangın sırasında yeni rejimin vurdum duymaz tavrı, bu yangınlardan hemen önce Meclis’ten geçirilen 18 Temmuz 2021 tarihli “Turizm Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile birleşince, şu anda yaşanan korkunç manzaranın çerçevesi gün gibi ortaya çıkmış durumdadır.Bu yangınlar çok amaçlı bir politikanın ürünü gibi durmaktadırlar.

Gerek bazı muhalefet partilerinin başkanları, milletvekilleri ve belediye başkanları olsun, gerekse de medyadaki bir çok yazar ve gazeteci olsun, dolaylı bir şekilde bu yangınların adresini belirtmişlerdir. İnsanlar mevcut rejimin anti-demokratik yapısından dolayı direk konuşamadıkları için, dolaylı ve imalı bir şekilde yangınların hangi odaklar tarafından ve hangi amaçla çıkarıldığını çok doğru bir şekilde belirtmişlerdir. Ama bütün bunlar genel olarak ulusun çaresizliğini ortadan kaldırmamaktadır.

Önce bu yangınlarla elde edilmek istenen amaçları kısaca belirtmeye çalışalım ve buradan hareketle Türkiye’de siyasetin genel yönü üzerinde bazı değerlendirmelerde bulunarak, izlenmesi gereken siyaset noktasında bazı akıl yürütmeler yapmaya çalışalım.

Türkiye’de bazı alanların asıl vasfının  kaybetmesini sağlamak amacıyla bir çok yangının geçmişte çıkarıldığını biliyoruz. Ama bunlar genellikle çok küçük bir alanı kapsayan ve bilerek çıkartılan  yangınlardı. Bu son yangınlar ise Türkiye’nin  Güney ve Batı kıyılarının “el değiştirmesini” hedefleyen çapta yangınlar olup, Türkiye’nin bu kıyılarını laik kesimlerden alma girişimidir. Yangından sonra kül olan araziler kamulaştırılarak çok düşük bedel ile bazı kimselerden alınacak, kamuya ait yerler ise istenilen kesimlere (özellikle Arap sermayesine) peşkeş çekilerek ranta açılacaktır. Kıyıların yanmasına ve yangının belirli bir eşiğe ulaşmasına bilerek seyirci kalan devlet, adeta 18 Temmuz 2021 tarihli yasanın uygulanması için alanı düzlemiş gibidir. Bu kadar olay tesadüf olamaz ve bunun başka bir  açıklaması da yoktur!

Yeni rejim seçim sistemiyle giremediği ve gelinen noktada da bu umudunu tamamen kaybettiği bu dönemde, kendi politikasına yabancı olan bu kıyıları yangın ile cezalandırmış ve “mallarına çökmek” için psikolojik savaş konseptine başvurmuştur. Bir yandan bu yangınlar, belirli bir laik kesimin ellerindeki mallara çökme olanağı verirken, öte yandan da  imara kapalı alanların imara açılmasına olanak sağlamaktadır. Ama bu yangınların bir başka amaç için kullanılmak istendiği de, Konya’da aynı anda katledilen Kürt ailesiyle ortaya çıkmıştır. Bu yangınlar toplumda bir provakasyon unsuru olarak da  düşünülmüş ve bir Türk-Kürt çatışmasının kıvılcımı olarak tasarlanmıştır.Aynen Gare operasyonunda olduğu gibi. Bu provakasyon iç siyasete taşınarak, Millet İttifakı’nın dengesinin bozulmasına bağlanmak istenmiştir. Amaç yangınların Kürtler tarafından çıkarıldığı yalanını yayarak, Türk-Kürt çatışması yaratmak ve İyi Parti ile HDP’yi karşı karşıya getirerek, gelecek seçimlerde HDP’nin oylarının Millet İttifakı’na akmasını engellemektir. Şimdilik bu oyun savuşturulmuştur.

Bugüne kadar yangınlar savaşlarda, savaş sanatının bir unsuru olarak devletler arası savaşlarda kullanılmıştır. Ama ilk defa bir rejim, bir içsavaş ve psikolojik savaş unsuru olarak yangını yeni bir rejim inşasında kendi halkına karşı kullanmıştır/kullqnmqktqdır. Olayın bu genel çerçevesi, iç siyasetin  çok yakında nereye doğru evrilebileceği noktasında büyük bir gösterge oluşturmaktadır.

Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bir çok muhalif, Tek Adam Rejimi’nin sonunun geldiği ve seçimlerden sonra değiştirileceği yanılsamasını bütün topluma pompalarken, yeni rejim son yangınlarda olduğu gibi, daha da “ülkeye yerleşme” planları yapmakta ve adeta bu politikalarıyla da muhalefet ile alay etmektedir. Bu son yangınlar, muhalefetin  olası bir seçim zaferinden sonra, ülkenin ne olacağı noktasında önemli bir ip ucu oluşturmaktadır.

Rejim asıl niyetini bir çok politikada ortaya koymasına karşın, başta CHP olmak üzere bazı muhalif kesimler büyük bir aymazlık içinde olup, ulusun adeta uçurumun başına gelmesine neden olmuşlardır. Sorunun adını açık koymamız gerekmektedir: ülke bir işgal altındadır! Türkiye eğer bir dış güç tarafından işgal edilmiş olsaydı, bu yaşanan tablodan farklı olarak ne yaşanacaktı?

Çok sık olarak CHP’liler Türkiye’nin bir Kurtuluş Savaşı’na ihtiyacı olduğunu (yerden göğe kadar haklılar!) ve Kuvayi Milliye ruhuyla hareket etmesi gerektiğini (bu noktada da yerden göğe haklılar ama bir farkla: Kürtlerin de bu harekete tam entegre edilmesi ve katılması şartıyla) ileri sürmektedirler. Ama CHP’lilerin bilerek üzerinde atladıkları çok “küçük” bir detay sözkonusudur. O da Kurtuluş Savaşı’nın iki ayağının olduğudur: 1-Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetlerinde örgütlenen bir Ulusal Cephe; 2- Bu ulusal cephenin Anadolu’daki askeri gücü, ki başında da Mustafa Kemal bulunmaktaydı.

Bugün yeni rejim, devletin şiddet araçlarını (ordu, polis ve istihbarat) ve yargı sistemini tamamen bir partinin kontrolü altına alarak ve bu temelde tekel oluşturarak, bu araçların muhalefetin üzerinde adeta bir “devlet terörü” şeklinde örgütlenmesine ve uygulanmasına neden olmuştur. Bu durum muhalefete “başka araçlar” ile direnme hakkı yolunu açmıştır. Bu “başka araçlar” ile direnme hakkını anlamayan ve bunun üzerinden atlayan ve de bunun gereklerini yerine getirmeyen bir politik yapıyı tarih asla affetmeyecektir.

Türkiye’de ana muhalefet partisi CHP, dünya demokrasi tarihinde olmayan ve ilk defa gerçekleşecek bir tarihsel olaya damga vuracaklarını belirtmektedir. Bir faşizmi tarihte ilk defa sandıkta zafer kazanarak yeneceklerini iddia etmektedir. İstemeyenin Allah belasını versin ama kendisinin de dediği gibi tarihte benzeri yoktur ve ilk defa 1973 yılında Şili’de denenmek istedi ve sonuç da ortadadır. Sürekli bir şekilde sandık ile faşizmi yeneceğiz iddiası yanlıştır. Sandık önemlidir ve meşruiyetin temelidir,bu tartışmasızdır. Parlamenter sistemin politik sistemin odağında olması, devrimci-demokratik hareketi de bağlar. Ancak Türkiye’de böyle bir sistem yoktur! Bütün sorun da budur ve olmayan bir sistem içinde sanki varmış gibi hareket etmek, olsa olsa varolan anti-demokratik rejime meşruiyet için koltuk değneği olmaktır.

Tek Adam Rejimi, devletin şiddet araçlarını tekelleştirerek, seçim sistemi üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi kullanmaktadır.Bu şiddet araçlarını kullanarak psikolojik savaş operasyonları yapmakta ve bütün bu politikalar ile seçimleri haksız bir şekilde etkilemek isteyerek iktidarını devam ettirmek istemektedir. Çünkü rejim iktidarını tek yasal yollardan değil ama “yasal ile yasal olmayanın birliği” temelinde kurmuştur. Ergenekon Komplosu’ndan 15 Temmuz olaylarına kadar uzanan olaylar aracılığıyla rejimini aslında yasal olmayan alana sürekli basarak kurmuştur. Seçim zamanlarında ise sadece bir “görüntü” oluşturmak istemekte ve meşruiyet krizini önlemeye çalışmaktadır. Böyle bir rejimi sadece yasal yollar ile yenmek mümkün değildir.

Tek Adam rejiminin anti-demokratik faşist yapısı, demokratik hareketin “başka araçlar” ile desteklenmesini zorunlu kılmaktadır. Rejimin şiddet araçlarının ya da bunun kullanımı olan “devlet terörü”, “başka araçlar” ile dengelenmeksizin varolan rejimin sonlanması mümkün değildir. İşte bu noktada devrimci hareketin rolü ortaya çıkmaktadır. Demokratik hareketi gerektiği gibi “başka araçlar” ile destekleyebilecek olan tek hareket devrimci harekettir.

 Türkiye devrimci hareketi artık bu tarihsel görevi yerine getirecek teorik ve pratik görevlerine önemle yoğunlaşmalı ve gereklerini yerine getirmek zorundadır.